Kendimi bildim bileli kamışla kıyıdan balık tutarım. 80'li yıllarda Sarayburnu, Ahırkapı ardından Bebek ve Kireçburnu'nda başlayan amatör balıkçılık serüvenim Anadolu yakasına taşınınca uzun yıllar Kuzguncuk'ta sürdü. Balık avı sayesinde inanılmaz dostlar biriktirdim. Kimi zaman gün ışımadan, kimi zaman gece sabahlara kadar, kimi zaman soğukta titreyerek, kimi zaman saz, kimi zaman gitar çalarak, kimi zaman ateş yakıp etrafına toplaşarak, kimi zaman kırmızı şarap-peynir, kimi zaman arabanın bagajına kurduğumuz çilingir sofralarında çay bardaklarında rakılar içtik. Lezzetini 5 yıldızlı otellerde dahi alamayacağım bu çilingir sofralarını hiç unutamam. Ama asıl kurduğum sağlam ve unutulmaz dostlukları unutamam.
Son birkaç yıldır işlerin yoğunluğu sebebiyle balık avına ara verdim. Ancak asıl ara verme nedenim artık hayvana kıyamayacak kadar hassaslaştığımdandır
Neyse konuya ucundan başladım ama anlatacağım detay bu gece aldığım bir haberle alakalı. Net hatırlıyorum yıl 1987. Bir haberden sahil yolunu kullanarak gazeteye dönerken (Cağaloğlu binamıza) Ahırkapı’da dip dibe oturan amatör balıkçılar gördüm. Hemen arabayla yanaşarak ne yakaladıklarını öğrenmek istedim. Kovaların içinde daha önce hiç görmediğim balıklar vardı. Sordum “
Mırmır” dediler. Çok lezzetli balıkmış. Ertesi gün izin günümdü. Hemen kamışımı ve olta takımlarını alıp soluğu Ahırkapı’da aldım. Ancak bu balık nasıl tutulur, hangi yem kullanılır hiç bilmiyorum. Rasgele birine yanaşıp aptalca sorularla keyfini kaçırmayı da istemediğim için dip dibe oturan amatör balıkçıları tek tek gezip kafama göre birini aradım. Omuzlarına kadar kısa kollu giymiş, yanına kırmızı şarabını açmış, bir kağıdın üzerine de kaşar, beyaz peynir doğramış bir adam gördüm ve “
İşte benim adamım” diyerek yanına yanaştım. “
Selam üstat. Rahatsız etmek istemem ama ben daha önce bu balığı ne gördüm ne de yakaladım. Rica etsem bana biraz bilgi verir misin?” dedim. Kırık Türkçe’siyle “
Elbette birader. Gel otur. Önce bir bardak şarap alır mısın onu söyle” dedi. Ardından bu balığın kayaların altından çıkartılan kurtlarla yakalandığını söyledi. Bir yoğurt kasesinde kımıl kımıl oynayan serçe parmağım kalınlığındaki kurtlarını gösterdi. “
Ben bunu iğneye takmayı bilmiyorum” dedim. “
Getir ben takarım” dedi. Adamın kurtlarına, şarabına, peynirine ortak oldum kısacası.
Bununla da kalmadı. Kendisi Amerika’da uzun yıllar yaşadığını söyledi. Orada balığı yakaladıktan sonra öpüp denize atarlarmış. “
Öyle ya, bu bir müsabaka. Balıkla ben karşılıklı maç yapıyoruz. O kazanırsa kurdu yiyor ve kazanmış oluyor. Ben kazanırsam onu yakalıyorum. Kıyıya çekip “Nasıl koydum ulan sana” diyor onu kızdırıyor ardından canını yaktığım için öpüp denize atıyorum. Maçı kazandık diye illa yemek mi lazım kardeşim?” dedi. Tahmin ettiğiniz gibi, içimden “
Bu da balataları sıyırmış” dedim ve gülüp geçtim. O akşam hava karardı, gece yarısına kadar yan yana balık tuttuk. Ben kovamı doldurdum; o ise balıkları öpüp öpüp “
Nasıl koydum ulan sana ha! Asım Abi’n seni yakaladı bak. Hadi kerata git yine yüz bakalım” diyerek denize geri attı. Önceleri itiraz ettim “
Hop, atma. Ağzı yırtıldı zaten yaşamaz. Yemeyeceksen ben alırım” dediysem de dinletemedim. “
Ben iğneyi dikkatli çıkarıyorum. Ona hiç zarar vermiyorum. Doğada bu balık 1 saatte toparlar kendini” dedi her seferinde. Sonra sohbetimiz ilerledi. Bana ne iş yaptığımı sordu. “
Gazeteciyim” dedim. Şaşırdı, “
yahu bu Türkiye’de benim tanıdığım bütün gazeteciler puşt çıktı. Hoş benim tanıdıklarım Hafta Sonu gazetesindendiler. Onlara pek gazeteci denilemez ama” dedi. O zaman ben sordum “
Peki sen ne iş yapıyorsun?”, “
Ben gitaristim. ABD’de de çok tanınırdım. Jimi Hendrix beni çok sevdiği için bana kendi gitarını hediye etmişti. Ama vatanıma döndüm kepaze olduk” dedi. “
Niye kepaze oldunuz ki ne oldu?” dedim. “
O Hafta Sonu gazetesi, benim ibne olduğumu ima eden bir haber yaptı. Çok üzüldüm, yıkıldım. Sonra bunun hesabını sormak için gazeteye gittim. Bana telafi için bir kadınla bir yerlerde seni çekelim de telafi edelim” dediler. İyice delirdim”, “
Kabul ettin mi peki bu teklifi?”, “
Yok, eder miyim yahu!”, “
Ne dedin peki onlara?”, “
E siktir git kardeşim dedim tabii ki”...
Dakikalarca karşılıklı güldük. “
Adınız ne” diye sordum. “
Benim adım Asım Can Gündüz” dedi. Öylece kala kaldım. O yıllarda dünyada tanınan bir müzik adamıydı. Türkiye’ye dönmesi olay olmuştu. Ben de bula bula Ahırkapı sahilinde onu bulmuştum. Gece yarısı balık kesilince, bizim de kafalar çakır keyif olunca kamışları topladık sarıldık kucaklaştık ve vedalaştık. Az önce internete girince bu önemli insanın Marmaris’te kalp krizi sonucu yaşama veda ettiğini öğrendim ve çok üzüldüm. Onu anlatabilmek için oturdum bu satırları yazdım. Dilerim sizleri sıkmamışımdır.
Pırlanta gibi bir insandı. Bu ülke insanının kıymetini bilemediği, anlayamadığı gerçek bir sanatçıydı. Hiç bir bilgim olmasa da ben o insanın tüm yaşamı boyunca kimseciklere bir kötülük etmiş olabileceğine asla inanmıyorum. Işıklar içinde, huzurla uyuyacağına inanıyorum.
Hepinize iyi geceler.
Sevgiler,
Süleyman ARAT