İnsan nasıl bir şey ki...

İnsan nasıl bir canlıdır ki kendisine fazladan verilmiş olan değeri ters orantıyla zıt yönde kullanmaya çalışıyor...

Tek hücre yaşamın kaynağıydı ve kadın ve erkek diye iki ayrı tür yoktu, sadece bir tür vardı, daha sonra bu canlı ikiye bölündü ve kadın-erkek olarak yaşamaya devam edildi...
erkek ve kadın aslında özde birbirlerinden koptuklarını bilmez hale geldiler ve bu nasıl bir sistemdir ki birbirlerinden uzaklaştıkları için birbirlerine mükemmel ve çekici gelmeye başladılar...
bu bilinçli sistem olmalı...
çünkü insan elinden bir parmağını kopartınca zaman geçtikçe o kopan parmağı mükemmel ve çekici görecek değil, hani çünkü bunu insan kendisi yaptı, bilincin içindeki bilinç yaptı...

Ve erkek ile kadın birbirlerinden uzaklaştıkları için birbirlerini üstün görmeye başladılar, ama aslında eskiden tek parça olduklarını unuttular...
bu üstün görme sayesinde birbirlerini tekrar bir "öz" oluşturma amaçlı yarı bilinçli bir şekilde çekmeye başladılar...
birbirinden koparak iki türe ayrılan canlılar, tekrar birleşerek nesillerini devam ettirmeye başladılar...

Dikkat çekmek istediğim nokta işte tam burası; insana ne oluyor ki bunu gözden kaçırıp bilinçsiz olan canlılardan bile daha da zor şartlar altına giriyor...
Nedir bu yani fazla bilinç insanı sarhoş mu ediyor da kimse temmelliğin farkına varmıyor, varmak bile istemiyor...

Şu sisteme bakın; tek hücre bölünerek iki farklı türde canlıyı oluşturuyor ve bu canlılar zamanla birbirlerine yabancılaşıyorlar...
bu yabancılaşma beraberinde bir çekim enerjisi getiriyor ve bölünenler tekrar bir araya gelip başka bir canlı oluşturuyorlar...

Bu başka canlı oluşurken iki türden bir bölünme olmuyor ve olmadığı için kadın ve erkek türlerinden başka bir tür canlı oluşmuyor...

Bu tamamen bilinçsiz bir döngü olamaz, çünkü eşit paylar ortaya çıkmıyor, ve ben de soruyorum bu döngüdeki frekans farkları nasıl yok sayılıyor...

Bu şey gibi; bir golf topunu atıyorsun, çukurun yanından geçiyor, gidiyor ama bir müddet sonra geri gelip çukura düşüyor...
Bu çok net belli oluyor insanın var oluş macerası izlendiğinde, biz bilinçli bir sistemdeyiz, çünkü bu döngü sırasında bazı hamleler değişiyor, otomatiğe takılmış bir arabada yol almıyoruz gibi, vites değişiyor...
__________________
 
Mükemmel bir fikir yazısı yazıyorum ama hiç biriniz yorum yapmıyorsunuz...
Belirsizlik ve sorgusuzluk içinde yaşamak hepinizden çok benim mi umrumda yoksa,bu belirsilik içinde yaşamak sizin hoşunuza mı gidiyor yoksa...
kendinize gerekli olan değeri verin arkadaşlarım...
 
Ahahah iyi de insanlar yorum yapmak zorunda değil ki? Kimsenin ilgisini çekmemiş demek ki ya da sana göre mükemmel olan bu yazı insanlara aynı oranda güzel gelmemiş. Bunu da ilk defa gördüm bak, ilginçmiş. 😆
 
Arkadaşım sen de garip garip, kendiyle çelişen ve sadece seni anlatan sıkıcı yazılar yazıp bir de mükemmel sanma şunları bak kaşındın şimdi kendi kendini överek o ne bee 😆 Birincisi yazının ana teması yok neden bahsettiği anlaşılmıyor daha çok sayıklama gibi olmuş.
İkincisi anlatmak istediğin şey başlıktan belli oluyor okumaya pek de lüzum yok ve içeriği başlıktan daha yoğun değil. Ama sırf sen bu kadar övdün diye okudum maalesef. Üçüncüsü zekice sandığın önermeler çok klasik ve alışılmış varsayımlar o yüzden pek de özgün sayılmazlar insanlara ilginç gelmiyor olabilir bu yüzden. Ayrıca anlatım bozukluğu var büyük oranda yazıda bu da yorucu oluyor okuyucu için ne demek istediğini yeniden cümle halinde kurgulamak zorunda kalması.
Bunun dışında kendi kendine mükemmel diyen dikkat çekmeye yönelik gülünç üslubunu bir yana bırakırsak, pek de sorgulayıcı bir yazı olmamış derinden derinden nasihat vermek derdinde kimse bundan pek hoşlanmaz sen de dahil heleki bir de diretilip dinlemek istemeyeni bilinçsizlikle ve gizliden aptallıkla suçlarsan. Ayrıca bu yazıyı okumak ne kimsenin değerini arttırır ne de azaltır sadece senin düşüncelerin bunlar seni bağlar. Üstelik her zaman olduğu gibi kimseye danışmıyor ve alternatif fikirleri umursamıyorsun o halde bu beklentin niye.
Biraz daha sabır yorum yapılmamış olması okunmadığı anlamına gelmez her zaman kaldı ki sen çok iddialı yazılar yazıp anti tezlerinden de pek hoşlanmıyorsun bu normal o yüzden biraz da sakin ol celallenme. Kimse de yazılan yazılara yorum yapmak zorunda değil okuma tembelliği var genelde insanımızda zaten. 🙂
 
yazının okunup okunmaması olayı insanların bilim ve felsefe bölümünde daha önceden yaşanan tartışmalar yüzünden olduğunu düşünüyorum ve bende pek girmiyorum. yazıya gelicek olursak bence güzel bir şey düşünmüşsün ve gayet mantıklı. aslında belirli bir sistem var ve bu sistemin bazı gidiş hatlarını bizler belirleyemiyoruz. kadın ve erkek birbirinden koptuktan sonra birbirine çekici gelmeye başladı, çünkü bulunduğumuz bu zamanlarda çoğu insan tek hücreden geldiğinin farkında değil ve şu an ki döngü insanlar daha önceden de bu durum böyleymiş gibi düşünmelerinden ve bir bütünün parçası değil sanki hiç olmamış gibi erkek ve kadın ayrı ayrı olarak meydana geldiklerini düşündükleri içindir gibime geliyor.
 
geissler demiş ki:
Mükemmel bir fikir yazısı yazıyorum ama hiç biriniz yorum yapmıyorsunuz...

kendinize gerekli olan değeri verin arkadaşlarım...

Üstüne üstlük doğum gününüzde de ışıklarımı birkaç kez açıp kapamayı da unuttum ben. (İmzanızda vardı ya geçen hafta) İyice eşşek oldum son günlerde. 😳

Halbuki "kendim"e (mi?) gerekli değeri verip "siz"in; aciz kelime dağarcığımın ,diyalektik ve ifade kabiliyetlerimin tasvir etmekte yetersiz kalacağı mükemmeliyetteki yazınıza yorum yapıp doğumgününüzde de ışıklarımı açıp kapatmam gerekirdi. :taptim :tap: 😆
 
DRAKKAR demiş ki:
geissler demiş ki:
Mükemmel bir fikir yazısı yazıyorum ama hiç biriniz yorum yapmıyorsunuz...

kendinize gerekli olan değeri verin arkadaşlarım...

Üstüne üstlük doğum gününüzde de ışıklarımı birkaç kez açıp kapamayı da unuttum ben. (İmzanızda vardı ya geçen hafta) İyice eşşek oldum son günlerde. 😳

Halbuki "kendim"e (mi?) gerekli değeri verip "siz"in; aciz kelime dağarcığımın ,diyalektik ve ifade kabiliyetlerimin tasvir etmekte yetersiz kalacağı mükemmeliyetteki yazınıza yorum yapıp doğumgününüzde de ışıklarımı açıp kapatmam gerekirdi. 😆


bende unuttum kı umarım tanrı bızı cezalandırmaz =)
 
İNSANIN SİSTEMDEKİ YERİ hakkında yazdığım çok uzun bir yazıdan kısa bir kesit sadece...
Anlatımın kapalılığı konusunda haklı olabilirsiniz,

Bu tamamen bilinçsiz bir döngü olamaz, çünkü eşit paylar ortaya çıkmıyor, ve ben de soruyorum bu döngüdeki frekans farkları nasıl yok sayılıyor...

bir de şu,

bu döngü sırasında bazı hamleler değişiyor, otomatiğe takılmış bir arabada yol almıyoruz gibi, vites değişiyor...

bir golf topunu atıyorsun, çukurun yanından geçiyor, gidiyor ama bir müddet sonra geri gelip çukura düşüyor...

Bilinçsiz sistem topa bu hareketi vermez, sessizlik ve hareketsizlik devrindeyiz biz, bilinci üstümüze yüklediğimiz andan beri evrenin bilinci bizim için geri plana düştü ve önemsenmez durumda kaldığı için işlevini durdurdu...

İLK CANLILAR BÖLÜNEREK OLUŞMASINA RAÐMEN DAHA SONRA BU BÖLÜNME ŞEKLİNİ DEÐİŞTİRDİ VE ÇOÐALMAYA YENİ BİR GÖRÜNÜM KAZANDIRDI...

kadın ve erkek tek hücreden bölündüler ve kendi kimliklerini kazandılar, ama daha sonra bu bölünmüş olan hicreler tekrar bölündüklerinde ortaya yeni bir tür çıkmadı...

tekrarlamam gerekiyor galiba...

erkek ve kadın olarak iki ayrı türe bölünen canlı, tekrar bölünerek çoğaldığında başka bir yeni tür ortaya çıkmadı...

bölünme milyonlara ulaşmasına rağmen tür iki olarak sabit kaldı...

bu döngü sırasında bazı hamleler değişiyor, otomatiğe takılmış bir arabada yol almıyoruz gibi, vites değişiyor...
 
geissler demiş ki:
İnsan nasıl bir canlıdır ki kendisine fazladan verilmiş olan değeri ters orantıyla zıt yönde kullanmaya çalışıyor...

Tek hücre yaşamın kaynağıydı ve kadın ve erkek diye iki ayrı tür yoktu, sadece bir tür vardı, daha sonra bu canlı ikiye bölündü ve kadın-erkek olarak yaşamaya devam edildi...
erkek ve kadın aslında özde birbirlerinden koptuklarını bilmez hale geldiler ve bu nasıl bir sistemdir ki birbirlerinden uzaklaştıkları için birbirlerine mükemmel ve çekici gelmeye başladılar...
bu bilinçli sistem olmalı...
çünkü insan elinden bir parmağını kopartınca zaman geçtikçe o kopan parmağı mükemmel ve çekici görecek değil, hani çünkü bunu insan kendisi yaptı, bilincin içindeki bilinç yaptı...

Ve erkek ile kadın birbirlerinden uzaklaştıkları için birbirlerini üstün görmeye başladılar, ama aslında eskiden tek parça olduklarını unuttular...
bu üstün görme sayesinde birbirlerini tekrar bir "öz" oluşturma amaçlı yarı bilinçli bir şekilde çekmeye başladılar...
birbirinden koparak iki türe ayrılan canlılar, tekrar birleşerek nesillerini devam ettirmeye başladılar...

Dikkat çekmek istediğim nokta işte tam burası; insana ne oluyor ki bunu gözden kaçırıp bilinçsiz olan canlılardan bile daha da zor şartlar altına giriyor...
Nedir bu yani fazla bilinç insanı sarhoş mu ediyor da kimse temmelliğin farkına varmıyor, varmak bile istemiyor...

Şu sisteme bakın; tek hücre bölünerek iki farklı türde canlıyı oluşturuyor ve bu canlılar zamanla birbirlerine yabancılaşıyorlar...
bu yabancılaşma beraberinde bir çekim enerjisi getiriyor ve bölünenler tekrar bir araya gelip başka bir canlı oluşturuyorlar...

Bu başka canlı oluşurken iki türden bir bölünme olmuyor ve olmadığı için kadın ve erkek türlerinden başka bir tür canlı oluşmuyor...

Bu tamamen bilinçsiz bir döngü olamaz, çünkü eşit paylar ortaya çıkmıyor, ve ben de soruyorum bu döngüdeki frekans farkları nasıl yok sayılıyor...

Bu şey gibi; bir golf topunu atıyorsun, çukurun yanından geçiyor, gidiyor ama bir müddet sonra geri gelip çukura düşüyor...
Bu çok net belli oluyor insanın var oluş macerası izlendiğinde, biz bilinçli bir sistemdeyiz, çünkü bu döngü sırasında bazı hamleler değişiyor, otomatiğe takılmış bir arabada yol almıyoruz gibi, vites değişiyor...
__________________
kardeş insan hani kuru fasulye cyersin yaa ondan sora sonsuuzz bi enerji meydana gelir öle bi şey anlayamayız uygulamak lazım
 
Yönetici Uyarısı: Mesaj içeriği yazım ve anlatım hatalarına sahip olduğundan yönetim tarafından silinmiştir. Kasıtlı olarak Türkçe'yi yanlış kullanmaya devam etmeniz durumunda siteden atılacaksınız. Lütfen Forum Kurallarını okuyunuz.
 
hiçbir olgu sebepsiz olmaz.şu anda buraya birşeyler yazmam bile biir sebep doğrultusunda oluşuyor.belki zevki tatmin etmek hissidir birşeyler yazmak hissi veren belki de bir konudaki bilgimi paylaşmak isteyişimdir bamna bunları yazmak için sebep olan.Bunun için aslına şöyle diyebiliriz.Sebebini bilerek ya da bilmeyerek milyonlarca karar ve düşünceyi oluşturuyor beynimiz.Saniyede milyonlerca doğa resmi çekebild,iği gibi bu resimlere milyonlarca da yorum getirebiliyor otomatik olarak..Fakat hepsinin temelinde mhakkak bir sebep var.Hayatın temelini oluşturan bir döngüdür bu aslında.bir tarafta talep eden vardır bir tarafta veren.Bu hadise düşüncelerde böyle olduğu gibi hayatı oluşturan bütün sistemlerde de böyledir.yaratılış.kuşkusuz bir sebep neticesinde ortaya çıkmış ve kurucusu bütün insanların kurgu yapmaya çalıştığı kurguları dahi yaratan bir sonsuz güç tarafından olan bir yaratılış.inanç bir ihtiyaç ve hedeftir.sebeptir aslında her soruya cevap bulmak uğrunda insanlara yaşama duyusu sağlayan bir sistem..İnsana mahsus düşünme ve karar verme olgusu her zaman kendinden üstün olan ve daaha iyisi olan bir şey uğrunda ona ulaşmak çabasıyla sürgit bir sistem yaşar.istek dışı olarak yaşantının sebebini anlamaya çalışmaktır bu aslında.ve bu arayışa yani sebebin ne olduğunu anlamaya yaşantısındaki öğrendikleriyle farklı isimler koyar sadece.ve bu arayış milyonlarca farklıo bulguyu meydana getirir;fizik,fen,kimya,astroloji milyonlarca.aslında temelinde ne olup bittiğini güdüsel olarak anlamaya çalışmak hissi vardır.
 
ve kendisine şans verilen bir varlık.sonsuz olan gücü anlayan belkide onu içinde barındıran ve kendinde olan gücü arayan bilmeden bir varlık.yratıcı ilk kim bulmuş acabailk kim karar vermiş bir yaratıcı olduğuna ya da kim nasıl ispatlamış bizim bir yaratıcı var dediğimizi.konuşuyoruz bu kelimelerin bu anlaları içerdiğini kim söylemiş.sonra ifade etmek hissi nasıl oluşuyor neden oluşuyor.sadece bir güç var açığa çıkmak için yer kabuğunda kendine yol bulan kendine müsade eden yumuşak topraklardan sızarak yeryüzüne çıkan kaynak suları gibi açığa çıkmak için bir yol arayan anlamını anlatmakta aciz kalınacak kadar asil ve sonsuz bir güç var sadece insana verilmiş olan.bu aslında bir şereftir.bazı arkadaşlasr bilgilerine belki cehaletlerine o kadar güveniyorlart ki öyle bir yaratıcının olmadığını dahi düşünebilecek kadar alçak ve materyalist düşünebiliyorlar.o kadar gücü olan varsa buyursun bir maddeden can meydana getirsinler.var olan birşey hakkında çıkış yolu aramaktır.çıkış yolu bulununca esas anlama ulaşılır.yoksa maksat enteresan fikir duellosu yada benim düşüncem senin düşünceni yener anlayışlı çocuk oyunu değildir.
 
ekvani demiş ki:
bazı arkadaşlasr bilgilerine belki cehaletlerine o kadar güveniyorlart ki öyle bir yaratıcının olmadığını dahi düşünebilecek kadar alçak ve materyalist düşünebiliyorlar.o kadar gücü olan varsa buyursun bir maddeden can meydana getirsinler.var olan birşey hakkında çıkış yolu aramaktır.çıkış yolu bulununca esas anlama ulaşılır.yoksa maksat enteresan fikir duellosu yada benim düşüncem senin düşünceni yener anlayışlı çocuk oyunu değildir.

Bazı arkadaşlar cehaletlerinden yani her şeyin nedenini sebebini kesinlikle bildiklerine o kadar emindirlerdir ki o yüzdende aksi düşünceyi yok sayan üsluplarını gizil bir nefretle süsleme ihtiyacından kendilerini alamazlar. Asıl Aşağılık olan, "öteki" leştirip küçümsemektir. Bu belkide karşıtlarının gerçek olduğunun da bir ispatıdır. Çünkü doğru bilgi kendini kanıtlarla ortaya koymakla yetinirken, cehalet ona aşağılayıcı etiketler yapıştırmanın ötesine geçemez. Çünkü elinde nefretden başka aracı kalmamıştır. Doğru bilgiyi sadece aşağılama, yok sayma o da olmazsa silah ile susturabilirsiniz. Bunların biri geldimi peşinden aşama aşama da diğerleri gelir hep böyle olmuştur.
Gelelim temelsiz klasik ve artık gına getirmiş dillerde pelesenk olmuş varsayım a;

"buyursun maddeden can yapsınlar efenim madem yokmuş yaratıcı"
Şimdi bir şeyden bir başka şey yapmak eylemi için bir "yaratıcı(lık)" gerekir insanın öz yaşamı açısından bu doğrudur.

Ancak bu "yaratıcılık" biçim olarak insanın alet yapma yeteneğindeki evrim ile alakalıdır insandan önceki varoluş dizgesi içinde bir el maharetiyle iş yapmak manasında dil e yerleşen "yaratıcılık" dan bahsedebilmek olası değildir.

Bu anthropocentric mantık hatasıdır. Doğa eğer heykel yapma mantığı ile oluşumlar yapıyor olsa idi biz doğaya değil doğa bize öykünürdü. Burada doğadaki bazı olguları kendi ihtiyacına göre kısıtlayıp belli tekil hedeflere yönelten insan varlığının; kendi yaşamını tüm gerçekliğin ve varoluşun yegane aynası görme arzusu ve köktenci tek yönlü bakış açısı ile karşılaşırız.
İnsanın "yaratıcı" ve "yaratıcılık" kavramı ile "yaratabildiği" şeyler; saat,binalar,mimari, sanat,bilim ve teknoloji ve daha bir çok olguda kendini gösterir ve alanı sınırlı işlevi de sınırlıdır her an başka bir şey e dönüşme yeteneği yoktur "yaratım" ürünlerinin.
O nedenle doğa sınır tanımaz buna insan beyni ve tasarımları da dahildir. Bu nedenle de metallerin ve taşların bir araya toplanıp, "saat kulesi oluşturma kanunu", "otomobile dönüşme kanunu" ve bunun gibi sadece insan ihtiyaçlarının ürettiği nesneleri yaratan fiziki süreçleri içinde barındırmaz.
Aynı nedenden ötürü bu sınırlandırma ve belirgin amaç için kısıtlanmış formülüzasyonların temellendirdiği mekanik ve teknolojik evrim hiç bir şey yaratamamaktadır. Ağacı yapamazsın sadece büyünmesine yardım eder ve diğer bileşenleriyle buluşturabilirsin. İnsanın "yaratıcılık eylemi" sadece gerçekliğin nasıl çalıştığını anlayıp onun basit bir kısıtlı kopyasını üretebilmeye elverişlidir.
Bu sebeble de duygusuz,kendini kopyalayamayan,yaşama gücü ve arzusu barındırmayan "robotlar" yaratabilir "yaratıcılık eylemi"
Bu noktada "Asimo" ile en basit tek hücreliyi karşılaştırmak, insanın "yaratıcı" olgusunun sınırını belirler. "yaratıcı" "birleştiren" dir. Bu ise sadece insanın alet yapma yeteneği ile ilgili beyin fonksiyonunun ön korteksindeki gelişim ile alakalı bir adaptasyon mekanizmasıdır. Aslanın pençesinin yerini insandda "yaratıcılık" almıştır.
Doğanın kanunları ise bu hedeflerin çok daha ötelerine uzanarak sonsuz tesadüfler silsilesi içindeki çarppışmaları ile maddeyi, bunların çarpışıp bölünmesi ve birleşmeleri ile de enerjiyi ve de ikisinin sürekli dönüşümü içinde cansız ve canlı evrenlere dönüşür.

Tüm bunların sadece insanı etkileyen kendi "yaratıcılık" eylem ve düşüncesi ile doğrudan ilişkisi yoktur. Tüm varoluş içi boş bir kutu ya da topraktan biçimlendirilmiş bir heykel değildir. O varoluşun, içinden oyulduğu benzetmesi ile düşünülen toprak ve onun işlevsel dönüşümü de dahil olmak üzere, insanın tasarımcı zekasına dönüşme hareketinin de bütünlük içinde objektif bir şekilde değerlendirilebilmesi gereklidir. "Yaratıcı" bu noktada insan görünümü ile kısıtlıdır ondan başka hiç bir şeyi açıklamaz yaratıcı olan inssandır sadece. O, herşeyi kendine dönüştürür "yaratıcılık" dediği aslında sadece bundan ibarettir. Bu ise canlının ve doğanın kendini tekrar etme ilkesinin bir niteliğidir sadece.
DNA nın sürekli kendini kopyalaması ile insanın taşı kendine benzeterek heykel yapma sürecine verdiği "yaratıcılık" fiili nitelik açısından aynı şeydir. Bu ise canlının bir özelliğidir yani içinde yaşadığı her şeyi kendi yararlanabileceği, yaşayabileceği biçime dönüştürme yeteneği kazanmasıdır. İtici güç yine kendi varlığıdır. İnsanın tasarım yeteneği de canlının bu özelliğinin bir evrimidir.
Ancak yeterince anlaşılmayan bir konu bu tasarımın da ve "yaratıcılığın" da insanın geçmişten günümüze geçirdiği değişim sürecinin bir parçası olduğudur. İnsan her şeyin yegane ölçüsü değildir. Bu bencil kısırdögüden çıkılmalıdır. Kendi dışındaki her şeyi yok eden düşünceler böyle "yaratılmış" lardır.
 
ifade etmeye çalıştığınız konuyu anlamak için siz olmak lazım bu kesin,kendi anladığınız gibi anlatmakla bir şeyi ifade ettiğinizi düşünüyorsanız ben birşey anlamadım,hayır kendi düşüncenizi söylemekse niyetiniz ilgilenmek gibi bir vaktim yok zaten.bir konuyu evirip çevirmek onu açıklığa kavuşturmak demek oluyorsa sabaha kadar yazmak çok basit,hayır nasıl anlatma kabiliyeti var amaç bunu sergilemek ise kitap yazmak daha mantıklı bir yol olurdu.etkiyi anlatmaya çalışırken tepki göstermek aslında o etkiye destek vermekl oluyor bir yerde.neyse konu yaratılış galiba,şu anda harfi harfiyen söyleyebildiğimiz kelimelerin yada anlam olarak ifade etmeye çalıştığımız düşüncelerimizi nereden öğrendiğimize bakalım.her birimiz muhakkak bir başkasından duydyk ya da bir başkasının yazmış olduğu şeylerden hafızamıza koyduğumuz kadarının sentezi olarak ortaya çıkardıklarımızın bir bütünü olduğunu görüyoruz.fakat biz aslında bir hayvan içgüdüsü olan sahip çıkmak güdüsü olduğunu göreceğiz.aslında bir sahibi olan şeye sahip çıkma.sahibi kim peki ,şöyle basiit basit bakalım ilk öğrendiğimiz sözcüğün nne olduğunu düşünelim ve kimden öğrendiğimizi düşünelim.bu soruya eminim herkes ya anne demiştir,ya da baba demiştir.peki bize öğretilen bu kelimeyi öğretenlere ilk sözcüklerini kim öğretmiştir,bu soruları ta ki en başına ya da en sonuna kadar takşipğ etiğimiz taktirde çıktığımız sonuç yer aslında yaratılış keli
mesini anlatmaya yetiyordur anlayana göre.fakat biz yine ifade etmeye çalışalım,sonuç olarak yartılmak ve yaratıcı sözcüğünü ilk olarak söyleyen ya da öğreten biri olmalıdır.bu sorunun cevabı muhakkak bir öğretici olduğu gerçeğini ortaya çıkarmaktadır.yayaratmak bir fiildir,fiili icra eden bir fail olmak zorundadır peki ilk olarak bu fiili hangi fail yapmıştır.Bizim burada yapmmaya çalıştığımız,yaratılmış olan şeylerle yaratılan ve yaratanın felsefesini yapmak.işte bu noktada insan olarak zan ettiğimiz bu suret bedenlerimiz aslında ilk olarak fiili icfar eden insandan çok uzakta her davranışı ve sözüyle hayvan psikolojisi sergileyen bir canlıdan ibarettir.sevinç,üzüntü,gülmek,ağlamak,kızmak,sakin olmak,aklımıza gelen bütün davranış şekilleri aslında olmayıp bizim sahip çıkarak sizinde dediğiniz gibi aslından uzaklaştırarak evrimleştirdiğimiz ve ismine his dediğimiz olgulardan ibaret oyunlardan başka birşey değiller.asıl olarak insan tek bir amaç uğrunda bir yaratıcı tarafından failin sergilemesini istediği fiili yerine getirmekle mükellef bir varlıktır ve hiçbir özelliği diğer canlılarla benzer olamaz.şimdi sadece şu soruyu soralım her birimiz kendimize eğer insdan isek hayvanlarlla eşit olarak yaptığımız benzer davranış ve psikolojik durumlarımız olmaması gerekir.eğer varsa biz insan değiliz,esas amacını yani ona ilk olarak öğretilimiş olanı yerine getiren varlık insandır.evrim geçirmez ve ilk olarak duyduğuı şekliyle duyduğunu yapar o zaman da diğer yaratılmış olan canlılardan farklı özellikler gösterir.
 
Starship demiş ki;
Bu anthropocentric mantık hatasıdır. Doğa eğer heykel yapma mantığı ile oluşumlar yapıyor olsa idi biz doğaya değil doğa bize öykünürdü. Burada doğadaki bazı olguları kendi ihtiyacına göre kısıtlayıp belli tekil hedeflere yönelten insan varlığının; kendi yaşamını tüm gerçekliğin ve varoluşun yegane aynası görme arzusu ve köktenci tek yönlü bakış açısı ile karşılaşırız.
İnsanın "yaratıcı" ve "yaratıcılık" kavramı ile "yaratabildiği" şeyler; saat,binalar,mimari, sanat,bilim ve teknoloji ve daha bir çok olguda kendini gösterir ve alanı sınırlı işlevi de sınırlıdır her an başka bir şey e dönüşme yeteneği yoktur "yaratım" ürünlerinin.
O nedenle doğa sınır tanımaz buna insan beyni ve tasarımları da dahildir. Bu nedenle de metallerin ve taşların bir araya toplanıp, "saat kulesi oluşturma kanunu", "otomobile dönüşme kanunu" ve bunun gibi sadece insan ihtiyaçlarının ürettiği nesneleri yaratan fiziki süreçleri içinde barındırmaz.

Üstad saat oluşturma kanunu yada otomobil yapma kanunu doğada yoktur demişsin yanlış anlamadıysam.

O zaman doğada neden saat var?
İnsanı doğanın bir parçası yapıyorsun ama onun yaptığı aleti doğanın dışına atıyorsun gibi anladım.Yanlış anladıysam düzeltirsin.

Otomobili yapan insansa ve insanda doğanın bir parçası ise demek ki doğanın bir otomobil oluşturma kanunu var.
Eğer olmasaydı otomobil diye birşleyden bahsedemezdik.

Doğanın insandaki yaratıcılık özelliğini oluşturma kanunuda var o zaman.İnsandaki yaratıcılık özelliği doğanın hangi evrimsel aşamalarıyla oluşuyor bu konuyu da açıklarsanız sevinirim.
(Beynin ön korteksinden bahsetmeden lütfen) 😀
 
Kendi kendisiyle çelişen tümceler silsilesi. Biraz aceleye getirilmiş gibi.
İnsanın hayvanlıktan muaf tutulması tamamen onun beyin evrimi ile alakalıdır. Bazen ufak bir farklılaşma büyük bir avantaj haline gelebilir canlılar arasındaki mücadelede. Eğer hayvanlarla uzun süre vakit geçirip anlamaya çalışırsanız da onların şuursuzca programlanmış otomatik davranışlar gösteren varlıklar olmadığını gözlemlemek kolaydır. Örneğin evinizde beslediğiniz kedi bile öğrenmeye tepkilerinizi takip etmeye ve ona göre sizi etkileyebilecek davranış kalıplarını kavramaya başlar. Çoğunluğun inanmak istediği gibi akıl ın doğadaki ilk öncüşlü insan zihni değildir. Bu milyonlarca yıl sürmüş evrimin bir parçasıdır. Bu noktada insanın evrimleşmediğini söylemek tamamıyla akıl dışı bir tutumdur. Çünkü kendi tarihinde bile insan evrimleşmiştir.

Kaldı ki tüm canlılar öğrenirler ve öğrendiklerini tatbik ederler yeryüzünde öğrenme durumunu yaşayan ilk canlı da insan değildir tüm canlılar öğrenirler. Farklılık konusu ise zincirleme bir değişimin son halkası olarak görünmektedir. Çünkü memelilerdeki gelişmiş uyum mekanizması onları kendilerinden önceki canlılardan avantajlı hale getirmiş ve bu onların sürekli değişimi yanında yeni uyum mekanizmaları geliştirmesini de sağlamış görünmektedir. Örneğin bugünkü türler içerisinde karaya çıkıp tekrar denize adapte olmayı sağlamış familyalar sadece memeliler içinden çıkabilmiştir. (Bknz: Balina ve yunusların evrim mekanizması)

Bütün bunlar dahilinde insanın kendi kendinin nasıl ını sorgulayarak bir "ilk" sorusunu gündeme getirmesi ve tüm varoluşa bir öğretici-yaratıcı yaratma girişimi de maalesef başarısız bir düşünce örneğidir. Çünkü o henüz kendi kökeninin bilincine ulaşmaktan bile tüm bilimsel bilgi ve teknolojisine ve hatırladığı tarihe rağmen aciz iken ortaya böylesi keskin varsayımlar atarak işin içinden çıkabilmek istenmektedir. Ancak olgular göz önüne alındığında bu gerçek dışı varsayımlşar onun duygusal fantazilerinin ve bunların yarattığı mitolojilerin ötesine geçemenelkte bu ise salt bir edebi eser olarak değer kazanabilmektedir. Gerçeğin temsili olarak öne sürülemezler.

Yine bir kısırdöngü içinde evrene, kendi icat edip tasarladığımız ve yine kendimizi içine sokmuş olduğumuz su sişeşinin içinden bakarak ona kesin açıklamalar getirmek sadece su şişesinin çerçevesini çizmektedir maalesef "görünen" i açıklamazlar. İnsanın tüm hayata ortalama 75 yıl olan kendi yaşam süresi açısından açıklamalar getirme alışkanlığını bırakması gerekir çünkü bahsedilen varyasyon ve değişimler açısından alt limit milyon yıllar ölçüsündedir. Bunun yaratıcılık kısmı ise insanın alet yapma tekniği ve bunun vasıtasıyla geliştirdiği nesilden nesile bilgiyi hazır aktarma yeteneği açısından yazıyı bulduktan sonraki son 6000 yılı kapsar ve yenidir. Ancak o günlere ve oradan da bugünlere yine sürekli çevreye uyumu sayesinde ortama göre şekillenerek geliştirmiş olduğu zekası sayesinde olabilmiştir. Fabrikasyon mantık sadece insanın sanayi üretimibne has tır. Doğada dizayn edilip ortama salınan ve hiç değişmeyen bir üretim mekanizması mevcut değildir ve zaten bu insanın onun eksiltilmiş biçimini kullanmasından dolayı gerçekleştirdiği bir eylemdir. Kendi içinde değişme dinamiği ile sürekli farklılaşma durumu yaratıcının öğreticiliği ile açıklanamaz. Bu sadece insanın açıklamasıdır. Fakat tasarımcı zeka ve onun kavramı olan "yaratıcı" öncülü olan içgüdüsel dinamikten ayrı düşünülemez; çünkü bu "can" denen atılımın "sezgi" vasıtasıyla sürekli yenilediği karşılıklı bir etkileşimdir. Eğer ayrı düşünülürse ortaya "bilinçsiz yaşam içgüdüsü" ile programlanmış fakat yaşama atılımı olmayan tamamen ölü ve cansız mekanik robotlar kalmaktadır. Ancak bu bile insanı açıklayamaz çünkü o her ne kadar kendini hayvanlıktan dışlasa da o dünyanın bir parçasıdır. Organlarından,yaşama dinamiğine,ve yaşam ölüm döngüsüne kadar tamamıyla hayvansal özellikler taşır. İnsanın garip bir psikoloji ile reddettiği "hayvan" dan tek farkı kültürü ve yaratıcılık sürecidir.
Ancak insanın yaratıcılığı onun doğayı kavrayıp akan suyu kendi şişesine doldurabilme yeteneğinden ibarettir. Bu özelliği ile o da diğer hayvanlardan farksızdır yani insanın "evrensel bilinç" diye adlandırdığı şey sadece onun hedeflerinden ibarettir. Oysa bunun dışındda evrilen doğa bu amaçtan bağımsız hatta bu şekil yaşama mekanizmalarına değişebilme özelliği ile yaratıcısı zannedilen olgu dan daha eski ve asıl onun nedeni olan bir varoluştur. Yani doğanın yaratıcısından değil,onun içinden çıkmış insanın doğayı kendi yaratıcılık süreçleri ile anlamlandırma arzusubnddan bahsedebiliriz. Bu tamamıyla yanlış ya da kötü müdür? Hayır sadece insan denen memeli hayvanın geleceğini tehdit eden bir uyumsuzluk dışavurumudur. Burada da aslının yerine konmuş ikincil güdülerin yarattığı sanal insan örneklemleri yani mistik ruhlar ve Tanrılar ile karşılırız ki bu dev ve ölümsüz haldeki mitolojik karakterlerden öte bir gerçeklik anlamı taşımaz. Bir sanatçı edasıyla evrenler inşa eden yaratıcılar görürüz. Tüm duygusal eşdeğerini bulma isteğine rağmen maalesef bu binlerce yıllık erk e dayalı ataerkil uygarlığın bir sonucudur. Buradaki "yaratıcı" "mutlak hakim "baba" yı çağrıştırmanın ötesinde değildir. Yine bu aklın değil, aklın akılcı çerçeveye oturtma çabasına giriştiği uyumsuzluğun bir sonucudur. Bu uyumsuzlık ise bambaşka bir konudur ve insanın uygarlık tarihi ile alakalı bir konudur. Kısaca söylemek gerekirse aklın toplumsallaştırdığı insan, ortak bir bilinç için yeni bir varoluş düzeyine geçmiş fakat bu sırada genelin çıkarını gözetirken, gerçek yaşam dinamiklerimnin bir çoğunu da bu uğurda feda etmiştir. Ancak yine de içindeki hareket ettirici öğe bu gerçeğin açıklayıcıları tarafından sürdürülmektedir halen anlatılanı kabullenenler ise sadece yayılmasını dsağlayabilmektedirler onların işlevi de bu olmaktadır.
 
cesareborgia demiş ki:
Starship demiş ki;
Bu anthropocentric mantık hatasıdır. Doğa eğer heykel yapma mantığı ile oluşumlar yapıyor olsa idi biz doğaya değil doğa bize öykünürdü. Burada doğadaki bazı olguları kendi ihtiyacına göre kısıtlayıp belli tekil hedeflere yönelten insan varlığının; kendi yaşamını tüm gerçekliğin ve varoluşun yegane aynası görme arzusu ve köktenci tek yönlü bakış açısı ile karşılaşırız.
İnsanın "yaratıcı" ve "yaratıcılık" kavramı ile "yaratabildiği" şeyler; saat,binalar,mimari, sanat,bilim ve teknoloji ve daha bir çok olguda kendini gösterir ve alanı sınırlı işlevi de sınırlıdır her an başka bir şey e dönüşme yeteneği yoktur "yaratım" ürünlerinin.
O nedenle doğa sınır tanımaz buna insan beyni ve tasarımları da dahildir. Bu nedenle de metallerin ve taşların bir araya toplanıp, "saat kulesi oluşturma kanunu", "otomobile dönüşme kanunu" ve bunun gibi sadece insan ihtiyaçlarının ürettiği nesneleri yaratan fiziki süreçleri içinde barındırmaz.

Üstad saat oluşturma kanunu yada otomobil yapma kanunu doğada yoktur demişsin yanlış anlamadıysam.

O zaman doğada neden saat var?
İnsanı doğanın bir parçası yapıyorsun ama onun yaptığı aleti doğanın dışına atıyorsun gibi anladım.Yanlış anladıysam düzeltirsin.

Otomobili yapan insansa ve insanda doğanın bir parçası ise demek ki doğanın bir otomobil oluşturma kanunu var.
Eğer olmasaydı otomobil diye birşleyden bahsedemezdik.

Doğanın insandaki yaratıcılık özelliğini oluşturma kanunuda var o zaman.İnsandaki yaratıcılık özelliği doğanın hangi evrimsel aşamalarıyla oluşuyor bu konuyu da açıklarsanız sevinirim.
(Beynin ön korteksinden bahsetmeden lütfen) 😀


İlk olarak doğada otomobil olma kanunu yoktur. Doğada saat da yoktur insan olmadan. İnsana ve düşüncesine dönüşen doğal süreçler saati oluşturmuşlardır saat yapan bir saatçi ise doğayı açıklayamamıştır ve o yüzden ona mükemmel demek zorunda kalır. Belli birtakım doğa işlevlerini tepit edip belli bir sınır içindeki belli hedeflere yönelterek oluşturulur saat mekanizması zihinsel işlevler ile. Ama o saatin çok daha ötesine uzanır doğal işlevler o nedenle de kapalı değil açık bir sistemdir doğa. Onu insan kapatmak zorundadır ve kapalı sistemler içinde düşünür. Çünkü insanın tasarım ve yaratıcı yeteneği sadece kendi ihtiyaçlarına yönelik sınırlı bir alanı kapsar. Ancak doğal süreçler değişken ve aşkındır o nedenle de hiç bir saat bir döngüyü tam olarak ölçemez. Çünkü tekdüzelik yoktur doğayı yakalayabilecek bir kesin formülün olamayacağı gibi. Ölçenin niteliğini ölçülen belirler burada da referans doğadır insan zihni ve saat değil. Fakat sonsuz işlev olduğundan zihin bunun bir kısmını saat olarak biçimlendirebilir. Bir kayayı her şekle sokabilir çünkü onun kesin bir sınırı yoktur biçem açısından insana göre de değildir. Ancak insan kendi klonunu düşünmsel veya fiziki açısdan kayaya uyarladığında "yaratma" dan bahseder oysa bu kendi kopyasıdır sadece tüm canlıların yaptığı gibi insan da uyum için benzerlik kurmaktadır.

Doğada saat bulunmaz insanın olmadığı doğal koşullarda. Çünkü zaman da insan içindir. Pulsarlar en mükemmel saatten daha dakiktir çünkü periyodu şaşmaz. Periyot ise doğayı referans alarak oluşturulur. Her şeyde doğayı referans almak zorundayız. "yaratıcı" ise sadece biziz. Yani doğayı dönüştürüp istediği ihtiyacına göre biçimlendiren. Ama doğanın içinden ona benzer sonsuz sayıda kanun çıkarmak mümkündür ve bu da insanın bir özelliğidir yine. Ancak maalesef bütün bunlar insan özelliği olduğundan buna dayanarak doğa nın da "Dev bir insan" tarafından, onu bunu birleştirip var ettiğini düşünemeyiz çünkü bunun açık bir sebebi vardır kavrayışı tekdüze olmayanların kavrayabileceği.

Saat için belli birtakım mekanik kanunları oluşturmak gereklidir ilk önce insanların anlamamakta direndiği nokta da genellikle budur. Sanki insan olmasa doğa işlemeyecekmişcesine insan onu anlayıp tekrar edebildiği için şaşar kalır bununla da yetinmez "düşünüyorum nasıl olur da düşünebilirim bu bir mucize olmalı" der. Hayır bu bir mucize değildir sadece doğada her ne oluyosa insanın beyninin içinde de benzer şeyler olabilmekte ve bu nedenle insan çevresi ile ilişki kurabilmektedir hatta bu karşılıklı ilişkiden bunu da fark edebilmekte ve yaşadığını bilmektedir. Hayvanlar da bilir ama benzetme kurup konuşamaz yani 4 boyutta düşünemezler onlar 3 boyutta biz 4 boyutta düşünürüz bu da ön korteks ile alakalıdır hayır değildir denmek istense de. Yoksa beynimiz geliştiği için insan olduk diyemeyiz ve hayvanlardan akıllı olduğumuzu iddia edemeyiz. Bilindiği gibi insanın en büyük ve nitelik açısından onu diğer hayvanlardan ayıran özelliği beyninin özellikle de ön korteksinde meydana gelmiş değişinmidir. Bunun dışınsda organsal farklılığı yoktur. Fiziksel farklılık ise bununla paralel oluşur. Beyin ile fizik ayrı yerlerde gelişmez ve tüm hayvanlar ve tüm doğa birbirinden farklıdır.



Buradaki yanlış düşünce insanın bütün evreni kendi beynine tıkmaya çalışmasıdır. Anlamak için ihtiyaç duyduğu bu öncül düşünceye saplanıp kalır ve onu bilim olmaktan çıkarıp mutlak kabule dayalı statik bir inanca çevirir bu ise gerçeğin dinamizmine aykıdır.

Satt için geçerli olan mekanik yasalar insanın kendine referans sağlayabilecek kesin bir döngüsel yaratabilmek adınadır. Ancak kesin ve şaşmaz olan nedir saat mi?

Hayır. Burada çok dilkkatli düşünün. İnsanın şaşmazlık referansı her zaman doğa olmuştur. Hiç bir zaman mükemmel saat yapamamıştır tüm saatler sapar. Sapmayan nedir? Tabii ki doğadır insan onun parçası olduğunu kabul eder ve onu yüzde yüz taklide uğraşır. Fakat birden neye uğraştığını unutup bu şaşmazlığı yapan kendisinden sonsuz daha becerikli bir varlık meydana getiriverir. Saat sadece başka bir doğanın beceriksiz taklididir ve elbette insanın maddeyi kullanabilme ve biçimlendirebilme yeteneği vardır. Ancak bu hiçbir şeyi açıklamaz bu insandır ötesi değildir.

Doğanın evrimsel aşamalarının bir sonucudur insanın yaratıcılığı da. Bu noktada insanı doğanın daha öte bir örneğiymiş gibi düşünüp hem doğayı mükemmel olarak görüp, hem de bu mükemmelliği tesadüfi olamaz diyerek biri yapmış olmalı diyerek insan zekası ile betimlemeye çalışmak; üstelik de bu zeka her şeyine rağmen o mükemmellik dediği kendiliğindenliğe ulaşamaz iken son derece çelişik bir mantıksızlık döngüsü olmaktadır. Onu mantıklıymış gibi gösteren aldatmaca kendi kendini kendine ispatladığını iddia etmesidir. Yani tekil bir örnek varoluştan hareketle "tüm oluş" u genellemek. Üstelik ilşkisiz bir biçimde. Şöyleki;

Saat vardır ve mekanizmadır çalışır. Ama sınırlıdır. Doğal süreçler de aynı bilgi çerçevesinde ama çok daha yoğun bir mekanizmadır buna bakıp şaşıran insan "mükemmel" der çünkü saat kesinlikle o kadar mükemmel değildir kendini geliştirmez. Ancak kendini geliştiremeyen saat mantığı ile kendini geliştiren bakteriye şaşkınlıkla bakarak onu yapan müthiş saatçiyi arayan kişi, kendisinin de nasıl saat yapabildiğinin farkında değil demektir. Çünkü tüm canlılar gibi insan da çevreyi kendi ihtiyaçlarına göre biçimlendirmektedir. O küçük bir evrendir.

cesareborgia demiş ki:
Doğanın insandaki yaratıcılık özelliğini oluşturma kanunuda var o zaman.İnsandaki yaratıcılık özelliği doğanın hangi evrimsel aşamalarıyla oluşuyor bu konuyu da açıklarsanız sevinirim.
(Beynin ön korteksinden bahsetmeden lütfen) 😀

Bunu kavradığında doğanın öncül olduğunu kabul edecek misin o önemli. Bin tane örnek verdim bu konuda sana benzer konularda ancak her seferinde sen de dahil hep aynı soru soruldu bilinç öncülsüz bir mutllak varlık olarak düşünüldüğünden:

"Madem öyle bütün bu olgular nasıl ve neden düşünceye dönüşmüş?"

Bunun açıklamasını ön korteksin oluşumu ve canlıların uyum mekanizmaları ve evrimi dışında aramaya çalışmak insanın kendisini mutlaklaştırıp benzerini evrenin de ötesinde arama ve her şeye kadir olma düşüncesinden başka bir anlam ifade etmez benim için. Doğaya sorulacak"neden" sorusunun sonu yoktur her şey birbirine dönüşür. Bakteriden bile ayrı değildir insan işlevsel açıdan. Düşünce diye yüceltilen insan zihninin ise doğanın süreçlerinden başka uğraşabileceği alan yoktur çünkü kendisi de onun üyelerinden birisidir vücudundaki sayısız hücrenin kendisinin olduğu gibi. Sadece boyut farkı vardır. O nedenle de kavrayabilir taklit edebiliriz bunun olması da düşünüyor olmamız da mucize değildir bu nedenle. Kaldı ki mucize diye bir şey de yoktur olasılığın miktarı az olabilir çünkü ve evrende her şey mümkündür. İnsan aklı da buna dahil ve dairdir tıpkı canlının oluşumu ve işleyişi gibi.
 
Starship,
mümkün olduğu kadar mistisizme yaklaşmadan yazılarında kafama takılan yerleri yazıyorum.

1- İnsan doğanın bir parçasıdır ve insanı doğadan ayrı düşünemeyiz demişsin.İnsan doğanın parçası ise onun ürettiği şeyde doğanın bir parçası değilmidir.
"Doğada saat da yoktur insan olmadan" Ama insan var.Bu mantıkla düşünürsek arı olmadan kovan da yok.ama kovan doğanın bir parçası.neden saat doğanın bir parçası değil o zaman.Senin mantığınla;
insanı arıdan(doğadan) ayırmıyorsak,saati kovandan ayırarak birisine doğada var ama diğerine neden yok diyoruz.

2- Tanrı baba figürüdür demişsin starship
Tanrıya atfedilen cezalandırma,ödüllendirme gibi özelliklerin baba figüründen kaynaklandığını varsaysak bile yoktan var etme özelliği baba da yok ki babadan esinlensin.
 
''yok'' sözcüğü anlam ve değer yüklenemeyen nesnel yada hissel algılanamayanlar için kullanılır.eğer bahsedebilecek birşey varsa ortada ,ya da ifade olarak benzetmesini dahi yapabiliyorsak bu şey hem doğada var demektir,hem de bir üretici tarafından üretildi demektir.''yaratmak''sözcüğü ise olmayan birşeyi yani ''yok'' olan birşeyi yani anlam ve değer yükleyemediğimiz bilinmezlikleri var etmek demektir ki bunun ne öncesi vardır ne de sonrası vardır.insan sureti olarak ifade edilmeye çalışılan bizler ,bir evrimleşme sürecinin maddesel karşılığı fizyolojik olguların zincirleme reaksiyonundan ibaretiz.yaşam şartlarına ve kültürel değişikliklere göre adaptasyon gösteren sadece düşüncelerinde var olanlar sentezinde uyum gösterebilen bir mekanizmadan ibaretiz.Bu fiziksel olarak açıklamak gerekirse belki vücudun ifadesini yapabilir.ifadesi mümkün olan şeyler bilinen ve görünen şeylerdir.meydana çıkış olan yani varlığı fiziksel olarak algılanmış olan şeydir var olan şeyler.var olduktan sonra algılanma şekillerine ve algılama üstünlüğüne göre değer kazanabilir ,gelişebilir,ve evrimleşebilirler.fakat bu onların bir başlangıç var oluş noktaları olmadığını ispat etmez.kuşkusuz her var olan şeyin eğer tarafımızca yaşamın bir noktasında algınabiliyorsa bir başlangıç noktası vardır.ilk varoluş noktası olarak onu bizim ilk algıladığımız nokta olarak bakarsak evrimleşme süreci ,değşim sürecini kabul edebiliriz.fakat bir evrim olabilmesi için maddenin bir ilk hali olması gerekir.bu ilk hali ise o maddenin veya her ne ise onun ilşk yaratıldığı andır.bir araba örneği verildi,düşünelim bakalım ilk olarak araba bulunduğu vakit ne zamandır.falan zaman o zamandan bu günümüze kadar olan kısmı için evrim sözcüğğünü kullanabiliriz.peki bu o arabayı bulan ilk kişinin aklına nereden gelmiştir?bu soruya da düşüncelerinde oluşmuş diğer olguların evrimi sonucu başka düşünceler değişim göstererek araba düşüncesiini meydana getirdi denebilir.
 

Geri
Üst