nasıl toparlayayım, nasıl anlatayım..
tarık, evinin duvarlarını gazetelerle kaplamış, dizlerine kadar inen ertuğrul polat tişörtüyle yaşayan, bir yazlık evinde ikamet eden ve, o yokken sürekli ondan bahseden cansiparene gerzeklikte arkadaşlara sahip bir gençtir. bunun yazıldığı sema, onun az daha kart olanı hande ve dört arkadaş arasında en mükemmel biçimde canlandırılanı olan cem olmak üzere her biri, üç dört gündür haber alamadıkları tarık'ın, internete girip karılara kızlara yazdığını değil, "internette yayılan bir intihar salgınına" yakalandığını düşünmektedir. çalıştıkları çanak ve çömlek dükkanında, sabahtan akşama kadar müşteri gelmediği için, tarık aşağı tarık yukarı, acep tarık msn'de avatara ne koymuştur, ben ona internetten uzak dur dedim dinlemedi kabilinden muhabbetler etmektedirler. bu sohbetlerin son derece zeki diyaloglar ve üç oyuncudan özellikle siyah tişört giyme konusunda mahsun kırmızıgül'den hafif kalmayan cem'in her şeyi bilen adamlığıyla şenlendiğini belirtmek gerekir... velhasılı hande, tarık'ın evine gittiğinde (ki yazlık imiş güya, neyle gittin nası gittin be kadını) evin kapısını açamayınca, anahtarcı çağırıp destursuz açtırır. çilingir, bu ev senin mi, kimin, nereyi açıyoz, hırsız mısın, hırlı mısın diye sormadan kapıyı açıverir. hande içeri girdiğinde, ilk dikkatini çeken ise, duvarların gazetelerle kaplanmış olması değil, bilgisayarın kabloları olur. tarık, naylonlarla kaplı bir merdiven aralığından "böööööüü" efektiyle görülünce, sanki kapıyı kırıp girmemiş gibi "ha burda mıydın ben de kapıyı kırıp girdim, niye açmıyosun lan dümbük" demez hande, "naber nassın, ya bizim sema seni sevior aslında az daha yazıl kıza" der. devamında gerçekleşen bir intihar vakası, bu haseple tanıştığımız evinde kimonoyla gezmekten ibaret egzotik zevklere haiz olmayan gür saçlı bir detektif, her şeyi bilen adam cem'in bomba replikleri ("bir ölüden mail gelmesi hiç hoş değil"), emniyet teşkilatındaki zopa yutmuş gibi rol yapan yan karakterler (gerçi ana karakter ne ypıyor ki yan karakteri ne yapsın), bununla beraber bonus olarak da titreyen koltuklar, zonguldak kömürüyle boyanmış sıfatlarla resmedilmiş cin suretleri, alice cooper klibine benzeyen rüyalar ve finaldeki evet o muhteşem finaldeki fragmana da yansıyan "tünelde lorke lorke lorke eşliğinde halay var koşun gelin" temalı sekanslarla, içimizi şişiren, rezilliğin dik alası bir filmdir... filmin en can alıcı performansı ise kaan girgin'in "cidiye alınmak için gözlüklerini çıkaran bilim adamı" rolünden çıkıp gelmekte. japonya'da filme eklenen kısımların ise:
"abi titret görüntüyü, hah ver color correction'da filtreyi gökyüzü çişe dönüyor ama olsun kimse fark etmez ver ver ver sepia'yı, hah şu koltuğu da titret, burdan da siyah bir şey çıksın, şu odada da birini hüplet" şeklinde tasarlandığını, ses bandının ise baştan sona "böüüüüüüww" kıvamında fil anırığıyla doldurması nedeniyle filmin kulak sağlığı açısında iyi olmadığını belirtmek isterim.
bunu çektin, bir kişi de demedi mi allah aşkına bunu sakla, kimseye gösterme, kiralık kasalarda tut diye e hasan karacadağ'ım, belli ki inanmışsın iyi bir şey yaptığına da, yazık değil mi parana puluna?.. misal, parodiye vuraydın, dalganı geçeydin büyü mallığıyla, bilimum gerzek amerikan-ispanyol gerilimiyle fena mıydı?
değildi hasanım..