Monitöre bakarak, bu kelimenin anlamını biliyor musun? diye sordu. Anlamını bilip bilmediğimi öğrenmek için değil, beni yermek için sormuştu bunu. Sabaha karşı 03.30'du ve karanlık odamda oturuyorduk... Bedava tekila ve biraz hatır için gittiğim -sözde- mayıs şenliğinde, etraftan bunalınca aynı karanlıklıktaki boş bir sınıfta öpüşmüştük ilk kez, o yüzden alışkındık birbirimize karanlıkta bakmaya.
Biliyorum ama bir de senden duyayım, diye cevap verdim. Yazık ki, Chuck Schuldiner'ın yazdığı Misanthrope şarkısını, dünyayı -henüz- hakkınca algılamaktan uzak ve özenti dürtüleri içindeki bir ergenin internetin ufak bir köşesinde karaladığı bir şey sanmıştı. Buna mı, yoksa önündeki viskiyi kola katarak içmesine mi yanayım, bilemedim o an. Konuyu değiştirmek istedim, hadi gel köpekleri besleyelim, dedim. O zamanlar kedilere bu kadar düşkün değildim, köpekler çok daha baskındı.
Hangi köpekler ya?, dedi; inanın ki o an "ya"ya eklediği vurgudan, başka bir şeyler konuşma niyetinde olduğunu ama konuya giriş yapmak için -kendince- doğru zamanı beklediğini anlamıştım. Biliyorum genelde filmlerde olacak tarzdan bir şey ama anlamıştım lan işte. Şimdiki kadar olmasa da, o zamanlarda da kafama taktığım en önemli şeyler arasında ilişkiler yoktu, o yüzden, "ne zaman isterse o zaman söylesin" diye düşündüm ve konuyu kendi istediğim istikamete doğru uzaklaştırmaya devam ettim.
NBA'e sabahladığım gecelerden birinde, ciğerlerimi yakan alkolün sesini bir nebze olsun kesebilmek için yaktığım sigaramı pencereden tüttürürken fark etmiştim; sitenin yanında yeni yeni başlayan inşaatın arsasında 3-5 tane köpek toplanmaya başlamıştı geceleri. Tellerden girip çıktıkları yırtığı ben keşfedene kadar, mahallenin tüm köpekleri bölgeye gayet dakik kıvamda ve düzenli katılım göstererek, ufak bir "Planet of the Apes" kolonisi oluşturmuşlardı bile.
Bazı geceler olur, dertle neşe karışıp ambale eder seni; işte o zaman dersin ki, "bu köpekler çükümü bile kapsa ben tekele inip nevaleyi tazeliyorum". Mahalle eşrafının çoğu tırsıp, sokaktan geçiş vakitlerini köpek arkadaşlarımızın volta saatlerine göre ayarlamışken, kararlılığımı ve masumiyetimi hissettiklerinden midir nedir; geceleri ine ine, gel zaman git zaman alıştık birbirimize... 3-4 köpek eskortuyla çöp toplayan abilere dönmüştüm ama bir-iki ufak farkla: Hedefim konteynırlar değil marketti ve yanımdaki tayfam 15-20'den fazlaydı.
Gece yürüyüşlerimiz sessizliği bölüyordu sokaklarda. Daha doğrusu, onların yürüyüşü... Patiler gecenin sessizliğinde asfalta vurdukça çıkan sese gerçekten alışmıştım. Bu öyle bir şeydi ki, o pati sesleri sayesinde geldiğimi anlayan tekeldeki kardeş, benim nevaleyi ben dükkana girmeden hazır etmeye başlamıştı. Yok lan yok burası şaka, o zaman da aklıma gelmişti ama olmadı, o kadarını yapamadık ahah. Yani sizin anlayacağınız; şahitlik edenim olmasa da, bara girip Lorraine'e açılmadan hemen önce "bana bir çikolatalı süt" diyen George McFly karizmasının üzerine çıkmaya ziyadesiyle yaklaşmıştım usta.
İşte bu köpekler, dedim. Ona bu kadar ayrıntılı anlatmadım ülen, kıymetimi bilin. Anlamasını beklememiştim, şimdi gecenin bu saati soğukta aşağı inip köpek mi besleyeceğiz, diyerek hoşnutsuzluğunu ve bu teklifimi ne kadar saçma bulduğunu belli etti. Oysa ben soğuk adamıydım, soğuğu severdim be... Kendince bu manasız teklifim beklediği kıvamı oluşturmuş olacak ki, konuyu en sonunda açmıştı. Bir konudan uzaklaşayım derken, bir diğerine zemin hazırlayışım bilinçaltımın bir katakullisi miydi, orasını bilemiyorum artık: Takdir kamuoyunun.
Nasıl olacak bu işler abiler diyen Karşıyakalılar gibi girdi mevzuya. Helal be devam et dedim, durdurasım gelmedi. Hani biraz da, Çarıklı Milyoner'de, mahkemede kendini savunmayan Kemal abi haline bürünmüştüm. Neyse...
Niyetim, "ben çok üzüleceğim sandı/üzülmeyince efsane göt oldu" intibası yaratmak değil ha. Alışmıştık zira başarısızlıklara, yağmurlu havalarda 0-0 biten bozuk zeminli deplasmanların vasatlıklarına... Saydı saydı saydı; dur ulan dur dedim en sonunda. Şu işi birbirimize bok atarak değil, azıcık dürüst olarak bitirelim: Sen de, ben de eşit derecede yüzeyseliz; kadın da, erkek de eşit derecede yüzeysel. Çıkarlarımız ağır bastı birlikte yürüdük - Yürürken ayağımıza ağrı girdi yürümeyi bitirdik. Hepsi bu. Hayat bu.
O kelime ne demek biliyorum anam, dedim. Benden olmamı istediğin kadar gösterişli değil ama temelden ne olduğumuzu anlatacak kadar dürüst.
Sonra, tutun olum! diye bağırdım, köpeklere parçalattım şırfıntıyı.