Raporluyorum

raporluyorum beyler: Ben elindekinin değerini bilemeyen, kaybettikten sonra değer veren bir dallama, gerizekalı, odun bir adamım. Beş senedir bana kul köle köpek olan kız arkadaşımın değerini, yaptiğim hayvanlıklarla, kabalıklarla, sıçıp batırarak bilemedim.. Şimdi ben koşacağim peşinden sanırım.. gün olur devran döner, hesap döner sap döner.. siz siz olun eşlerinizin, size değer veren insanlarin değerini bilin.. İnsan uzun soluklu bir ilişkiden çıkınca ne kadınları kadın gibi görebiliyor, ne insanlari insan gibi. Belki de yaptiğim kalp kırmalarım sonucu bitti bu ilişki. Zaten kız arkadaşıma kalacak olursa bitti.. 🙂 ne bileyim işte. insan kolay sindiremiyor be millet.. savaşacağim.. bana şans dileyin ne olur..
 
raporluyorum beyler: Ben elindekinin değerini bilemeyen, kaybettikten sonra değer veren bir dallama, gerizekalı, odun bir adamım. Beş senedir bana kul köle köpek olan kız arkadaşımın değerini, yaptiğim hayvanlıklarla, kabalıklarla, sıçıp batırarak bilemedim.. Şimdi ben koşacağim peşinden sanırım.. gün olur devran döner, hesap döner sap döner.. siz siz olun eşlerinizin, size değer veren insanlarin değerini bilin.. İnsan uzun soluklu bir ilişkiden çıkınca ne kadınları kadın gibi görebiliyor, ne insanlari insan gibi. Belki de yaptiğim kalp kırmalarım sonucu bitti bu ilişki. Zaten kız arkadaşıma kalacak olursa bitti.. 🙂 ne bileyim işte. insan kolay sindiremiyor be millet.. savaşacağim.. bana şans dileyin ne olur..

Aslında kendi hatalarınla epey bir yüzleşmişsin gibi duruyor ki, bu önemli bir kazançtır.
Kişisel fikrim, gerek bireysel, gerekse toplumsal düzlemdeki sorunlarımızın pek çoğunun böyle bir yüzleşme ve kendine eleştirel bakabilme becerisinin yokluğundan kaynaklandığı yönünde. Eleştiriye verilen karşılık hep tepkisel ve duygusal. "Biz" hep haklıyız, "öteki" ise her zaman haksız. Hal böyle olunca, içe dönük bir vicdan muhasebesi yapmak ve kişisel tecrübeyi eleştirel gözle tartmak ("critical reflection") ne yazık ki Türkiye'de yaygın ya da rağbet edilen bir şey değil. Bunun doğal sonucu olarak insanlar "hayatı kavrayamıyor" (ya da senin deyiminle elindekinin kıymetini bilemiyor..) Böylece bir garip tatminsiz, memnuniyetsiz, agresif ve depresif ruh halleri birbirini izliyor. İlişkiler de bundan payını alıyor tabi... Hatta galiba önce mikro düzeyde insan-insan ilişkileri zedeleniyor, sonra daha büyük ölçekte hasarlar geliyor...

Umarım her şey istediğin gibi olur ve sorunun çözülür. Ama bence böyle bir tecrübeden olgunlaşarak çıkabilmek de - sonuçtan bağımsız olarak - başlı başına önemli bir iştir.

Gece gece amma raporladım be🙂
 
Raporluyorum beyler: Eski bir imam olan, daha önce bana yaklaşık 100 kiloluk baldızını ayarlamaya kalkışmak suretiyle hürriyetime hatta cem-i cümle hayatıma ve geleceğime kasd ve dahi tecavüz etme teşebbüsünde bulunan, İstanbul'da dört işyeri, bir apartman dairesi ve bir müstakil ev sahibi olan, memleketindeki malvarlığı ise meçhul patronum, son maaşımı hala vermemiş bulunmaktadır. Adı Recep'tir, ben kısaca ona "Hani benim Receb'im" derim. Bir Recepzede olarak, bol küfürlü beddualar şeklinde desteklerinizi bekliyorum ey ahali! Beddualarınıza istediğiniz orjinalliği katabilirsiniz. Her beddua eden vatandaş ağırlığının beş katı ekipman sahibi olsun efendim!

Saygılar, sevgiler 🙂
 
Aslında kendi hatalarınla epey bir yüzleşmişsin gibi duruyor ki, bu önemli bir kazançtır.
Kişisel fikrim, gerek bireysel, gerekse toplumsal düzlemdeki sorunlarımızın pek çoğunun böyle bir yüzleşme ve kendine eleştirel bakabilme becerisinin yokluğundan kaynaklandığı yönünde. Eleştiriye verilen karşılık hep tepkisel ve duygusal. "Biz" hep haklıyız, "öteki" ise her zaman haksız. Hal böyle olunca, içe dönük bir vicdan muhasebesi yapmak ve kişisel tecrübeyi eleştirel gözle tartmak ("critical reflection") ne yazık ki Türkiye'de yaygın ya da rağbet edilen bir şey değil. Bunun doğal sonucu olarak insanlar "hayatı kavrayamıyor" (ya da senin deyiminle elindekinin kıymetini bilemiyor..) Böylece bir garip tatminsiz, memnuniyetsiz, agresif ve depresif ruh halleri birbirini izliyor. İlişkiler de bundan payını alıyor tabi... Hatta galiba önce mikro düzeyde insan-insan ilişkileri zedeleniyor, sonra daha büyük ölçekte hasarlar geliyor...

Umarım her şey istediğin gibi olur ve sorunun çözülür. Ama bence böyle bir tecrübeden olgunlaşarak çıkabilmek de - sonuçtan bağımsız olarak - başlı başına önemli bir iştir.

Gece gece amma raporladım be🙂
yüreğine sağlık.
 
dün nasıl bi sıcak ve nem vardı arkadaş, geceleyin bin defa kalktım, nefes alamıyoz nefes. ben bu kadar nemi yüksek bi hava ömrü hayatımda görmedim dün geceki kadar, mübalağ etmiyorum. yaşlılar maşlılar nasıl dayanıyorlar, bir de oruç ayı şimdi, herkese kolaylık.

spor yaparken de dikkatli olmak şart, akşam 7-8'den önce spor namına hiçbirşey yapmamak en iyisi, ben dün masa tenisi oynıym dedim bi arkadaşla, acaip basık bi yerdi oynadığımız yer, yemin ediyorum size üstüne bastığımız mermer bizim terimiz ve havanın nemiyle karışık bir kayganlaşmaya başladı, bir forent vuruşta bacaklarım balerinler gibi ikiye ayrılıyordu, apargat mı deniliyordu o harekete ne, ondan işte 🙂
 
Hahah forent vuruş da yaparmış, yesinler. 😀 Yahu bu havada masa tenisi oynanır mı? Su topu filan oynanır ancak. Kaldı ki daha da sıcaklaşacak diyorlar.

Sonbahar/kış insanı olarak şu sıcaklarda ne zaman daralsam, Antalya havalimanı günlerimi getiriyorum aklıma. Bizim 2. lig kulüplerinden birine çok rahat Gana'lı sağ açık diye yuttururdunuz beni. Ve ben bu sıcakta saat 13.00 itibariyle büyük bir gaflete düştüm. Aslında ileriye yönelik yapılması gereken bir hamleydi fakat sıcakta yapmak hata oldu. Yine de sokaklar bomboşken hallettik... Beyoğlu'ndaki Demirören alışveriş merkezinin ara sokağında muhabbetimin olduğu bir dükkan var. Gittim oraya bu su hazneli buharlı muharlı vantilatörlerden aldım kocaman. Yaklaşık 15 kilo edevat ve 1 metre civarı hayvan gibi kutuyu ta oradan (İnönü stadını bilenler için konuşuyorum) Habertürk binasının oraya kadar taşıdım.

Buraya her giren sıcak muhabbeti yapıyor, ben de bunaldım gittim aldım o aleti. Sizin suçunuz (daha akşam eve taksi parası var). Sabahları yatakta silüetimiz çıkarak uyanıyoruz, bize de yazık... Yakın zamanda İstanbul evlerinde de klima tıpkı Antalya evlerinde olduğu gibi yaygın bir hal alacak, gidişat bu şekilde. Çünkü bu zamanlarda yaşadığımız yazların çocukluğumuzdaki yazlar ile alakası yok.
 
biz profesyoneliz olm, forent'e forent dicem tabii hatta forehand bile diyebilirim 😛 ne diyim dan vuruş mu diyim, türkçesi yok hakkatten 🙂
bi gün oynayalım forent vuruşa "forent" dememi hakedip haketmediğimin kararını kendin verirsin 🙂 off çok götü kalkık bir söylem oldu ama napıym elimde değil, bu sporda mütevazi olamıyor bu deli gönül 🙂

"İstanbul'u bilenler için söylüyorum İnönü stadının denize bakan kalesi" tadındaki laflara da acaip tavımdır hee, tavdan kastım olumlu manada kimisi olumsuz olarak da kullanıyor çünkü bu fiili 🙂
 
biri olimpiyat başlığı açsa da arada sırada baksak, haberleri öğrensek ne iyi olmaz mı 🙂
sen açsana o zaman yavşak seslerini duyar gibi oluyorkene, bu konuda fazla bilgili değilim ama olimpiyatlara hep merakla bakarım küçüklüğümden beri, biraz daha ilgili birinin açması daha yakışık olur kanaatindeyim 🙂
 
Beyler : (

http://www.ntvmsnbc.com/id/25372441/

Ayık olun yani.

Şaka bir yana bu ne saçmalıktır lan. İnsanları etiketledikleri şeye bak! Bana kalırsa bu da bir nevi ırkçılık. Bir insanı deri rengi nedeniyle ayrıştırmak ne demekse, bu da aynı anlama geliyor bana göre. İkisi de aynı aptallık derecesinde. Gelip burada küfür etsek forumdan atılırız. Ayıptır sorması sen kimsin ki normalin ne olduğuna karar verecek yetkiyi kendinde görüyorsun? Tahmin edeyim, paran var değil mi. E bana göre de sizinki anormal desem, ne yapacağız şimdi? Minority Report'a adım adım, gidişat onu gösteriyor.

 
hakkatten acaip bi açıklama olmuş, üstelik buna "bilimsel" bir atıf katarak yok psikologlar böyle diyor, yok seri katillerin facebook hesabı yok, o zaman facebook hesabı olmayan kimselere dikkat etmek gerek türünden yorumlar ise saçmalığın boyutlarını arttırıyor.
facebook bundan bi 5-6 yıl önce son derece masum bir arkadaşlık sitesiyken, o dönemde türünün orjinal bir sitesiyken şu anda resmen sapıtmış bir durumda, facebook'u milletin daha face'in f'sini bilmediği dönemlerden beri kullanan biri olarak diyorum ki asıl şu anda facebook hesabı açmak deliliğe daha yakın bi ihtimal. insanların anlık olarak ne yiyip ne içtiklerini yazdıkları, çektikleri fotoğrafları bir saniye bile kaybetmeden anında paylaştıkları, gerizekalı videolar paylaşıp altına saçma sapan yorumlar yazdıkları, ırkçı/faşist iletiler paylaşıp "bunu paylaşmayan bizden değildir" basitliğinde herkesi tek bir kalıba sokmaya güdümlü bir platformda bulunmamak, bulunmaktan daha hayırlıymış gibi geliyor bana şu anda. ve eskiden sürekli komplo teorisi olarak üretilen devletlerin gizli servis kurumlarının buralarda insan avına çıktıkları düşüncesi her geçen gün daha bir geçerlilik kazanıyor bence.

twitter için aynı şeyi diyemiycem, çok daha kültürlü bir yer facebook'a kıyasla.
 
Raporluyorum beyler :
Hayat çok anlamsız gelmeye başladı . Ne biliyim sıkıldım mı diyeyim , anlamını kavraymadım mı diyeyim . Ama herşey o kadar mantıksız gelmeye başladı ki. Yaşadığım ülkedeki insanlar gittikçe cahilleşiyor karanlığa doğru ilerliyor . Sokağa insen bir tane adam gibi tip bulamazsın apaçi hipster vs. . İnsanlar birbirinin kuyusunu kazmaktan zevk alıyor , düşene bir tekme daha vuruluyor . İnsanlar bnirbirlerinin dış görünüşleriyle dalga geçiyor ki bence bu çok çirkin birşey. Çocukken hayat daha güzeldi hayattaki çirkinlikleri görmezdik . Şimdi anlıyorum ki çocukken masum gözüken büyüklerimiz o kadar çirkin şeyler de yapmış ki . Korkuyorum artık , bu insanlarla aynı yerde yaşamak istemiyorum , korkuyorum ben de onlar gibi olurum diye . Belki de zaten öyleyimdir . Neyse dostlar içimi dökMek istedim okuduysanız vaktiniz için teşekkür ederim.
 
Raporluyorum beyler; dün akşam bir büfenin önünden geçiyorum. Dükkanın önüne bir köpek yanaşmış, büfeci abi de sosis uzatıyor buna. Köpek şöyle bir uzandı, kokladı kokladı ve yemedi, vazgeçti. Halbuku orası bizim iş arkadaşlarımızla acıkınca sosisli yediğimiz büfeydi. Ne düşüneceğimi bilemedim. Sanırım "Lassie bize bir şey anlatmaya çalışıyor".
 
Bu kadar ölüm, bu kadar cinayet, gerçekten inanması güç. Asker-sivil fark etmeksizin insan hayatının bu denli ucuzlaştığı bir zamanda, ucu dokunuyor çoğu kişiye.

Şehri terk etmeden önce de, aynı şehrin içinde biraz ikiye ayrılmıştı aslında hayatımız. Daha büyük portrede şehir değiştirdiğimizde, uzakta fazla yapamayıp dönmüştüm İstanbul’a; fakat aynı şehirde iki semt bozmuyordu beni.

Birbirinden ayrı yakalardalardı ama ikisinde de deniz vardı. Çocuk kafamızla bizi en çok cezbeden buydu belki de. Birinin her köşesinde Fenerbahçe vardı, her sokağının güzelliğini geçtim bu bile tek başına yetiyordu; diğerinde anneannemin elinden çıkan harika yemekler ve evin müthiş manzarası... Birinde holigan oluyorduk azıcık, agresif yönümüz çıkıyordu ortaya; diğerinde aile saadeti yaşıyorduk, balkonda denize nazır sabaha kadar süren aile sohbetlerimizde…

Çocukluğum ve ergenliğim Kadıköy’de olduğu kadar Sarıyer’de de geçti benim. Komşuluk ilişkileri ve semt bilinci vardı ikisinde de… Konu mahalle maçlarına gelince her iki yerde de bu işler çok önemliydi ve beni dışarıdan biri olarak değil, aralarından biri olarak kabul etmişti Sarıyer’in çocukları... İnsanların birbirini tanıdığı, selam verdiği, yardım ettiği bir yapıydı uzun lafın kısası. Gönlümde hep güzel bir şekilde yer etti Sarıyer, oraya gitmemek için bahaneler üretmezdim kendi içimde.

Ne olduysa biz büyüdükten ve eskisi kadar gidememeye başladıktan sonra oldu. Son aklı başında jenarasyonduk sanırım, o sokaklarda takılan… Arkadan gelenlerden bazıları kaosu da, belayı da, şerefsizliği de, kahpeliği de beraberinde getirdiler bu şirin semte. Artık börek yiyip boğaz havası almaya gidilen eskisi kadar masum bir semt değil Sarıyer. Ne yazık ki oranın yeni gençleri, el birliğiyle yıktılar bu yapıyı. Her gittiğimizde gençlerin karıştığı bir kavga haberini almaya alışmıştık ama arefe gecesi yaşadıklarımız artık kelimelerin kifayetsiz kalmasına neden oldu ve bayramın ilk gününde koca bir semt abisini toprağa verdi. Herkesin güler yüzüyle ve yatıştırıcılığıyla tanıdığı, yakınlarındaki kavga hırsının kendisinde hiç olmadığı Yakup abiyi gömdü Sarıyer. Ve ne yazık ki Sarıyer çocuğu olarak nitelenen birileri yaptı bunu. 20 yaşındaki velet, çıktı 60 küsür senelik Sarıyerliyi, ortada hiçbir suçu yokken, olayla hiç ilgisi yokken sokak ortasında vurdu.

Elinde büyümüştük Yakup abilerin, Yenimahalle’de yan komşumuzdu, halen öyledir. Babalarından komşuyduk onlarla. 80’lerin sonu/90’ların başında onların sağladıkları hoşgörü ortamı ile geçirdik çocukluk yıllarımızı. Kavak’ta penaltı atardık, dondurma ambalajlarından kupa yapıp verirlerdi bize. Çim sahada ilk kez onların sayesinde oynadım, Sarıyer’in idman sahasında. O topa çim sahada dibine girerek vurduğumda çıkan ses, o sahaya çıkış anımdaki çim kokusu hep Yakup abi ile özdeşleşmişti. İnsanlar şehirde denize girecek yer bulamazken, pek az İstanbullunun bildiği ya da yolunun düştüğü Büyükliman'a onun teknesiyle senelerce gidip-geldik. Şimdi bu güzel insanı bir hiç uğruna kaybettik. Ailesi her Ramazan bayramında ayrı bir hüzünle dolacak artık.

Bileğine güvenmeyen, 1 kişiyi yere yatırıp şişelerle 10 kişi dalan, emanet çeken ve onu kalbe saplayabilen bir gençlik yetişiyor. Yetişmiş bile... Öyle sanıyorum ki gerçekten Avrupalıların dediği kadar varız. Allah bıçağa/tabancaya sarılan bu kafa yapısını islah etsin diyeceğim ama, pek de umudum yok.
 

Geri
Üst