Slaytanic demiş ki:
nükleer fisyon olayında uranyum gibi ağır ve kararsız elementler nötron ile bombardımana uğratılırlar. çarpışma sonucunda ortaya küçük elementler ile beraber alfa parçacaığı çıkar. bu alfa parçacığı çok yüksek enerjiye sahiptir ve suyu da ısıtıp enerji elde edilmesini sağlayan parçacıktır. lakin alfa parçacığı yüksüz olduğu için hiçbir manyetik alana tepki vermez. hiçbir şekilde kontrol edilemez. bu yüzden zaten reaktörün kendisi başlı başına bir derttir. koruyucu çeperlerinde çok yüksek miktarda radyasyon birikir. öyleki 10 yılda bir sökülüp toprak altında saklanması gerekir. böylece radyasyon o toprağa aktarılır. ancak toprak birdaha asla kullanılamayacak bir hale gelir. büyük devletlerin santrallerini başka ülkelerde açmalarının da başlıca sebebi budur.
eğer 30 sene önce olsaydı nükleere evet derdim. ancak günümüzde 40 yıllık teknolojiyi alıp milyarlarca dolar harcayıp bir de dışarıya uranyum bağımlısı olmayı aklım mantığım almıyor. kusura bakmayın. kaldı ki türkiye maddi gücü sınırsız bir devlet değil. o parayla çok büyük işler başarılabilir.
ama günü kurtarmak dururken hükümet böyle ucu açık ülke çıkarına olan konuları asla gündemine almaz.
ayrıca türkiyeye santral de kurulmayacaktır tahminimce. 2015lerden bahsediliyor ki 8 sene sonra kim öle kim kala 😉
Son paragrafından başlayayım, bahsedilen 8 senenin 4 senesini reaktör kurulumu harcar, 4 senesini yer ve saha çalışması ve bu alanların lisanslandırılması alır. Akkuyunun yer ve saha lisansı vardır ve kurmak isteyen, cebi devasa (
😀) bir firma, şirket çıkarsa kurulumuna hemen başlanabilir. Ama nedense Sinopa aşırı ilgi var. Belki de geçmişte yapılmış güvenlik analizlerine pek güvenmiyor şirketler. Sinop yer lisansının ise 2,3 yıl içinde bitmesi yüksek ihtimal. 2, veya 3 sene sonra yapım başladıktan sonra artık durdurulması gibi birşey olmaz. Yani her şeyin kesinleşmesi 2 3 sene içinde olacak. Düşündüğün gibi 8 sene gibi daha uzun bir süreci beklemene gerek kalmayacak. Ama geçmişteki politik olaylar işe girerse, dediğin gibi kim öle, kim kala. Her şey olasılık dahilinde, hiç birini yoksayamayız, ama bence artık bu noktada reaktör kurulumu olasılığı, diğer bütün olasılıkları sıfır gibi düşünmemize yeter.
Teknoloji açısından sana ve pembe_sarrap arkadaşıma şöle bir cevap vereyim. Şuan kullandığın araba (varsa eğer), bindiğin otobüs, uçtuğun uçak, bunların teknolojilerinin temeli yaklaşık 80 sene öncesine dayanıyor değil mi? Yani arabada otto çevrimi mantığı ile güç üretirsin. Yakıtı motora dökersin, pistonla sıkıştırırsın, ateşlersin, patlatırsın ve güç elde edilir. Veya uçakta jet motoru mantığı. Havayı komprese et, ateşle, nozzle dan güç elde et (tabi bu 80 yıllık değildir
😀 ). Bunun üzerine insanlar aracın motor çalışma prensibiyle neredeyse hiç oynamamıştır(dizel motorlar dışında). Sadece daha verimli güç elde edimi, daha konforlu sürüş, daha güvenli sürüş, elektronik sistemleri ihtiyaçları ile araçları veya uçakları sürekli geliştirmiştir. Şuan çok şık tasarımlarla, Audi, Opel, BMW alırsın ve son model olduğunu bilirsin. Reaktörde de durum bu, reaktörde eğer güç elde etmek istiyorsan silindirik yakıt çubuklarını uygun geometrik oranlarla çekirdeğe koyarsın, moderatörü doldurursun, kontrol rodlarını yerleştirirsin ve burn up gibi rodları kaldırıp, nötronların yakıta ulaşmasını sağlarsın. Bu mantık yaklaşık olarak 1940 larda düşünüldü. 1960 larda modifiye edildi, basınçlı su reaktörlerinin tasarlanmasıyla. Bunun üzerine hep güvenlik için daha garanti çözümler bulundu. Daha gelişmiş pompa, daha gelişmiş türbin, daha dayanıklı basınçlı su taşıma hatları, daha verimli ve ekonomik buhar üreticileri vs. Ayrıca eskiden manuel kontrol ederlerdi reaktörü, şimdi gelişmiş bilgisayarlı sistemler, gelişmiş elektronik cihazlar, ve kendini uzay filminde hissetmeni sağlayabilcek bir kontrol odası. Yani eski teknoloji deyip korkunuz olmasın. Daha 40 50 sene bu teknoloji kullanılacak, ve yavaş yavaş yeni jenarasyona ait reaktörler eklenecek. Şuan gaz soğutmalı reaktörlerin kullanımının artması gibi.
Pembe_sarrap arkadaşım, korkmana hiç gerek yok : )) reaktör dediğin şey patlamaz : ). Reaktörün yaşayabilceği sorunlar, soğutma suyu kaybı, elektirik hatlarında kesinti gibi şeylerdir. Bunlarda yedek sistemlerle hemen telafi edilir. Bizim bomba yapma amacımız, veya fantezik arayışlarımız yok. Rusyanın o dönem yaptığı reaktör, enerji üretme adı ile öne sürülmüş bir reaktör. Adamlar 3. derece güvenlik katında bulunan kalın beton koruma zırhını, birşey olmaz mantığı ile ince tutup, ENERJİ üretim reaktöründe deney yapmaya kalkınca, patlama gerçekleşmiş. Adam yakıttan hem yüksek miktarda plütonyum elde edeyim hemde enerjimi sağlayım mantığı ile işe girince, patlatması olasıdır.
U-235, Pu-241 bazlı nükleer reaksyonlarda genel olarak 2, 3 nötron ve radyoaktif atık elementler açığa çıkar. Dediğin gibi alfa çıkarsa ve nötron miktarı düşerse reaktörü kiritik (sürekli çalışır halde) tutamazsın. Enerjinin elde edilmesini sağlayan, bu reaksiyon sırasında açığa çıkan saf 190 MeV civarında enerji ve diğer hareket kazanan parçacıkların kinetik enerjisidir. Bu enerjiyi de genelde nötronlar taşır ve soğutma suyu moderatör görevi görerek nötronların enerjisini 2, 3 MeV den 0.02 eV ye düşürür. Ve genel olarak fizyon başına, 200 MeV enerji açığa çıkar. Bu tepkimeler sonucunda alfa oluşmazmı, belki oluşuyordur ben bunu hiç duymadım (quantumu şöle bi düşününce,alfa oluşma olasılığını gene göz ardı edemiyorum). Ama oluşsa bile ihmal edilir seviyededir. Asıl alfa kaynağı reaktörde ağır radyoaktif metallerdir. Gene bu metaller U-234, U-238, Pu-239 Pu-241 dir. Bunların yarı ömrü yüz milyonlarca yıldan, Milyarlarca yıla göre çeşitlilik gösterir. Bu kadar büyük yarı ömürde aktiviteyi düşük seviyede tutar. Ve ayrıca zaten bu elementler parçalanıyor. Yani ortada alfa bozunumu yapacak element kalmıyor. Benim en çok şaşırdığım nokta, alfa parçacıklarının yüksüz olduğunu okumam oldu. Alfa parçacıkları +2 yüklüdür. Saf yeni doğmuş bebek gibi dişi olmadan, 2 nötron 2 protonu ile çekirdekten fırlar gider. Kendisine elektron bağlayacak vakti yoktur. Enerjisi çok yüksektir ama kütlesi büyük olduğu için rastlayacağı ilk duvara toslayacaktır. Bu toslama duvarı ısıtacaktır. Ve duvardaki elementi iyonlaştıracaktır. Bu toslama senin derine olursa, güneş yanığı etkisi yaratır. Yani bu toslama çok küçük atom numarası taşıyan elementlere olmuyorsa, radyoaktivite yaratma olasılığı çok düşük olur, veya hiç olmaz. Asıl radyoaktivite yaratan nötron olur. Yakıtın yutamadığı nötronu başka element yutarsa, radyoaktif hale gelir. Bu nötronu sen yutarsan, etin yanarmış gibi olur belki ama sen bunu hissetmessin, en korkuncu artık sen radyoaktif bireye dönüşürsün
😀 çevreye yaydığın radyasyon artar.
Sonuç olarak bir şekilde, reaktör içinde radyoaktif malzeme miktarı artar. Reaktörün genel bakımı sırasında, çıkartılacak eskimiş ve radyoaktif hale dönüşmüş malzemeler hemen toprağa gömülmez. yüksek miktarda aktivitesini kaybedene kadar, soğutulur bekletilir. Sonra betonlanır, boş bir yere konulur, istersen gömersin. Tabi ki yakıt atıklarında da işlem bu şekilde yapılır. Ama yakıt atıkları daha tehlikelidir, aktivitesini kabul edilebilir seviyeye indirmek uzun yıllar alır ve çok masraflı olur. Nükleer enerjinin mağlesef 2. ve son pis yanı budur. Ben bundan korkmuyorum, çünkü atık problemini insan oğlu aşar. İleride, Nükleer güç ile çalışan veya daha iyi bir sistem bulunduğunda , güvenli uzay araçları ile, artık atıklar uzaya bırakılmaya başlanacak. Veya malzeme bilimi, atıkları ekonomik olarak saklayabileceğimiz koşullar sunacak bize. Benim tek korkum, Nükleer enerjinin 1. pis yanıdır. O da nükleer sihah yapmaya olanak sunması, ve nükleer silahlanmanın artışı, nükleer silahların geliştirilmesi. Nükleer santral hiç kurulmamış olsa, belki ilk kurulacak santrale karşı çıkardım bu yüzden. Ama artık herkes bu şekilde ve şuan kullanılan bir çok sisteme göre daha temiz yolla enerjisini üretiyorsa, bizde üretebiliriz. Ayrıca gücümüz yeterse, nükleer silahımızda emniyet için olmalı.