Sesler ve renkler arası ilişki ve müzik kulağının gelişimi

Manner,

Gercekten şık bir yazı olmuş. Esasen, konservatuarın ya da müzik okullarının artısını-eksisini baya iyi özetlemişsin. Amerika' yı baştan keşfetmemek için gidilebilecek bir yer, ama yeni şeyleri keşfetmek için pek değil:) Tabi bizde müzik okulları pek çeşitlilik arzetmiyor, bununla ve ogrencilerin (ve piyasanın) okullardan olan beklentisiyle de cok ilgisi vardır sanırım, bu konuda onun icin düşüncelerim cok yavan kalacaktır.

Atalay,

tesekkürler, benim varmak istediğim noktayı özetlemişsin:D ("konuyu kestirip atmanın yolları" adında kitap yazacagım:) )

Sonucta herşey subjektif dediğin gibi, nasıl ki klasik armoninin güzeli jazzda komedi unsuru haline gelmişse, nasıl ki tek kahverengi olan şey o güzelim kahve değilse, nasıl ki mor eskiden krallara layık görülen bir renk-bugun ise gaylerin rengi diye ithaf ediliyorsa, nasıl ki cimenlerin üstünde kıpkırmızı bir gül güzel dururken, bir metinde yesil zemin üstüne kırmızı yazmak aptallıgın önde gideniyse... Demek ki bu kurallar bir yere kadar:)

Mahcem,

Kesinlikle renk uyumu ısıklandırmada önemli şeylerden biri. Sadece soguk renkleri, sıcak olanlardan ayrı olarak kullanmak ve uygun partisyonlara göre bölüştürmek bile cok şey farkettiriyor(denedim ve gördüm hatta, ama anılar kısmına döndürmek istemem burayı:) )... "ya sadece renk mi yapma ya" demeyin, sonucta seyircinin gaza gelmesini istediği bölümde mavi ışıkları köklerseniz sonrasında pek birşey ummamanızı söylerim(umarım triphop yapmıyordunuz, garip bir örnek oldu bu da:) ) Işık konusunda en fazla abartılmış konserlerden biri de Pink floyd' un "the pulse" adı altında cıkartılmıs konser kayıdı olsa gerek... Zira, elemanlardan bir kacı mimar, o sahneyi inşa edene kadar baya ugrastıklarını duymustum...

Renklerle ilgili daha detaylı teknik ve kültürel anlamdaki bilgiyi http://www.colormatters.com dan bulabilirsiniz.

Aman tanrım ya, amma sıkıcı yazılar yazmaya basladım, adam olamadım akademisyen mi olsam ya... Neyse en kötü ihtimal köşe yazarı olurum :D Hepinize iyi günler:)
 
Türkçe'yi böyle güzel kullanabilen insanlar görmek ne güzel buralarda. Aman bildiğiniz eş dost varsa sizin gibi böyle lütfen çağırın onlar da gelsin.

"HeBeLe hÜbELe walla abem gelıom gıdıom warya nese slm nbr nsı gıdıo"cıları düzeltmek için neler çekiyorum buralarda bir bilseniz...

Bir dokun, bin ah işit...


"Colourmatters" süper, sabahlarım ben şimdi bunu okurken... Sağol awakenone, you'll make me one as well eventually...
 
Mahcem, abi, advanced course filan diyorsun ama, brutal’cıların filan yazdıklarıma bakmak isteyeceklerinden emin değilim pek.

Her zaman her dalda, her sanat akımında yeni eğilimler hemen önceki kuşaklar tarafından hor görülür, ama kendileri de kendilerinden sonrakileri hor görmeye başlar ya, havaifişek gibi patlamış gencecik bir rock’çıyken kendime aynı şeyi yapmayacağım yolunda söz vermiştim. Bizden sonrakiler –ve özellikle şimdikiler- beni ne kadar zorlasalar da sanırım bu sözümü tutabildim.
Belki de sadece rock’a özgü olan bir şey var: Bu sahnede her tür eğilim kendini gerçekleştirebiliyor. Her tür duygusal, düşünsel, politik, etnik, artistik eğilim, birbirlerinin ne kadar zıddı da olsalar kendini rock’la ifade edebiliyor, ki bu iyi bir şey.
Herkesin bir dünyası, duygusal mefhumsal alışkanlıkları var. Yürek nerede çarpıyorsa orada hayat var. Bu yüzden –konu burada teknikten ibaret de olsa- yüksek perdeden abi abi konuşuyor durumuna düşmek istemem kimse için.

Çünkü, şunu söylememek mümkün değil: Kimi bazı vokal eğilimlerini ‘vokal tekniği’ olarak kabul etmek imkansız bir şeymiş gibi geliyor bana.

Bilirsiniz ya, bir kırmızı çizgi vardır; hani ibreler filan. Bir limit çizgisi olduğu için bir uyarıdır da. Rock’çının hayattaki karakterini de güzel örnekliyor bu. Çekinik davranır ve kırmızı çizgiden uzak durursanız müziğiniz sönük ve cansız olur; dolayısıyla güçlü bir sound ve kanlı canlı ruh halleri için ona mümkün olduğu kadar yaklaşmak istersiniz. (Uçurumun kıyısında hoplayıp zıplamak ve bundan haz duymak durumu diyelim buna. Hem manzara da –bu örnek bir yandan Quadrophenia’nın son sahnesini hatırlatsa da- en çok uçurumun tepesinden bakıldığında güzeldir; görkemli ve etkileyicidir.) Ötesiyse ‘overload’dur tabii: Kırmızıyı çok da fazla aşmamak gerekir, çünkü sound bir kaosa dönüşebilir, adamımız uçurumdan düşebilir; hani alkolü fazla kaçırırsanız yatak döşek serilirsiniz falan.
Rock da genel karakterini hem sound’da, hem de –rock tarihini hatırlayın- hayat tarzlarında, ‘limitleri zorlama’ arzusuyla kazandı. Ampliler olabildiğince köklendi, Keith Moon davullarını patlatmaya, Townshend gitarlarını kırmaya girişti, speaker konisine hazmedebileceğinden yüksek sinyaller yollandı ve distortion böylece, kendiliğinden ortaya çıktı. Rock limitleri zorladığının ifadesini distortion’da böylece pek güzel bulmuş oldu.
Ancak her zaman her alanda olduğu gibi, ardıllar işi daha ileri götürmek istediler doğal olarak; ve zaman içinde, bir zamanın en hard grubu olan The Who’dan bugünkü brutal’cılara kadar geldik.
Bugünkü kimi vokal eğilimleri gırtlakta yapılabilecek distortion olayının en ileri durumu. Öyle görünüyor ki kırmızı çizginin ötesinde olmayı seviyorlar.
Sürekli olarak distorte edilen speaker konisi tabii ki normalden daha çabuk eskir. Parası olan yenisini alabilir tabii, ama gırtlak söz konusu olduğunda bu ne kadar geçerli olur bilmem.
Diğer yandan bir punk’çıya ‘no future’ desturunun pozitifleri ya da negatifliğiyle ilgili makale yazarak hitap etmek ne kadar saçma olursa, beni yeni metal imgelemlerinin temel niteliklerini sorgulamak zorunda bırakacak bu vokal alışkanlıklarını teknik gözle yargılamak o kadar yersiz olur sanırım.
Gillan ve Dio’nun teknikleri mükemmeldi; bu yüzden yaşları dinamik rock konserleri için epey ilerlemiş olmasına rağmen hala koca koca konserleri götürebiliyorlar; Brian Johnson’sa ne alemde bilmem.
Ama bu konuda son söz olarak en iyisi, ‘sürekli distorte edilen gırtlak için de mutlaka –ki arada duyuyorum- uygun stiller vardır’ demekle yetineyim.

Genele gelirsek, yeni solistlere yazıyla önerilerde bulunmak güç. Ancak belki ufak tefek birşeyler söylenebilir:
- Temrinler önemli. Hem sesinize olan hakimiyetinizi geliştirip pekiştirmek, hem kulağın seslere olan duyarlılığını geliştirmek, hem de ses tellerinin sağlığı açısından.
- Sağlık ve halihazırdalık: Temrinler ses tellerini yumuşatır: Ses telleri kullanılmadıkça gerginleşir. Bu yüzden performans öncesinde mutlaka ses açmak ve bunu gırtlağı distorte etmeden, natürel sesle yapmak lazım. (Aslında temrinlere performansın çok öncesinden başlamalı. Ses sık sık ısıtılmalı ve ses telleri çalıştırılmalı. Performanslar tek tük değilse bu temrin işini alışkanlık edinmek en iyisi.) Performans öncesinde ve sonrasında bir süre sigara içmemek en doğrusu.
- Ses kendini sağlam biryerlere dayamak ister: Vücudun ve bünyenin gücü de önemli. Bünye güçsüz düştüğünde bunun sesinize direkt olarak yansıdığını görürsünüz. Dolayısıyla sesini ciddiye alan kendisine de bakmalı. (Ciddiye alan –mümkünse- performans öncesinde sex de yapmasa iyi olur. ;) )
- Temrinler: Genel alışkanlığı örnekleyeyim: Bir klavyede, piano gibi natürel bir sesle, tek sesle başlanabilir: Duyulan ses ‘aa’, ‘oo’, ‘uu’, ‘ii’ (ve sessiz harfli başlangıçlar da katılabilir buna: ‘ma – me – mi - mo – mu’ vs) şeklinde sesi uzatarak yinelenebilir. La’dan başladınız diyelim, aşağı inerek ya da yukarı çıkarak basılan sesler yinelenerek gezilebilir. (Gezilen alan ses açıldıkça sınırlarına dek zamanla genişler.) Sonra iki sese geçersiniz: Diyelim ki birlikte do-mi bastınız, do ve sonra mi’yi ardarda söylersiniz ve bu şekilde ‘aa’lar ‘oo’lar filanlarla yine oktav oktav gezersiniz. Sonra üç sese geçersiniz: Doo-mii-sool, vs. Sonra da dörtlülere. (Konservatuara giriş sınavlarında dört ses basarlar ve bütün sesleri net olarak duyup duymadığınıza, söyleyip söyleyemediğinize bakarlar.) Bu temrinler ses için olduğu kadar kulak için de iyi. Temrin yaptıkça kulağınızın da giderek daha iyi duyduğunu, sesleri daha iyi ayırdedebildiğini görürsünüz: ‘Do-Mii-SolDiyez-Doo’, hatta ‘La-DoDiyez-Re-Sol-SiBemoool’ falan. That’s a nice challenge!
- Nefes temrinleri: Özellikle vakit ayırmak gerekmez. Otobüs bekliyorken, yemek yapıyorken, kalorifer peteklerinin havalarını almak üzere dolanırken falan, akla geldikçe yapılabilir: Düzgün biçimde bol nefes alın ve tuttuğunuz o nefesi yavaş yavaş, titretmeden verin mesela. Veya kesik kesik verin ama bunu ani boşalmalara meydan vermeden, nefesi her seferinde aynı oranda vererek yapın. Bu egzersizler diyafram çalıştırır ve acayip faydalıdır. (Nefesi karnına almak ve göğsüne almak arasında da fark var, ama buna kafa yormamak sanırım daha iyi. Şarkı söylerken vücut nefesi ne zaman neresine alacağını zaten otomatikman ayarlıyor; fazla teknik düşünmek işin tadını kaçırabilir.)

‘Tekniğe fazla kafa yormak’ demişken söyleyeyim şunu da: Önceki kimi yazılarıma baktım da, biraz akademizm düşmanı gibi davranmışım gibi hissettim. Bu pek doğru değil; sadece içimde yerleşikleşmiş bir tepki var galiba: Teknik mantık ön plana geçince huysuzlanıyorum niyeyse. Şöyle bir duruma götürebiliyor insanı: Kırkayak yürümesini gayet iyi bilir hani. Ama aklı mantığı biraz daha gelişmiş olsa da ona yürümeye hangi ayakla başlayacağını sorsanız, hatta mesela bilmemkaçıncı ayağıyla başlaması gerektiğini söyleseniz ne yapardı acaba? Bu, doğal olarak olagelen bir şeye engel bir akılcılık sayılmaz mı? Neyse işte, teknik bilgi önemli, değerbilmez değilim aslında.
Mesela,

Atalay demiş ki:
Vokal konusu tabii ki hem teknik hem de duygusal ögelerin birleşimiyle doruğa çıkar. Kimi bunu bilmeden içten gelerek ve genetik yeteneğiyle, kim de eğitimle kendinin farkına vararak ve çabalayarak yapar.

Aynen katılıyorum. “Rock’çı adam kalıpların ötesine geçmek ve özgün (kendi sanatının efendisi) olmak istiyorsa, seri olarak operacı vs üreten bir okula (ekole) kapılmamalı” demek istiyordum orada. Çünkü o halde olsa olsa 'iyi bir icracı' olursunuz, ama rock düşlem gücü de istiyor.
(Bu arada, tekniği ön planda tutmaktansa hayalgücünü işlerlikte, ruhu ve yaratıcılığı aktif tutacak bir yol izlemenin pratiğini yapmış olarak konuştuğumu da söyleyeyim: Konservatuarda teknik ve teorik eğitim alıyor olmama rağmen, o sıralarda birkaç sene temel müzik dersleri verdiğim bir çocukla ilgilenirken öylesi bir yol izlemiş, majör minör gamları a, b, c diye sıralamaktansa onu en baştan beste yapmaya alıştırarak, seslerin doğal düzenini deneyip uygulayarak ‘ve duygulanarak’ öğrenmesini istemiş, sekiz sene sonra döndüğümde onu süper bir flemenco gitarcısı olmuş bulmuştum. Bu öncelikle kendi yeteneğiyle ilgili bir şey tabii, ama bu bana izlediğim yolun yanlış olmadığını da gösteriyor doğrusu.)

Benden şimdilik bu kadar beyler.
 
bu arkadas da frank zappa' cı galiba... ekşi sözlük' te gecen bir lafını buldum, koptum gülmekten,

"talking about music is like dancing about architecture"

yukarıda o kadar yazı yazmıs olmasam dibine kadar katılacagım :)

Mahcem, forumun bu kısmıyla diğer kısmının alakası yok cidden yahu, iq seviyesi ayakkabı numarasıyla yarışan garip bir nesil türemiş, simdilik dehşetle izlemekle yetiniyorum :)
 
Ahahhahahah :) Ayakkabı numarası olayı doğru, yabancı bir forumda bir arkadaş şöyle bir ifade kullanmıştı:

"...at IQ levels a glass of water wouldn't struggle to surpass..."

Bu arada hangi arkadaştan bahsediyorsun abi? Bu başlıktaki herkes kafadır yav :D
 
Manner' dan :)

tekniğe fazla kafa yormayın mesajlarıyla Zappa' nın iletisi arasında benzerlik sezdim :) İşin ilginci herkes tekniğe terimlere kafa takmayın diyor, sonra yüz sayfa acıklama yazıyor, bu da güzel birşey esasında...

ehahahahe bu arada o laf da cidden cok şekilmiş, koptum abi :D
 
eyvallah abi; ben de en iyisi kaleydoskop gözlüklerimi takayım da şu forum olayından uzaklaşayım.. zaten kiminle neyi niçin paylaşmak ister insan, muamma.. hayat paylaşıldıkça güzelleşir falan gibi mefhumları da mezar taşına bir polyanna figürü çizittirip gömmeli.. dediğin gibi en iyisi kestirip atmak yolunda bir kitap yazmak galiba..
 
ops, bir dakika, alınmadın umarım, zira kötü niyetle yazılmamıştı yazım. Sonucta ben de tekniğe terime cok kafayı takmayın diyebilmek için bir dolu yazı yazdım. Aman alınma abi, zaten kafam allak bullak oldu başka işler arasında...
 
bende şu sigaranın etkisine kafayı taktım,henüz yaşım genç vokalime pek etkisi olmadı ama biliyorum ki 2-3 seneye çok zorluk çekmeye başlayacağım böyle içmeye devam edersem..fakat öyle gırtlaklar var ki hocam sigara bile yıpratamıyomuş bunu anladım..roger taylor ,rahmetli freddie mercury'nin günde 2 paket sigara içtiğini söylemişti bi röportajında..bi dur dedim içimden,adam aidsten ölmeden 1 ay önce 45 yaşındayken kaydettiği innuendo albümünü birkez daha bu bilgiyi öğrendikten sonra dinledim,neyse dedim albümde herşey mümkündür bilirsiniz,konserlerine de göz attım...bu adam ne yapsa sesi hep aynı hep süper...konuyu buraya çekmek ne kadar akıl karı bilemedim,yukarda oldukça ciddi ve teorik yorumlar vardı ama ben bu sefer bulaşmadım..çünkü wembley konserinin gazına geldim,yadettim rahmetliyi :)
sigara sağlığa da zararlıdır,içmeyin arkadaşlar :p
 
Freddie Mercury'inin sadece bir kayit edilmis birkac konseri veya studyo albumune bakarak karar verme. Malesef love of my life ve bohemian rhapsody'i live soylerken genelde katlediyordu. Sigara icenlerin son durumuna ornek herhalde Roger Daltrey ve Robert Plant sesleri malesef cok kotu, kulak tirmaliyorlar. Bu arada batida sigara icenler genelde barda marda icki ile iciyorlar evlerinde arabalarinda gun boyu icmiyorlar Turkiye'deki gibi. Buralarda bircok yerde icmek yasak oldugu icin, genelde tiryakiler barlarda iciyorlar ve bir paketi geceni pek gormedim. Bir ayri nokta da Beatles'in ictigi sigara ile bizim icin ortada olan sigaralar cok farkli, ozellikle amerikan sigaralari daha da beter. Iclerindeki extra kimyasal maddelerle yaniciligi artip, daha cabuk kafa bulmayi sagliyor, ve tabi daha cok aliskanlik yapiyor. Haddim olmayarak Mahcem'i örnek verecegim. Eskiden beraber muzik yaptik 10 seneden fazla oldu. Kendisi saglam tüttürürdü ve sesi hep cabuk kisilirdi. Biz de yahu soyleme o zaman diyince kizardi. Sonra sigarayi birakti birkac sene once, simdiki kayitlarini dinledigimde sesini taniyamadim, cok daha kontrollu ve kuvvetli bir sesi var.
 
"İçicem de içicem" diyenlere birkaç öneri:
Bal (hele de köy balı) ses tellerine çok iyi geliyor; yumuşatıyor ve besliyor. Her gün iri bir kaşık bal yuttuğunuzu düşünürseniz, etkisi uzun vadede müthiş olumlu.
Olumlu etkisi en kısa vadede de görülebilecek bir alışkanlıksa (mesela performans öncesinde içilebilecek) bir 'ılık su-bal-kekik' karışımı olabilir; buna limon da eklenebilir. Gırtlağı yumuşatıyor, sesi parlatıyor.
Sigara içen solist mutlaka spor da yapmalı. Sadece vücut egzersizi değil, akciğerler koşu gibi tempolu bir devinimle çalıştırılmalı.
Katar geldiği zaman (katar: hani boğaz temizlemeye, 'öhöm! öhöm!' yapmamıza neden olan, ses tellerini kaplayan o boğaz akıntısı) yapılması gereken şey su içmek. O yüksek sesli öhöm öhömler ses telleri için ciddi ciddi zararlı.
Performans öncesi günlerde sesi -konuşurken dahi- forse etmekten kaçınmalı. Hatta ne kadar az konuşulursa o kadar iyi. (Tabii düzenli uyku da önemli.)
Okaliptüs, nane şekeri filan gibi şeyler yedikten sonra sigara içmemek lazım. Çikolata da sigarayla uyuşmazlar arasında. Ardından sigara yakılacaksa önce mutlaka sıvı içmeli, ki gırtlak önce ondan tamamen temizlensin. (Çok soğuk ve çok sıcak içeceklerden kaçınmak gerektiğini söylemeye herhalde gerek yok.)
Tüm bunlar söylenince şu da söylenmeli: Böyle bir bakım sistematiği vücudun odaklanılan bölgesinin hassaslaşmasına neden olan bir psikoloji de doğuruyor ki, o da en az sigara vs kadar zararlı. Yani hem dikkat etmek, hem de fazla da kafaya takmamak lazım.
 
SwaLLoweD demiş ki:
Kronik farenjit'e rağmen sesime, boğazıma böyle hor davrandığım düşünülürse, ses sağlığı konusuna ne kadar uzak olduğum anlaşılır herhalde :)...

Merhaba SwaLLoweD, yukarıda da dediğin gibi bir kronik farenjitten bahsetmişsin, burası uygun bir tartışma yerimi bilmiyorum ;ama bu durumdan ötürü çok çaresiz bir durumdayım :( Net üzerinden kronik farenjite yakalanmış birisini aramaya koyuldum ve burada seni buldum. Yaaa bu ne illet bir hastalıktır :( hastalığıma tam olarak 2 ay oldu ve hala istediğim şekilde konuşamıyorum, başlı başına konuşamamak gibi bir problemim var, konuşma sırasında boğazımdaki ağrılarım artıyor, zaten durduk yerde de konuşmazken ağrılarım hep var. Benim merak ettiğim şu; sende de buna benzer şeyle olmuş muydu :?: Yani konuşmakta zorluk çekmek gibi, eğer zorluk çektiysen bu sorundan ne zaman kurtuldun (şimdi şarkı söylemekten bahsediyorsun birazda o yüzden merak ettim). Senin şu andaki en belirgin şikayetlerin neler :?: İçinden belki de “yaa ben doktor muyum be kardeşim” diyebilirsin, doktora da gittim, hatta 3 doktora birden. Sadece bir kronik farenjit olmuş birisinin duygularını öğrenmek istedim, ben şahsen kendimi bu olaydan dolayı son derece çökmüş hissediyorum :cry: Adeta bir kabus, hele de bu konuşamamak beni deli ediyor :x Kronik farenjit konusunda ne gibi tavsiyelerin olabilir :?: Sevgiyle kal.
:(
 
Senin farenjit'in baya ciddi boyutlarda sanıyorum.. Ben doktora gidene kadar kronik farenjit olduğumu bilmiyordum bile..(ki o da boğazımla ilgili bir durum değildi, kulaklarımla ilgili idi, olmuşken genel bir muayneden geçeyim demiştim, birkaç sefer muayneden sonra farenjit olduğum ortaya çıktı)... Son 2 yıldır farenjit olduğumun bilincindeyim...Zaten bendeki, boğazın sürekli kuruluğundan ve biraz da toz alerjisinden ve sigaradan ötürü sonradan kalıcı olmuş yerleşmiş bir durum sanıyorum... Çok rahatsız olduğumda birkaç strepsils bile işimi görüyor çoğu zaman..

O yüzden senin şikayetlerinle kıyas kabul etmez herhalde.. Doktorların dediklerini uygulaman yerinde olacaktır..
 
evet var...
yıllar once böyle bir yazı okuyup amerikaya dünyanın parasını gönderip metodu getirttim.
amerikada iki üniversitede renklerle duyum ders olarak okutuluyormuş.
iddialı bir metodtu. öğrenemezsen parayı geri iade edenlerden...
bir partnere ihtiyacın var yalnızca ve günde on dakika çalışarak.
bir hafta sonra mi bemol ve fa diyezden başlayarak duydugum sesleri isimlei ile söyleyebilmeye başladım....
ilgilenirseniz daha sonra bun u anlatabilirim....
 
valla ben küçükken digital kol saatimden aldığım "si" sesiyle bu duruma geldim.dakika başı düğmeye basmak tik olmuştu bi ara hatırlıyorum 6 yaşımdaydım.bi süre sonra her duyduğum sesi söylemeye başladım.illa ki bi enstruman şart değilmiş :)
 
ayhanorhuntas bu anlattığınız metod bayağı işe yarıyor olmalı, peki burada çok kısacık şekilde bundan bahsetmeniz mümkün mü? İmkanım olsa sizin gibi ben de satın alırdım o metodu.
 
Geri
Üst