Biraz da Felsefe...

Friedrich Nietzcheyi seviyorum.Adam nihilst-anarşist olarak anılıyor. insan okuduktan sonra adamın insanıda bir hayvan olarak gördüğü ve insan doğasını bütün yalınlığıyla ortaya çıkarıyor.Kesinlikle anrşist değil nihilist olması ise göreceli.
Arkadaşlar bulabilirseniz G.Orwell'in "1984" adlı korku ütopyasını okuyun..
 
nihilistleri severim ben (hiççiler):
hiçbir şey var değildir
olsa bile bilinemez
bilinse bile başkasına söylenemez..
tabi bi de sofistler var (şüpheciler), bundan iyisi septikler var (aşırı şüpheciler)..
 
Guns, en azından anlayabildiğin için sağol. Sen olmasan, bu başlıkla yeterince ilgilenmediğim için "yanlış anlaşılmış" olarak kalacaktım. Sana bok atayım derken, boku yiyen ben oldum countess ve Fransua sayesinde.
Yalnız, senin yaklaşımında da en az Sokakkedisi ve bende bulduğun kadar arıza var. Söz konusu "teorik coşkunluğu" yaşadığımız reddedilemez bir gerçek. Ki sokakkedisiyle hala ortak olmayan düşüncelerimiz vardır ve kimse bilmeden tartışıyoruz. Yazılarımızı okuyup birbirimize hala "atma lan lavuk sıçmışsın, böle böle" diyoruz. Marxizm'in ekonomi-politiği konusunda sokakkedisi benden daha ileri düzeydedir.
...
Countess. "Delilerin zırvaları" sözcüğümde bir göndermeydi. Ancak üstinsan kavramını kendi adıma kullanışımda hala ısrar ediyorum. Aynı şeyi başka biri dese hoşumada giderdi. Komplexli yada değil, bir özgüven ve özbilinç olgusudur üstinsan kavramı. Nietzsche içinde bir idea'ydı üstinsan. Ancak ben Nietzsche'den aldığımı daha farklı ortaya koyuyorum, Sayrıklıktan uzakta tarih bilinciyle irdelemeye çalışıyorum.
"İsnan için maymun neyse, üstinsan içinde insan odur" aforizmasını ele alalım.
Maymun, Hegelci anlamıyla, doğayı olumsuzlayamamış, onu yoksayıp-aşamamış bir varoluştur. Onun kölesidir, koşullarının etkisindedir. İnsan ise, neolitik devrimle (kesinlikle evrim değildir bu) doğayı dönüştürmenin, olumsuzlayıp onu yoksayarak-aşmanın yolunu Tin sayesinde bulmuş bir varoluştur. Özündeki hayvanın üstüne üstüne bilinç öğesini kurmuştur (hegel). Diyalektik gelişim uyarınca, hala hayvanı içinde taşımaktadır, (ilkel dürtülerin bulunduğu limbik sistem) ancak onun üzerine kurulmuş bir Tin üretmiştir. Bu doğrudan doğruya üretim ilişkileriyle bağlantılıdır. Maymundan insana, doğa aşılmıştır. Ancak sıçranan bu yeni paradigmada bu sefer insanın aşması gereken, doğa değil kendisidir. Sınıflı toplumların düşünceleri felsefesi bunu aşmaya yönelmişsede hala başaramamıştır. İnsan inasnı aşamamıştır ve kendisinin kölesi olmuştur. Din ve her türlü ideolojide bunun görüntüleridir. Teorideki düşünsel sıçrama, pratikte kendisini bulamamıştır. İşte tam burada, insanın kendini en azından teorik olarak aşması ise "üstinsan" aşamasıdır. İçindeki hayvanlar barışık bir sentez. Varoluşçuluktan haberi olmayan katı bir marxist olsam, kendime "üstinsan" diyemezdim. Ancak üstinsan benimdir ( übermensch is mine, alın türkçenin yetrsizliğine bir örnek bu arada). Toplum içerisinde bir üstinsan değilim, kendi varoluşumda üstinsanım. "Öteki" ile kendimi kıyaslamamın bir sonucu değil. Bu yüzden, "sizn insansınız hala o yüzden aşağılıksınız" diye bir iddiam kesinlikle yok. Tek başımayım ve hep beraberim. Ben yeni bir evrende (yani tinsel evrenimde), tüm insanlığın getirileriyle beraber varım. Ben bir insanlık ürünüyüm ve tinsel anlamda ürettiğim kadarıyla, marxizm, varoluşçuluk yada üstinsan benim.
...
Şimdi daha iyi anlaşılmışımdır umarım. İşin özü şu: Birey olmak ve bilincini her tecrübede yeniden üretmek.
 
İlgini çekermi bilmem ama. Bizim eski bir grupta bi yazı yazmıştım. Efendi-Köle Diyalektiğiyle ilgili. İçimden burayada aktarmak geldi.

Efendi-Köle Diyalektiği ve Varoluşçuluk

Hegel'in bu konumdaki tutumunu kendi adıma doğru bulduğumu
söyleybilirim. En basit anlamda, ne anladığımı ve ne eklediğimi
söylemek istiyorum.
"Efendi" Hegel'ci anlamda ilk kahramandır. Bertrand Russell'ın,
Hegel'in kahraman olarak sadece askeri "yüce kişi"leri belirttiği
konusunda ki eleştirel yaklaşımınada bir cevap olacaktır bu. Hegel
egemen sınıfı (tarihi sınıfların değil, ulusların belirlediğini
iddia etmesi de ilginçtir) Efendi'de sembolize eder. O ilk
kahramandır. Çünkü "prestij uğruna, hayatını tehlikeye atmıştır.
Savaşçılığının sonunda kazandığı bu prensiple köleye egemen
olmuştur.
"Efendi özgürdür; onun fikri, gerçek anlamda bir fikir,
gerçekleştirilmesi gereken bir ideal değildir. Yine bundan ötürü
Efendi, kendisinde olan özgürlüğü ve bu özgürlüğün yetersizliğini
aşmayı hiç bir zaman beceremez. Öyleyse, özgürlüğün
gerçekleştirilmesindeki 'ilerleme', Özgürlüğün 'gerçekleştirilmemiş'
bir idealinden yola çıkan Köle tarafından gerçekleştirilebilir
ancak. Ve Köle bir 'ideale', bir 'soyut' fikre sahip olduğu
içindirki, Özgürlüğün gerçekleştirilmesinin 'ilerlemesi', Özgürlüğün
kavranmasıyla, mutlak Bilme'den, Bilme'yle açığa-vurulmuş Mutlak
Fikrin (Ide) doğuşuyla, yani insansal Özgürlüğün Mutlak Fikrinin
(absolute Idée) ortaya çıkışıyla tamamlanır." (Alexandre Kojeve)
Efendi, aslında efendi olduktan sonra, hayatını tehlikeye
atarkenki "etkin"liğini yitirmiştir. Artık Köle'ye egemen olan ama
edilgin bir varlıktır. Çünkü Köle emeğiyle doğayı "etkin" olarak
dönüştürmektedir. Varoluşunun bilincine varmamış kölenin emeğinden
Efendi edilgin bir şekilde yaşamını sürdürür ve sonlanır. Ancak
köle, özgürlüğün, çalışmanın sonucunda kavranmasıyla kendini,
zihninde canlanmış özgürlüğü almak için efendiyle olan
sabaşında "hayatını tehlikeye atar" ve bundan sonra, Efendi'yi
altettikten sonra Köle olmaktan, kurtuklur ve Efendi-Köle tez-
antitezine son verir. NE kendinin efendisi, nede kendinin köle si
olur artık. O kendininbilincinde, varoluşunu, kazandığı Gerçek
özgürlükte ortaya çıkarır. Çalışması (veya emeği) özgürleşmiştir.
Artık hem doğayı dönüştürdüğü için etkindir, hemde efendiyi yendiği
iin özgürdür buunn yanında ne Efendidir ne Köledir.
Sınıflı toplumun, sınıfsız topluma dönüşmesinin baş lartı emeğin
özgürleşmesi sonucu çıkar. Sııflı toplumun varlığının
kavranması, "toplumları sınıflara bölüp" insanın insana
yabancılaşmasını sağlamak değil (ki uluslara bölünürken sanki bu
olmuyo)tam tersi bunun ortadan kalkması yönünde bir devrimci, a
priori (öncel) olarak, "soyut düşüncede" yani teoride özgürlüğün
açığa-vurulmasıdır.
Buradan sonra, vorulşçu anlamda, teorinin pratiğe dönüşmesi
için "istem" kavramı ortaya çıkıyor. Efendi isteminin sonunda,
hayatını tehlikeye atıyor (Hegel bunu insanla hayvanın en önemli
farkı olduğuna değiniyor çoğu kez), kölede çalışmasının getirileri
kousunda torik olarak farkındalığına varır buun ve, istemini
konuşturur, sonunda da devrim olur.
Efendinin çelişkili çıkmazlığını Hegel şöyle dile getirir:
"Efendi, Kölenin insansal gerçekliğini ve saygınlığını bilip-
tanımaz. Demek ki Efendi, kendisinin bilip-tanımadığı herhangi biri
taafından, bilinip-tanınmaktadır [Köle, Efendiyi bilip-tanıdığı
için, o Efendi, bu da Köledir- Orkun]. Efendinin durumunun
yetersizliği -ve trajedisi- de işte burdadır. Efendi bilinip-
tanınmak için mücadele etmiş [hayatını tehlikeye atıp savaşmış -
Orkun], ancak sonunda kendisi için değer olmayan biri tarafından
bilinip-tanınmıştır. Çünkü o ancak kendisini bilip-tanımaya layık
biri tarafından bilinip-tanınırsa 'doyuma' ulaşmış olur. Yani,
Efendinin tutumu, içinden çıkılmaz bir varoluşçu tutumdur
[çıkmazdır -Orkun]."
Buradan çıkardığım sonuçta, ulusların efendilerinin neden varolmak
zorunda olduğunun ve neden savaşıp "prestijini" yenilemek durumunda
olduğunun açık varoluşsal bir sorunudur. Egemen sınıfların,
birbirlerine "saygı" dolu tutumları bunu gösterir ulusların kısa
tarihinde. Egemen sınıfların birbiriyle çelişkisi aslında, ezilen-
ezen sınıfın antagonistik çelişkisinden çok farklıdır. Onlar
birbirlerini ezmeden, yoketmeden savaşırlar.
...
Yazıyı burada noktalamak istiyorum. Eminim bir çok soru işaretine
yolaçan bir yazıdır. Amacım diyalektik açımlamaların daha iyi
anlaşılması ve varoluşçuluğun bu yöntem içerisindeki belirgin
motiflerini ortaya çıkarmaktı.
 
SarhosDenizci demiş ki:
Teşekkür ederim. Bu başlık aslında "her telden" bölümünde daha iyi olurdu. Gereken ilgiyi görmüyor sanki.

abi görmesi gereken ilgiyi hak ettiği kişilerden görüyor, boşver... orada harcanır olay sapar ideoloji tartışmalarından geçilmez...
 
benim felsefem Nietzschedir her zaman,onun nihilizmi içerisinde dönüp durmaktayım,tam anlamıyla çözdüğümde nirvanaya ermiş olacağım sanırım ;)
 
Platon... İdealar Kuramı beni allak bullak etmişti.
Nasıl bir sistemdir o öyle.. Amaç "İyi'ye ulaşabilmek" olduğu için takdir ediyorum kendisini.
Özellikle mükemmellik konusu kafamı epey meşgul etmiş ve hiç kimsenin mükemmel olmadığını, 'olması gereken'in hep 'olan'dan farklı olduğunu görmemle bu meşguliyet sona ermişti. Platon'un "Devlet"ini öneririm.
Nietzsche'nin "Böyle Buyurdu Zerdüşt"ü de etkileyicidir.
 
yaklaşık üç-dört yıldır felsefeyle uğraşırım..ve en çok etkilendiğim filozoflar nietzsche ve sokrates olmuştur...nietzsche anlamk imkansızdır ya..görüşleri hep değişmiştir
 
ya ben de şu son 1 yıldır ilgi duymaya başladım..nedeni ise kişiliğimle bağdaştırmam..yalnız çok fazla bilgim yok zaten çok fazla da uğraşamadım...düşünmek,yargılamak-sorgulamak sık sık kendi çapımda yaptığım şeyler..felsefenin felsefesine yakın geldi işte...
ilk neyle başlayayım dediğimde soffy'nin dünyası önerildi..çok fazla ilerlememe rağmen geçenlerde krishnamurti nin yaşamak ve ölmek adlı eserini okudum ya ilginçtir ki benim aslında bildiğim ama oturup da ayırt etmediğim bir çok şeyi anladım..bu konuda önerebilirim bazı ipuçları filan çıkıyor :)
ha bu arada ben de çok acemiyim o yüzden kendimce bir şeyler yazdım buraya neyse siz devam edin :p
 
SarhosDenizci demiş ki:
İlgini çekermi bilmem ama. Bizim eski bir grupta bi yazı yazmıştım. Efendi-Köle Diyalektiğiyle ilgili. İçimden burayada aktarmak geldi.
Sarhoş köle-efendi diyalektiğini anlamışsın tamam ama bir konuda yazı yazmak için bir fikir yaratmak gerekmez mi?Bu kuram zaten yeterince açıktır tarife ihtiyacı yoktur.
Bence "bir toplum ne gibidir" sorusuna yanıt arıyorsan yanıt ne bulanık Hegel ekolünde,ne de tamamen politik olan marksizmdedir.Toplum sınıf çatışmasından ibaret değildir.Din,kültür,toplumsak duygular ve gelenekler gibi pek çok sınıfsal olmayan değişken vardır.İki işçi dinsel nedenlerle birbirini boğazlayabilir.(veya iki patron)
Max Weber'in kitaplarını hiç okudun mu?Okumadıysan tavsiye ederim.(Belki okumuş olabilirsin,okuduysan fikirleri üzerine tartışalım)
 
Hegel'in bulanıklığı onu anlayamayanlar yada onu anlayacam diye tutup Hegel'in fikirlerini yorumlamaya çalışanlardan dolayıdır.Hegel'in fikirlerini bir bütün olarak algılayamayan ondan sonra gelen felsefeciler,Hegel'in fikirlerini alıp kendilerine göre yorumlayıp-bu noktada Hegel'in sadece bir iki kuramını kullanıyorlardı-politikaya ve pozivitizmle bağdaştırmaya çalışıyorlardı ya da sağcı-solcu diye ayrılıyorlardı.Çünkü Aziz Yardımlı'nın Hegel'in "Tinin Görüngübilimi" adlı kitabının önsözünde vurguladığı gibi,özgür olan kurgul mantığın en kuvvetli anlama çabasında dahi insanı umutsuzluğa düşürüyordu Hegel'in bu yapıtı.Onun içinHegel'in gözünden bakmayı bilmek gerekir bence,onun gibi önce o ana kadar kurgulanmış bütün felsefi öğretileri özümsedikten sonra-Kant da dahil!!!-anlamaya çalışmak daha yararlı olur.

Felsefeye başlamak için benim önerim SAHAKIAN'ın FELSEFE TARİHİ adlı kitabı(İdea yayınları).Sofinin Dünyası da fena bir fikir değil.
 
Birazcık da Doğu felesefesinden bahsedilse fena olmaz, aslında Doğu ve Batı felsefeleri özde tek bir yöne işaret eder ve en önemlisi de ikisini karşılaştırıp ortak noktalarını çıkarmak belki de.. örneğin "doğru eylem" den Platon da bahseder, Hint felsefesi de..
Hint ve Tibet felsefeleri beni gerçekten çok etkilemiştir, doğadaki eylem ve sürekliliğin, insanın doğanın yasasına ulaşmadaki yöntemini oluşturması gerçekten çok mantıklı ve tutarlı görünmüştü.. tabii bunun altını dolduran ve anlatılması gereken bir sürü şey var..Neyse kısacası Doğu felsefesi bana her zaman ışık tutmuştur ve tutacak da...
 
Geri
Üst