http://www.milliyet.com.tr/2004/11/15/siyaset/asiy.html
al bakalım linki aç yada burdan oku...
Greenpeace Akdeniz Ofisi sorumluları Dökmecibaşı ve Gürbüz:
Aliağa'da 25 yıldır denetim yapılmıyor
Banu Dökmecibaşı ve Özgür Gürbüz, "İş olsun da, ne olursa olsun, kanser olmaya razıyız diyenler var. Hükümetler değişiyor ama çevre politikası değişmiyor" diyor
SOHBET ODASI
DERYA SAZAK
Türkiye'de Akkuyu Nükleer Santralı projesiyle başlayan 'Yeşil Barış' hareketinin geçmişini anlatabilir misiniz? Dökmecibaşı: Greenpeace, dünyada 30 yıldır varlığını sürdüren bir çevre ve barış hareketi. 101 ülkede destekçisi var. Balina ve fok avcılığına karşı kampanyaları da çok başarılı oldu. Şu anda 24 ulusal ve 4 bölgesel ofisi var.
MV / Ulla 2000 tarihinde İspanya'dan bir termik santralın baca küllerini Cezayir'e götürürken, İskenderun Limanı'na gelmiş, zehirli yüküyle 4 yıl bekletildikten sonra göz göre göre nasıl batırıldı? Sorumluluk kimde?
Dökmecibaşı: İspanya'nın hatası büyük. Yalan beyan var. Gemi İspanya'dan çıkarken kömür tozu deniyor. Geminin zehirli atıkla Türkiye'ye gelişi, uluslararası hukuka aykırı. İskenderun'daki sorumluluk ise Mavi Denizcilik acentesine ait.
Greenpeace nasıl devreye girdi?
Dökmecibaşı: Geminin yükü konusunda bize ihbar geldi. 30 gün içerisinde fark edilseydi, İspanya'nın geri alma sorumluluğu vardı. Süreyi geçirdiler. Biz İskenderun Limanı'nda eylem yapmasaydık, zehirli atıktan kimsenin haberi olmayacaktı. Ayrıca İspanyol hükümetine de başvurduk. Onlar da külü taşıyan firmayı mahkemeye verdiler. Davalar 1.5 yıldan fazla sürdü. İspanya, tam zehirli atığı almayı kabul etti. Mavi Denizcilik İskenderun'daki gemiye haciz koydurdu. Gemi çürümeye başladı, 2003 yılında bilirkişi raporu çıktı, 'Ulla batıyor' diye. Atığın derhal tahliyesi istendi. Haciz, 2004 Haziranı'nda çözüldü.
Gemideki atığın denizin dibinden çekilmesi 1.5 milyon doları bulacak. Bu masrafı kim ödeyecek?
Dökmecibaşı: Belli değil, Lafarge firmasıyla Türk hükümeti arasındaki görüşmelerde anlaşma sağlandığı belirtiliyor.
Batışına göz yumuldu
Hayalet geminin batışına göz yumuldu.
İspanya'ya gemiyi gönderemez miydik?
Dökmecibaşı: Tabii ki gönderebilirdik. Ancak karasularının güvenliği her ülkenin kendisine aittir. Gemideki zehirli atık öğrenildikten sonra güvenli bir yere çekilebilirdi. Basel Anlaşması ihlal edildi. Battı.
MV / Ulla'nın batış serüvenini Avrupa Parlamentosu'na götürdünüz mü? Türkiye, hep siyasi yönden tartıya çıktı. Çevre konusunda benzer duyarlılık niye gösterilmiyor, İspanya üzerinde baskı uygulandı mı?
Dökmecibaşı: Evet, Belçika'da Greenpeace'in AB temsilciliği var. İspanyol heyetinin MV / Ulla ile ilgili Türkiye'ye geldiği hafta, Avrupa Parlamentosu'nda 40 dakikalık özel oturum yapıldı. AB, çifte standartlı. Çevreyi korumaya dönük yatırımların ekonomik maliyeti yüksek. İşte o yüzden MV / Ulla skandalında yaşandığı gibi Avrupalı firmalar, kendi ülkelerinde bertaraf etmek için para harcayacaklarına, atıkları Türkiye, Cezayir, Mısır, Pakistan gibi ülkelere göndermeyi çok daha ucuz ve kolay buluyor.
AB çifte standartlı
İskenderun Körfezi'ndeki kirlenme riski balıkçıları da vurdu.
Dökmecibaşı: Liman nedeniyle Körfez'in içinde balık avlamak yasak, fakat o çevre orkinos yumurtlama bölgesi. Aynı zamanda karides yatağı.
İstanbul'daki Yeşiller Partisi toplantısında İskenderun'da batan gemiyi gündeme getirdiniz mi?
Gürbüz: Evet, toplantıda bir konuşma yaptım ve MV / Ulla skandalını gündeme getirdim. Çifte standardı orada da görüyorsunuz. AB'de yükselen çevre standartları 2 şeye yol açıyor. İşi daralan firmalar, Asya'da nükleer santral yapımına yöneldiler. Almanya, kendi topraklarında artık kömür santralı kurmuyor. Başbakan Schröder, Tayyip Erdoğan ile Adana Yumurtalık'ta kömürle çalışan santral açıyor. Sonra ülkesinde 'temiz enerji' konferansına katılıp, yenilenebilir enerji kaynaklarını tüm dünyada harekete geçirme çağrısında bulunuyor.
Türkiye enerji kaynaklarını çeşitlendirmeli, mevzuatını geliştirerek Avrupa'nın atık çöplüğü olmaktan kurtulmalıdır.
Tarımda da kirlenme yaygın. Hormonlu ve bozuk genli gıdalar nedeniyle kanserde artıştan söz ediliyor.
Dökmecibaşı: Greenpeace olarak Türkiye'de toksik maddeler ile gemi sökümü kampanyası sürdürüyoruz. Genetiği değiştirilmiş organizmalarla ilgili bir kampanya başlatmayı da hep istedik ama bütçemiz yok. İnsan sağlığını tehdit eden sorunun gündemde kalmasını sağlamaya çalışıyoruz. Greenpeace, geçen yıl genetiği değiştirilmiş soya ile ilgili bir kampanya yaptı. Bu yıl da pirinç üzerine yürütüyor. Genetik mühendislik firmaları Çin'e girmek üzereler. Bu demektir ki, bütün dünyaya yayılacak.
Sakıncası nedir?
Dökmecibaşı: Genetik mühendisliğinin klonlamaya kadar giden bir etik yanı var, bir yandan da tarım alanına baktığınızda çok hızlı ilerleyen, temiz sahaları da bozan bir yöntem. Türkiye'nin de yakın geçmişe dek bir tarım ülkesi olma özelliğiyle genetik bozulmaya karşı önlem alması şart. Türkiye'de genetikle ilgili olarak sadece ithal tohum yasak. Genetiği değiştirilmiş tohum ithal edemezsiniz. Tarım Bakanlığı'na göre, Türkiye'de genetiği değiştirilmiş ürün yetiştirmeye de izin verilmiyor.
Hükümetler hep aynı...
İsrail'den hibrit tohum ithal ediliyor. Seralardaki hormonlu domates, sebzeler o yüzden mi?
Dökmecibaşı: Çiftçinin en doğal hakkı aslında, bir sonraki yıla tohumluk ayırabilmektir. Ürününden tohumluk ayırır ki, devam ettirsin üretimini, halbuki hibrit tohumda böyle bir imkanınız yok, o tekrar ürün vermiyor. Tohumluk ayıramıyor çiftçi, mecburen o firmaya bağımlı kalıyor. İsrail olayı bu. Genetiği değiştirilmiş ürünlerde de aynı sürece girilecek. Çiftçi, üretimi artacak diye kandırılacak. Böylece ucuz tohum alsa da uzun vadede toprağı öldüren bir yöntem. Bizim geleneksel tarımımız her yıl başka ürün ekme, toprağı nadasa bırakmaya dayanır. Bunlar ortadan kalkıyor.
Kazançlı gözüküyor!
Dökmecibaşı: Uzun vadede, tohum ve ilaç fiyatlarıyla zararlı çıkacak. Genetiği değiştirilmiş ürünlere özgü ilaçlama yapmalısınız. Hatta daha kötüsünü yaptı genetik mühendisliği firmaları, 'terminatör ürün' denilen, toprağı da kodlayan bir sistem geliştirdiler. Mesela genleri değiştirilmiş mısır üretiyorsunuz, bir sonraki yıl hem tohumu alıyorsunuz hem de firmanın adamları gelip o kodlamayı, şifrelemeyi çözecek bir ilaç kullanıyorlar ve toprak tekrar ürün verebilir hale getiriliyor. Onu yapmadığınız takdirde, mesela siz tohumu başka yerden aldınız, mümkün değil yetiştiremezsiniz. İthal edilen ürünlerin doğru dürüst denetimi yok.
Greenpeace marjinal bir örgüt değil, bu kampanyaların hepsi çok ciddi.
Dökmecibaşı: Türkiye'de şöyle bir eksiklik var: İnsanlar bu tür bedelleri ödemeye hazır hissediyorlar kendilerini. Yani endüstriyel kirlilikten kanser olmayı gelişme adına kabul ediyorlar! Aliağa'da bunu yaşadık. Sanayi kirliliğinin en yoğun olduğu bölgede, akşam 7.00'den sonra yürüyemezsiniz, göz gözü görmez. Aliağa'nın köylerinde inanılmaz bir sefalet var çünkü, bırakın tarım yapmayı, bahçelerinde çiçek bile yetişmiyor. Ben orada kirliliğin tehlikesini anlatırken, 'Kanser olmaya razıyız, yeter ki iş versinler' diyen köylüler gördüm. Gemi sökümü için, doğudan geçici işçi getiriyorlar; sigortasız, sağlık güvencesi olmaksınız Aliağa'da çalıştırıyorlar.
TCK'da çevreyi kirleten sanayi kuruluşları, belediye başkanları hapse girer gerekçesiyle imtiyaz tanındı. 2.5 yıl kapsam dışı kaldılar.
Dökmecibaşı: Bunlar hiç inandırıcı değil. Amaç, kamuoyunu uyutmak. Aliağa'daki tesislerin yüzde 60'ı ruhsatsız çalışıyor. 25 yıldır doğru dürüst denetim bile yapılamamış. 2.5 yılda mı yapılacak? Bunun seçim yatırımı olduğu o kadar belli ki. Cezaları erteliyorsunuz, çünkü 2007'de genel seçim var. Hükümetler değişiyor ama çevre politikası değişmiyor. Yatağan'da insanlar zehir soluyor, 35 bin hektarlık zeytin ağacı kurudu.
30 milyar euro lazım
Çevre Bakanı Osman Pepe, AB'nin istediği çevre yatırımları için 15 milyar euro gerektiğinden söz etti.
Gürbüz: Daha fazla, 30 milyar euro'luk bir yardım gerekiyor.
Dökmecibaşı: AB uyum yasaları çerçevesinde şu anda çevreyle ilgili yönetmeliklerde değişiklikler yapılıyor. Tehlikeli atıklar konusunda yeni yöntemler öneriliyor. Firmalar artık yakma tesisi için pazar bulamıyor, 2010'dan sonra düzenli depolama alanı kuramayacaklar. Çünkü çöpleri gömerek yeraltı sularını kirletiyorsunuz. Avrupa'da şimdi atık azaltımı teşvik ediliyor. Son çare, yakma ve depolama.
AB'nin çevre ve temizlik kriterleri, henüz Türkiye'de geçerli değil diyebilir miyiz?
Gürbüz: AB'ye girmeden önce hayata geçmeyecek gibi gözüküyor. 15 sene sonra AB'ye tam üye olduk, diyelim. Avrupa, Kyoto hedeflerine en iyi uyan ülkeler topluluğu. Yenilenebilir enerji kaynaklarına yöneliyor. Türkiye olarak 9 ay önce açtığınız termik santralı 15 yıl sonra ne yapacaksınız? Henüz Kyoto'yu imzalamasa da (1994'te İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi'ne taraf oldu.) Türkiye'nin bunlara hazırlanması gerekiyor. 1.5 milyar dolara kurduğunuz termik santralın ömrü 30 - 40 yıl, Avrupa bu teknolojiyi terk ediyor. Kömür santralınızı 10 - 15 yıl sonra kapatmak zorunda kalacaksınız. Türkiye, AB'ye girince inanılmaz bir ekonomik sorunla karşılaşabilir. O nedenle şimdiden temiz enerjiye geçmeli.
Akkuyu'nun 'raporu' yok
Nükleer de riskli diyorsunuz.
Gürbüz: Akkuyu Nükleer Santralı için bütçeye yeni ödenek konulacakmış. Akkuyu'nun hala ÇED raporu yok, Avrupa'da bunun hayalini bile kuramazsınız. Üstelik deprem bölgesi, maliyeti çok daha yüksek olur. Kilovat saat başına 2 - 3 cent'ten bahsediliyor, Japonya'daki en iyi örnekler 7.2 cent. Almanya, her sene bir nükleer santrala eşit rüzgar gücü ekliyor.
Rüzgâr enerjisi önemli
Türkiye'de alternatif enerjiye geçiş mümkün mü?
Gürbüz: Elektrik İşleri Etüt İdaresi'nin hesaplarına göre, 88 bin megavatlık rüzgâr potansiyeli var. Ege kıyıları, Gelibolu, Bozcaada, Çeşme, Bodrum, Datça, Trakya, Güneydoğu'da Mardin rüzgâr enerjisi üretmeye elverişli yöreler. Ayrıca jeotermal enerjide Türkiye dünyanın 7. büyük kaynağı ama elektrik üretmiyor. 60 bin konut ısıtılıyor.
Güneş ortalaması da yüksek: 7.2 saat. Türkiye'de binlerce yazlık ev 3 aydan fazla kullanılmıyor. 9 ay boş, kimse yaşamıyor. Avrupa'da şimdi çifte sayaç diye bir uygulama var, örneğin güneş panellerinden enerji üretiyorsunuz, kullandığınızdan fazlaysa ana şebekeye veriyorsunuz. Türkiye'de yazlık bölgelerde güneş enerjisine geçilirse, hem yazlık faturalarını öderler hem de elektrik üretiminden para kazanırlar.
Nükleer enerji pazarlığına ne diyorsunuz, AB ile müzakerelere başlama karşılığı Fransa'ya ihale verilmesi...
Gürbüz: Yeşiller toplantısında, nükleer santralın AB'ye girişte bir rüşvet aracı olarak kullanılmayacağı açıkça belirtildi. Yeşiller grubu buna izin vermeyecek. Güneş enerjisinde Türkiye bölgesinde lider olabilir.
Güneşi pazarlayabiliriz diyorsunuz.
Gürbüz: Bu bir vizyon meselesi.
KİMDİR?
Banu Dökmecibaşı: Greenpeace Akdeniz, Toksik Maddeler Kampanyası Sorumlusu. Mimar Sinan Üniversitesi Endüstri Ürünleri Tasarımı Bölümü mezunu. 2000 yılından bu yana Greenpeace'te görev yapıyor.
Özgür Gürbüz: Greenpeace Akdeniz, Enerji Kampanyası Sorumlusu. 9 Eylül Üniversitesi İşletme Bölümü mezunu. Oxford Brooks Üniversitesi'nden mastırı var. 2004 yazından bu yana Greenpeace'te görev yapıyor.