Yirmili yaşlarımda oldukça fazla miktarda tatlı tüketirdim,
2000'li yıllarda ne zaman ki aile bireylerimizden biri 'Şeker Hastası' oldu ve akabinde o tarihten bu tarafa kademe kademe artan bir şekilde türlü sağlık sorunlarıyla cebelleşmeye başladı, ben de o noktada kendime: 'Yavaş git. Şu aşırı miktarda şeker ve tuz tüketme alışkanlığını bir an önce hayatından çıkar. Yoksa bundan daha da ağır sıkıntılarla ileriki yıllarda bizzat kendin boğuşmak durumunda kalacaksın' dedim. Bahsettiğim yakınımız henüz insülin iğnesi olacak tipte bir diyabetik değil ama yıllardır kan inceltici hap ile beraber daha bir sürü başka ilaçlar da kullanıyor ve yüksek oranda şeker içeren meyvelerden tut, kimi sebze ve bakliyatlara ve hatta bazı içeceklere kadar bir yığın şeyi yiyip içmesi yasak. E tabii, bu da insanın damak zevkini oldukça kısıtlayan ve monotonlaştıran, yaşam kalitesini etkileyen sıkıntı verici nahoş bir durum.
Tatlı sever insan olmanın gençken pek düşünülmeyen bir de böyle negatif bir tarafı var. Dozu kaçarsa, bol bol tatlı tüketerek geçirilen o keyifli yılların sonunda ortaya çıkacak fatura oldukça ağır olabiliyor. Şeker, yani beyaz şeker aslında bir nevi 'zehir'. İç organlarımızı tahrip etmekten, bizi erkenden yaşlandırmaktan ve hasta etmekten başka hiçbir fonksiyonu yok ve de gereksiz bir ürün. Çünkü, beyaz şeker doğal değil. Market veya bakkal raflarında tüm cazibesiyle satın alınmayı bekleyen bütün diğer işlenmiş gıdalar da aynı kapsama giriyor. Bu yapay yiyecekler ve içecekler ömrümüzden ömür çalmaktan ve bize bolca para harcatmaktan başka bir halta yaramayan sağlık düşmanı bir çöp yığınından başka bir şey değil işin açıkcası.
Tatlı keyfinize turp sıkmak gibi olmasın ama hadisenin bir de bu denli tatsız böylesine sağlıksız bir yönü de var. Yıllar su gibi hızla akıp giderken gereksiz ve yüksek miktarda şeker-tuz-yağ alımı, yüklemesi yaparak erken yaşta yıprattığımız bedenlerimiz arızalanmaya, motor su kaynatmaya ve kandaki şeker seviyesi 400-500'lere çıkmaya başlayınca birden 'ne oluyor' bana diye panik olup, soluğu Diyabet Hastanesi'nde alıyoruz. Yaşı henüz 30'a, 40'a varmış ama ayaklarında, parmaklarında (yüksek şeker yüklemesi sebebiyle) cılk yaralar çıkan bir sürü genç-orta yaşlı arkadaşlar gördüm hastane ve klinik koridorlarında. Aile ferdimizin tedavisi için neredeyse son 10 senedir sıklıkla bu tip hastanelere her hafta ya da ayda en az 2-3 kez gidip gelmişliğim var. Daha trajik vakalarda, eğer şeker bünyede (sıkı bir diyetle ve ilaç kullanımı ile onarılamayacak derecede) ağır hasarlara neden olmuş ise ayakları, parmakları ampüte edilen (kesilen) hastalara bile şahit oldum.
Zaten, milli mutfağımızın tatlı çeşitleri açısından son derece zengin olması sebebiyle kendimizi kontrol altında tutmamız oldukça zor bir hadise. Ve malum, gıda yasakları daha da cezbedici olduğundan tatlıya, böreğe çöreğe normalden daha fazla abanıyoruz. İşte bu nedenle güzel ülkemizde şeker hastalığı bilinenden çok daha yaygın. Ve genel olarak: 'Aman canım, ne olacak şekerden tatlıdan. Hareketle erir o erir, salla gitsin. Daya baklavayı, şambabayı oh oh mis, şerbetinden de koy' zihniyeti hakim. Ama maalesef kazın ayağı öyle değil, çünkü vücuda giren yüksek miktarda şeker hareketle ya da diyetle filan eriyip kaybolmuyor. O şeker hem yağa dönüşüyor hem de vücudumuzun sigortası olan en hayati iç organlarımızı, kalbimizi ve damarlarımızı içten içten adeta bir et yiyen bakteri misali yıllar içinde hızla yaşlandırıyor ve onarılmayacak hasarlara yol açıyor biz farkında bile olmadan.
Meyve ve sebzelerin ve de bakliyatların içerisinde bulunan doğal şeker ve tuz haricinde başka bir kaynaktan (mesela adı geçen tüm o tatlı ve tuzlular gib) şeker ve tuz almamıza yani bu denli abartılı miktarda bir şeker yüklemesine kesinlikle ihtiyacı yok metabolizmamızın. Sadece damak zevkimizi tatmin etmek uğruna hergün habire tükettiğimiz bu gibi abur cuburlarla aslında durduk yere kendi kendimizi şeker bağımlısı sağlıksız insanlar haline getiriyoruz. Yarattığımız bu suni gereksinim nedeniyle sık sık dile getirdiğimiz o meşhur 'kan şekerim düştü, tatlı yemem lazım' lafı, zaten bünyenizde yüksek miktarda şeker ve tuz alımına bağlı problemlerin başladığının habercisi ve malumu ilani. Normal beslenen bir insanın durduk yere neden kan şekeri düşsün, neden tansiyonu habire yükselip alçalsın ve başı dönsün? Bu semptomlar, kendimize tatlı tuzlu gıda bombardımanı yapıp allak bullak ettiğimiz metabolizmamızın biyolojik saati, dengesi bozulmadığı sürece normalde aslında hiç meydana gelmeyecek belirtiler. Vücudunuz size içeride bir şeylerin yolunda gitmediğini bu yolla haber veriyor.
İşte tam da bu noktada artık yanlış giden bir şeylerin olduğunun farkına varıp, kendimizi sorgulamamız lazım.
Bu bir yol ayrımı ve ciddiyetle karar verilmesi gereken kritik bir nokta: 'Acaba sağlığım, ilerleyen yıllarda hastalıksız sıkıntısız yaşamam mı daha önemli? Yoksa, damak zevkim mi?' Bu seçimi öyle ya da böyle yapmak zorunda kalacağız, ama 30 yaşında ama 50 veya 60 yaşında. Bu hızla tatlı-tuzlu pastahane işi yapay gıdaları tüketen her insan evladı istisnasız bu kritik noktaya hayatının belli bir döneminde mutlaka varacak, lamı cimi yok. Kase kırıldıktan ve şeker hastası olduktan sonra bir araba dolusu ağır sağlık sorunu ile mücadele ederken hissedilen son pişmanlık kimseye fayda etmiyor. Bu sorunun ciddiyetinin bilincine varabilmek için 'Şeker Hastalığı ' hakkında internette biraz araştırma yapmasını tavsiye ederim herkese. Tecrübeyle sabit, hele de ailenizde bu tür bir sağlık sorunu ile başı dertte olan bir büyüğünüz ya da yakınınız varsa 'tatlı pasta' olayına bakışınız kökten değişiyor bu süreç müddetinde.
Yapay tatlandırıcıların hepsinden her ne surette olursa olsun uzak durulmalı. Adı üstünde 'yapay', bize faydası yok. Aksine zararı çok, insanı tansiyon hastası eden, kimyasal madde yüklemesi yaparak bünyemizin kofrasını attıran berbat ürünler. Aspartam, sakarin, glikoz ihtiva ettiği için uzun vadede kullananın başına kanser gibi ölümcül belalar açacak bir bubi tuzağı. Son yıllarda piyasada alternatif ürün olarak empoze edilen bir 'Stevia' hadisesi var. Bu da Stevia bitkisinin kurutulmuş yapraklarından elde edilen bir diğer yapay tatlandırıcı, yani yine faydası olmayan palyatif bir çözüm. Yapay tatlandırıcı sınıfına giren tüm ürünler beynimizi-metabolizmamızı aldatmayı denediği ve bunu beceremediği için bu hilebazlığın bize geri dönüşü misli misli artan bir dozda 'daha fazla şekerli gıda tüketme isteği' atakları oluyor.
Dünyanın en lezzetli mutfaklarından birine sahibiz. Ama tüm o bol yağlı, soslu, ballı şerbetli yemekler ve tatlılar hele de sık sık tüketildiğinde bünyemize aşırı şeker, tuz ve karbonhidrat yüklemesi yaparak vücutlarımızı adeta birer yağ ve şeker topağına çeviriyor. Dışarıdan bakıldığında sağlıklı gibi görünen bizler, ciddi efor sarfettiren herhangi bir aktivite esnasında gitgide azalan enerjimiz ve düşük performansımızla aslında ne kadar sağlıksız bir durumda olduğumuzu keşfediyoruz. Genellikle belimizin etrafı yağ kaplı, irice bir göbek artık Türk erkeğinin alameti farikası haline gelmiş durumda. Tabii, o yağlar sadece bel etrafında ve göbek-karın bölgesine çöreklenmekle kalmıyor. Kalbimizin etrafı ve damarlarımızın içerisi de aynı yağlanmadan nasibini alıyor. Bu yağlanma kan akışını engelliyor. Kasların içerisinde bulunan yüksek miktardaki şeker, uzuvlarımızın daha kolay incinmesine neden oluyor. Normalden çok daha yavaş iyileşiyoruz, herhangi bir yaralanma sonrasında.
Sıraladığım tüm bu sıkıntıların başlıca sorumlusu aşırı miktarda tüketilen şekerli gıdalar.
Diyabetik (şeker hastası) olmamak için neler yapılmalı? Öncelikle, bir oturuşta 1 tepsi baklava, 2 kutu ekler, her gün adeta hiç sektirmeden tatlı yemekten vazgeçmek şart. Vücudumuzun hiçbirine ihtiyacı olmadığı halde ısrarla tükettiğimiz aşırı miktarlardaki pasta, çikolata, çörek, kek, bisküvi, akide şekeri, jelibon vs. gibi şeker ve kalori bombası suni gıdalardan tamamen uzak durmak gerekli. Fast food ürünleri, özellikle milkshake vb. gibi içecek ve yine şeker bombası espirisindeki yapay hazır meyve sularını hayatımızdan (ilk etapta) tamamen olmasa bile kısmen çıkartmamız lazım. <-- Mümkünse, yapabiliyorsanız ideal olan bu.
Tatlı ihtiyacı diye bir kavram yok aslında, bunu icat eden biziz. Tatlı tüketmek bize keyif verdiği için, bunu gerekçelendirmek adına bu tip nedenler uyduruyoruz. Yanlış bir yolda ilerlediğimizi anlamak ve ikna olmak adına aslında yapılacak en mantıklı iş, mesleğinin erbabı bir diyetisyen ile sohbet etmek olacaktır. Kafamızdaki çelişkileri, yanlış bilinenleri ve şüpheleri gidermek adına.
Ayrıca doğalı varken neden yapay gıda, meyve suyu, tatlı vs. tüketiyoruz? Metabolizmayı kandıran şekerli bir yapay içecek ile havuç ve portakal suyu karışımı doğal bir içecek arasındaki fark inanın dağlar kadar fazla. İçeriğinde ekstra şeker ihtiva etmediği için hem sağlıklı hem de leziz. Tabii, meyve tüketimini de abartmamamız gerek. Yine bir oturuşta 1 kg mandalina, yarım kilo portakal, sekiz tane muz ya da 5 kiloluk bir karpuz lüplüp edilirse yine aynı kapıya çıkar, yaptığınız diyetin bir manası kalmaz. Sonuçta meyvede de şeker var, az tüketildiği zaman sağlıklı.
İlle tatlı yenilecekse bari bir aylık bir zaman zarfında 2-3 kere tüketilsin, ağırlıklı olarak sütlü (şeker oranı az) tatlılar tercih edilsin. Az şekerli bir muhallebi, puding ya da az şekerli hafif bir havuçlu kek gibi. Şeker kullanmaktan ne yaparsa yapsın vazgeçemeyecek bazı arkadaşlar için ise bir nebze olsun kurtarıcı mahiyette şöyle bir seçenek mevcut. Kahverengi şeker tüketin, mümkünse organik olanını. Beyaz şeker gibi işlenmiş olmadığı için, hele de tüketim miktarı abartılmaz ise çok çok daha az zararlı. Hindistan cevizi kristalleri diğer bir sağlıklı seçenek, çay kahve içerken tatlandırıcı olarak bunu öneririm. Veya çayı kahveyi içine hiçbir şey koymadan için. İlk başlarda alışması zor oluyor ama 'şeker detoksu' netice vermeye başladığı andan itibaren eskiden hissetiğiniz o şeker ataklarını artık olmazsa olmaz bir ihtiyaç ya da gereklilikmiş gibi hissetmiyorsunuz.
Neticede bütün iş 'kafada' bitiyor, irade meselesi.