Bu kadar ölüm, bu kadar cinayet, gerçekten inanması güç. Asker-sivil fark etmeksizin insan hayatının bu denli ucuzlaştığı bir zamanda, ucu dokunuyor çoğu kişiye.
Şehri terk etmeden önce de, aynı şehrin içinde biraz ikiye ayrılmıştı aslında hayatımız. Daha büyük portrede şehir değiştirdiğimizde, uzakta fazla yapamayıp dönmüştüm İstanbul’a; fakat aynı şehirde iki semt bozmuyordu beni.
Birbirinden ayrı yakalardalardı ama ikisinde de deniz vardı. Çocuk kafamızla bizi en çok cezbeden buydu belki de. Birinin her köşesinde Fenerbahçe vardı, her sokağının güzelliğini geçtim bu bile tek başına yetiyordu; diğerinde anneannemin elinden çıkan harika yemekler ve evin müthiş manzarası... Birinde holigan oluyorduk azıcık, agresif yönümüz çıkıyordu ortaya; diğerinde aile saadeti yaşıyorduk, balkonda denize nazır sabaha kadar süren aile sohbetlerimizde…
Çocukluğum ve ergenliğim Kadıköy’de olduğu kadar Sarıyer’de de geçti benim. Komşuluk ilişkileri ve semt bilinci vardı ikisinde de… Konu mahalle maçlarına gelince her iki yerde de bu işler çok önemliydi ve beni dışarıdan biri olarak değil, aralarından biri olarak kabul etmişti Sarıyer’in çocukları... İnsanların birbirini tanıdığı, selam verdiği, yardım ettiği bir yapıydı uzun lafın kısası. Gönlümde hep güzel bir şekilde yer etti Sarıyer, oraya gitmemek için bahaneler üretmezdim kendi içimde.
Ne olduysa biz büyüdükten ve eskisi kadar gidememeye başladıktan sonra oldu. Son aklı başında jenarasyonduk sanırım, o sokaklarda takılan… Arkadan gelenlerden bazıları kaosu da, belayı da, şerefsizliği de, kahpeliği de beraberinde getirdiler bu şirin semte. Artık börek yiyip boğaz havası almaya gidilen eskisi kadar masum bir semt değil Sarıyer. Ne yazık ki oranın yeni gençleri, el birliğiyle yıktılar bu yapıyı. Her gittiğimizde gençlerin karıştığı bir kavga haberini almaya alışmıştık ama arefe gecesi yaşadıklarımız artık kelimelerin kifayetsiz kalmasına neden oldu ve bayramın ilk gününde koca bir semt abisini toprağa verdi. Herkesin güler yüzüyle ve yatıştırıcılığıyla tanıdığı, yakınlarındaki kavga hırsının kendisinde hiç olmadığı Yakup abiyi gömdü Sarıyer. Ve ne yazık ki Sarıyer çocuğu olarak nitelenen birileri yaptı bunu. 20 yaşındaki velet, çıktı 60 küsür senelik Sarıyerliyi, ortada hiçbir suçu yokken, olayla hiç ilgisi yokken sokak ortasında vurdu.
Elinde büyümüştük Yakup abilerin, Yenimahalle’de yan komşumuzdu, halen öyledir. Babalarından komşuyduk onlarla. 80’lerin sonu/90’ların başında onların sağladıkları hoşgörü ortamı ile geçirdik çocukluk yıllarımızı. Kavak’ta penaltı atardık, dondurma ambalajlarından kupa yapıp verirlerdi bize. Çim sahada ilk kez onların sayesinde oynadım, Sarıyer’in idman sahasında. O topa çim sahada dibine girerek vurduğumda çıkan ses, o sahaya çıkış anımdaki çim kokusu hep Yakup abi ile özdeşleşmişti. İnsanlar şehirde denize girecek yer bulamazken, pek az İstanbullunun bildiği ya da yolunun düştüğü Büyükliman'a onun teknesiyle senelerce gidip-geldik. Şimdi bu güzel insanı bir hiç uğruna kaybettik. Ailesi her Ramazan bayramında ayrı bir hüzünle dolacak artık.
Bileğine güvenmeyen, 1 kişiyi yere yatırıp şişelerle 10 kişi dalan, emanet çeken ve onu kalbe saplayabilen bir gençlik yetişiyor. Yetişmiş bile... Öyle sanıyorum ki gerçekten Avrupalıların dediği kadar varız. Allah bıçağa/tabancaya sarılan bu kafa yapısını islah etsin diyeceğim ama, pek de umudum yok.