Mesele orada zaten. İnanmanın getirdiği tehlike orada; inanana göre inanmayan yanlış. Fakat ''inanç sınanıyor'' dendiği anda şu önerme giriyor işin içine; kim bu sınamanın otoritesi? Kendisine inanmayanları cezalandıran bir varlık mı? Benim inancımın ya da düşüncemin senin inancın ya da düşüncenden daha farklı olması dışında daha aşağı, kötülenecek ve genel anlamda ''sapkın'' olabilecek bir yönü yok. İnanç özneldir, ve öznel olduğu sürece de, nesnel anlamıyla kullanılabilecek bir kelime değil; sen ona inanırsın, ben buna inanırım. Görüşlerimiz ayrıymış, ama inanmakta serbest ol, ve bana da aynı hakkı ver. İnacının temeli sorgulandığında da savun doğal olarak; o senin inancın, senin prensibin, savunmayacaksan zaten kendin de bir şeye inanmayıp sırf diğerleri inanıyor diye peşinden gidiyorsun demektir. Savunmak en doğal hakkındır. Fakat propagandasını yapmak, karşındakilere saygısızlıktır; ''Ben agnostiklere saygı duyma gereği duymam'' dediğin anda kendi inancına gösterilecek bütün saygıyı kaybedersin; kendi üstünlük kompleksine ve inandığının mutlak doğru olduğuna dair inancın zaten seni batıran, yobazlaştıran şey olur. Bilmem anlatabiliyor muyum; aynı durum benim için de geçerli, Aton için de, ne bileyim işte, buraya yazan herkes için de. Tabii ki savunacaksın ve tabii ki ben de savunacağım. İşin sonunda ne sen benim inancımda oynama yapabilirsin, ne de ben seninkinde; öznel çünkü, ve bizim doğrumuz; nesnel doğru olmayabilir, ama öznel doğrularımız bunlar.
Dolayısıyla, ana konuya bağlarsak... Sonsuzluğu bir süreklilik olarak alırsak, sonsuzluk kavramını sadece o olarak almalıyız; sonsuzluk. Sadece orada. Anlamı olması gerekmiyor, sadece var. Orda.