Biraz daha uyu, biraz daha hayatta kal diye tutunduğum
rüyalar beynimden yollara fışkırıyor!
Bir nefes daha...
Geleceği gördüm. Kayıp duruyordu avucumdan. Belirsizliği, iğrençliğini örtmüyordu.
Kırmızı bir senfoni yazmak istedim, yalnız ışıkta duyulan.
Çünkü beni, sadece babamın aldığı pabuçlar sevindirdi, bayram kıyafetleri, annemin saçlarıma dokunması sevindirdi.
İkimizin tanıştığı koltuğa oturdum. Sesini silmeyi beceremedim.
En iyisi aşktı... Onu bulduğum yerde beni götürecek bir ayna aradım.
Yine aramamışsın beni.
Biraz daha geç kal ki, bir şey daha bulayım...
Bir gerçek daha.
Hayatımdaki o işaret kayıp gidiyor gökten; gündüze karşıysa yapayalnızım.
Parlak bir hediye paketine sığdı kalbim.
Yanlış bu sözcükler, yanlış. Çok ağladım, çok erkek oldum çok da kadın.
Kimseyle kendimle bile yaşayamazdım. Hep yarım kaldım hep!
Bana muhallebiciden tavuk göğsü alırsın.
Belki, bana bir adres bile satın alırsın, çok paran vardır senin.
Belki ameliyat ettirirsin; gitsin diye yüzümün diğer yarısı da.
Nerem varsa insan kalan... İşte orası acıtıyor.
Başını derenin kenarına koy. Atını yıldızlara bağla.
Dinle ama korkma, çünkü vitamin aldım, iyiyim.
Ama; ya bu soluk sonsa, ağlıyorum fren seslerinin ardından gelen hıza, kaderimin oyuncağı oldum, sokakta aşkı buluyorum diye ama şekerleri kazandım, övüncü oldum sessiz uzlaşmacıların, övüncü oldum tüm yaşayamamışların, bir kurbanın onurunu diktiler yakama
Şimdi herşey hazır. Bir tek eksiğim var kırmızı.
Bir türlü tamamlanamayan tamamlandıkça eksik kalan kırmızı...
Pirinç işlemeli bir aynada kırıldı yüzümün diğer yarısı.
Herkes uyuyordu. Yüzümün yarısı benim, yüzümün yarısıyla hep yarım öyküler anlatırım.
Peki sen, yarım dudaklı bir kadını öpmek ister misin?
Bir dilenci gibi yalvarıyorum yine de yanıt vermiyor aynalar...
Dur bir nefes alayım... Ve senin sevdiğin kadın olayım
Yanlış bu sözcükler. Yanlış bu dokunuşlar, yanlış bu anlaşılma isteği.
Bir sokaktan, kendiminkine nasıl geçmeliyim. Sınırlarımı böyle yitirmişken...
İnan bıktım bu sözcüklerden; karanlık, gece, çocukluğum, korku, yeni sevgilim.
Afrika, çilek tanrıçalar ve çalan telefon zillerinden bıktım.
Bir de kırmızı rujdan.
Kendi fotoğrafına gülümseyen, kendi içkisinde boğulan, kendi annesinin celladıyım.
Buyum işte, başka türlü nefes alamam. Çocuk da doğuramam. Hadi nefes al!
Vücudumla bütün duvarları yıkmak isterdim, kamasındaki elmaslara vurgun bir bıçak gibi...
Tutunmama izin ver ya da öldür dedim.
Az öğrenmeliyim, az soru sormalı, hiç beklememeliydim.
Ama, bir sabah bunları yaptım.
Kazanılmış nefretlerin övüncü şimdi aynalara. Ve bir de utanç.
Büyük kentlerin ortasında, bir işaret gibi bırakılan kırık aynaya dön.
Ve ona borçlu olduğun güzelliği sor.
O , şimdi nerede... Unuttuğumuz şarkının için de mi?.. Köşe başlarında mı?..
Biriktirdiğimiz yıldızlarda mı?.. Niçin hepsi dört bacaklı?..
Ben O’ymuşum kahretsin. Kim yaptı bunu? Kaç yüzyıllık işkence bu?..
Nerden bulaştım? Bu büyü nereden sarıldı sırtımın ucuna?
Neresinden vurdular kırgın sessizliğimi?..
Ah o zor veda... Boyun eğiyorum, bir de...
Ağlama kalbim. Ağlama.
Ben hep sokak orospularına, ibnelere, travestilere.... Aşık olacağım..
Hep masumuz işte kalmadı gözyaşımız diye bağıracağım senin için akvaryumlar çalacağım.
Sen büyük evler gibi yıkıldığımda sanma ki acımı öptüğünü unutacağım.
Çünkü, ne mucize, hep güzel bir kadın olacağım.
Hayatım boyunca yağmura rastladım, hep yağmura... Sana... Pis yağmur, Pis yağmur.
Bir ihanet daha yetim kalıyor.’
Doğrum yok benim. Her yarım şey gibi.
Ne kederli, ne de mutlu.
Peki ya sen! Hiç hikayen yok mu senin?