Buna katılmıyorum, en başta zaten arada dağlar kadar fark varsa, o gitarı/ekipmanı almayın, yani amazon'da 399 dolar değer biçilmiş bir ekipman burada 899 dolarsa o maldan uzak durmak lazım, kimse enayi değil, kaçıncı yüzyılda yaşıyoruz? Neyiz biz 5. sınıf ülke mi? Böyle bir uygulama varsa ya satan kendini çok akıllı sanıyordur ya da üretici firmanın politikası yüzünden bu kadar pahalıya ülkemize giriyordur, 2 durumda da o üründen uzak durulmalıdır. Gerekirse para biriktirin yine yurt dışından gümrüklü getirtin, herşey mümkün bu çağda.
Bir de en uyuz olduğum durum şu ki satan arkadaş çok değerli güzel bir gitarı (ki genelde böyle oluyor) ABD'den getirtmiş oluyor, verdiği fiyat 900 dolar, sonra gelip 2000 dolar fiyat koyuyor. Bir de ardından "eee burası Türkiye diyor". Biz buna Kayseri kurnazlığı deriz. Tabii herkes istediği fiyatı koyar, ben sadece rahatsız olduğumu belirttim. Bir diğer durum daha var, gitarı Türkiye'den alırsın, o zaman dersin ki kusura bakmayın ben de bu fiyata aldım, ondan şu fiyata kadar inebilirim. Ona beyler adam haklı derim ama diğer durumlar için kesinlikle olumlu düşünmüyorum.
Burada yanlış anlaşılmasın asıl eleştirim de 2. el satışlarına değil veya kullanıcılara değil, müzik firmalarınadır, bunu da son söz olarak ekleyeyim.
İsyanınıza katılıyorum. Ama haketmesek de ülke olarak, ithal ürünlerde 'üçüncü dünya ülkesi olma' sendromunu yaşıyoruz. Sebebi ise çok derin mevzular, buzdağı gibi. Buzdağı'nın görünen kısmı, 'distribütörlük' kavramının tam karşılığı olan ticaret şeklinin uygulanmamasıdır.
Distribütörlük: Dağıtımcılık, yani belli bir teminat karşılığında imzalanacak sözleşmeyle elde edilebilecek statü sayesinde üretcinin malını dağıtma hakkıdır (çok mu teknik konuştum, bu arada bu tanımı şu anda kafadan yazdım, yanlış ya da yetersiz olabilir.)
Örnekle: Ben X firması olarak, Fender'a belli bir para öderim (atıyorum, mesela 25 bin dolar,buna teminat denir), bunun karşılığında dağıtımcılık hakkı kazanırım. Fender bana satış fiyatı 50 bin dolar eden malı karşılıksız gönderir, vitrine koyar satarım, altı ayın ya da 1 yılın sonunda satılmayanları geri gönderirim, hesap çıkar ve ödememi yaparım, üstü kar kalır, ayrıca bir sonraki partinin gönderilmesini hak etmiş olurum. Bu koşulda
satış fiyatını ve karı Fender firması belirler. Batarsam, dükkan yanarsa, gitarları çalıp kaçarsam, teminatım yanar, distribütörlüğü kaybederim, bir ton da dava açarlar. Fender'a komaz, o maliyetini kurtarır, üstünü koparmaya bakar vs... (bu koşulda dükkanımın ismi atıyorum 'Fender Store' olur)
Türkiye'deki anlayış ise bildiğim kadarıyla şöyle: Tünel esnafı birleşir, hep birlikte bir ithalatçı firmayla anlaşır ve hali hazırda parayı gömüp toptan satın alım indirimiyle aldıkları malları tek kanaldan ithal ederler (ki ithalat maliyeti biraz düşsün).
Para peşin ödenir, İthalatçı kar koyar, esnaf kar koyar, üstüne her türlü ıvır zıvır vergileri gümrüğü taşıma maliyetleri, bir de en son cila niyetine ötv'si derken fiyat üç katına çıkar, bu gayet normaldir. Tabi parayı peşin ödedikleri için, mal satılmadığı sürece para erir. Yani siz gitar almayıp o parayı bankaya yatırsaydınız en basitinden, enflasyona karşı direnirdi. Dolayısıyla duran malın zamanla kar marjı yavaş yavaş erir, bu erimenin acısını satılan maldan çıkartırlar, yani satılmayan mal diğer malların fiyatını yükseltir. (bu koşulda dükkanımın ismi atıyorum 'Müzikçi Sinan Paşa' olur)
Neden distribütörlük yok? Ben de çok net bilmiyorum. Apple'ın da distribütörü yok; Apple ürünlerini de aynen müzik aletlerinde olduğu gibi fahiş fiyata almak zorunda kalıyoruz. Ama şimdi Apple Türkiye açılacak fiyatlar düşecek deniyor, hayırlısı.
Buz dağının görünmeyen kısmını biraz görmeye çalışırsak; ben bu işlerin temelinde uygulanan para politikasının yattığına inanıyorum: Tamamen şahsi kanaatim, uydurma da olabilir.
Şimdi, bir dolar 1.95 lira deniyor ya. Bence bu yalan. Aslında TL çok daha değersiz. Bunu değerliymiş gibi gösteren bir yöntem uygulanıyor ki, enflasyon patlamasın (sabit kur politikası, aksi durumda yabancı yatırımcı kaçar, global sermayeyi tutmak gerekiyor). Bu yöntem de çok basit; faizi ve piyasa dengelerini doları sabitlemek üstüne kurulu bir ekonomi politikasıyla yönetiyorlar. Ekonomi kendi akışına bırakılmış değil, sürekli serumlar takılıyor, iğneler yapılıyor, arada bir ameliyata sokuyorlar, kalp masajı yapıyorlar, yetmezse organlarını satıyorlar! Ama değersiz olan paranın değerini arttırmak için lazım olan şey yine 'para'dır, politikalar bir yere kadar idare ediyor, sonuçta sistem 'para' istiyor. İşte bu parayı da dolaylı yollardan piyasadan emerek elde ediyorlar. Mesela, eskiden IMF'den borç alarak sorunu çözmeye çalışıyorlardı, şimdi devlet aradan çekildi, borcu direkt insanlara dağıtıyorlar, 70 milyona dağıtılınca borçlu gibi durmuyoruz. Borcun 70 milyona dağıtılması ise, bankalara yabancı ortaklar almanın önünü açarak oluyor. Yani kredi kartı borcunuzun yarısından çoğunu global sermayeye borçlusunuz, devlet borçlu değil, bizzat siz borçlusunuz, devlet sizi bu konuda umursamıyor. Fazla derine indim, yalan yanlış şeyler de yazıyor olabilirim, akademisyen, uzman vs değilim, basit bir müzisyen olarak anlayabildiğim budur. Tutarlı tutarsız yanları olabilir söylediklerimin. Ama enflasyon artmasın diye ekmeğin fiyatını değil yükseltmek yerine, gramajını düşüren anlayış söz konusu. Minik minik, halk olarak biz kısıyoruz, cebimizden ufak ufak emiyorlar, 70 milyonla çarpınca sağlam bir meblağ çıkıyor elbet...
Sonuçta, sürekli cari açık veren bütçeyi, satılan devlet mallarıyla, hes'lerle, devlet kaynaklarını, madenlerini, limanlarını vs'lerini yabancılara satarak karşılamaya çalışıyorlar. Ve insanların ceplerinden sürekli, o vergisi bu ödeneği şu harcı diye paralar emiliyor da emiliyor. En basit örneği, aç elektrik faturasını oku, nelere para ödüyoruz gör...
Bu sisteme devletin aradan çekildiği, global sermayenin direk 70 milyona kene gibi yapıştığı farklı bir 'kapitülasyon' diyebiliriz. Daha bir ton yazarım da, bayarsınız. Sonuna kadar okuyan var mı, varsa teşekkür ederim.
Distribütörlük meselesine geri döne(bili)rsem, sanırım bu şekilde belirsiz, riskli bir ekonomik ortamda kimse distribütörlük vermek ya da almak istemiyor (olabilir) İşin içinde mevcut sistemin daha rantabıl olması da var (bence) Bu şekilde dengeye oturmuş bir sistemi şimdi durup dururken distribütörlük alarak ya da vererek neden değiştirmek istesinler. Malların ucuzlaması dışında bir getirisi olmayacaksa kimse o işe girmez.
Zaten ortalık kore endonezya gitardan geçilmiyor, aşağılamak için söylemiyorum, ama araya da iki tane orjinal attırıverin gayri, merak ediyoruz, bi elimize alıp çalmak istiyoruz, bu da tünel esnafına çağrımdır. (Not: hele o bas gitarlar nedir kardeşim ya)