ve bitti... sonra yalnız bir opera başladı. ölü bir yılan gibi yatıyordu aramızda yorgun, kirli ve umutsuz geçmişim. oysa bilmediğin bir şey vardı sevgilim, ben sende bütün aşklarımı temize çektim. imrendiğin, öfkelendiğin, kızdığın, ya da kıskandığın diyelim. yani yaşamışlık sandığın
geçmişim. dile dökülmeyenin tenhalığında, kaçırılan bakışlarda, gündeliğin başıboş ayrıntılarında
zaman zaman geri tepip duruyordu. ve elbet üzerinde durulmuyordu. sense kendini hala hayatımdaki herhangi biri sanıyordun. biraz daha fazla sevdiğim, biraz daha önem verdiğim.
başlangıçta dogruydu belki. sıradan bir serüven, rastgele bir ilişki gibi başlayıp, gün günden hayatıma yayılan, varlığımı ele geçiren, büyüyüp kök salan bir aşka bedellendin.
ve hala bilmiyordun sevgilim, ben sende bütün aşklarımı temize çektim.anladığındaysa yapacak tek şey kalmıştı sana. bütün kazananlar gibi terk ettin.
yaz başıydı gittiğinde. ardından senin için üç lirik parça yazmaya karar vermistim.
kimsesiz bir yazdı, yoktun. kimsesizdim. çıkılmış bir yolun ilk durağında bir mevsim bekledim durdum. çünkü ben aşkın bütün çağlarından geliyordum. sanırım lirik sözcüğü en çok yüzüne yakışıyordu. yüzündeki küskün kedere, gür kirpiklerinin altından kısık lambalar gibi ışıyan gözlerine, çerçevesine sığmayan munis, sokulgan, hüzünlü resimlerine. lirik sozcüğü en çok yüzüne yakışıyordu. yaz başıydı gittiğinde. sersemletici bir rüzgar gibi geçmişti mayıs. seni bir şiire düşündükçe kanat gibi, tüy gibi, dokunmak gibi uçucu ve yumuşak şeyler geliyordu aklıma.
önceki şiirlerimde hiç kullanmadığım bu sözcük usulca düşüyordu bir kağıt aklığına, belki de ilk kez giriyordu yazdıklarıma, hayatıma. yaz başıydı gittiğinde. bir aşkın ilk günleriydi daha. aşk mıydı, değil miydi? bunu o günler kim bilebilirdi? "eylül'de aynı yerde ve aynı insan olmamı isteyen" notunu buldum kapımda. altına saat:16.00 diye yazmıştın, ve 16.04'tü onu bulduğumda. daha o gün anlamalıydım bu ilişkinin yazgısını, takvim tutmazlığını, aramızda bir düşman gibi duran zaman'ı. daha o gün anlamalıydım, benim sana erken, senin bana geç kaldığını. gittin. koca bir yaz girdi aramıza. yaz ve getirdikleri. döndüğünde eksik, noksan bir şeyler başlamıştı. sanki yaz, birbirimizi görmediğimiz o üç ay, alıp götürmüştü bir şeyleri hayatımızdan. olmamıştı, eksik kalmıştı. kırılmış bir şeyi onarır gibi başladık yarım kalmış arkadaşlığımıza. adımlarımız tutuk,yüreğimiz çekingen.körler gibi tutunuyor, dilsizler gibi bakışıyorduk. sanki ufacık bir şey olsa birbirimizden kaçacaktık. fotoromansız, trüksüz, hilesiz, klişesiz bir beraberlikti bizimki. zamanla gözlerimiz açıldı,dilimiz çözüldü güvenle ilerledik birbirimize. gittin. şimdi bir mevsim değil, koca bir hayat girdi aramıza. biliyorum, ne sen dönebilirsin artık, ne de ben kapıyı açabilirim sana. şimdi biz neyiz biliyor musun? akıp giden zamana göz kırpan yorgun yıldızlar gibiyiz. birbirine uzanamayan boşlukta iki yalnız yıldız gibi.
acı çekiyor ve kendimize gömülüyoruz. bir zaman sonra batık bir aşktan geriye kalan iki enkaz olacağız yalnızca. kendi denizlerimizde sessiz sedasız boğulacağız. ne kalacak bizden? bir mektup, bir kart, birkaç satır. ve benim su kırık dökük şiirim sessizce alacak yerini nesnelerin dünyasında. ne kalacak geriye savrulmuş günlerimizden. bizden diyorum, ikimizden ne kalacak?
şimdi biz neyiz biliyor musun? yıkıntılar arasında yakınlarını arayan öksüz savaş çocukları gibiyiz. umut ve korkunun hiçbir anlam taşımadığı bir dünyada bir şey bulduğunda neyi, ne yapacağını
bilmeyençocuklar gibi. ve elbet biz de bu aşkta büyüyecek, her şeyi bir başka aşka erteleyeceğiz. kış başlıyor sevgilim. hoşnutsuzluğumun kışı başlıyor. bir yaz daha geçti hiçbir şey anlamadan. oysa yapacak ne çok şey vardı. ve ne kadar az zaman.kış başlıyor sevgilim
iyi bak kendine! gözlerindeki usul şefkati teslim etme kimseye, hiçbir şeye. upuzun bir kış başlıyor sevgilim. ayrılığımızın kışı başlıyor. giriyoruz kara ve soğuk bir mevsime. kitaplara sarılmak, dostlarla konuşmak, yazıya oturup sonu gelmeyen cümleler kurmak, camdan dışarı bakıp puslu şarkılar mırıldanmak... böyle zamanlarda her şey birbirinin yerini alır. çünkü her şey bir o kadar anlamsızdır. içimizdeki ıssızlığı dolduramaz hiçbir oyun. para etmez kendimizi avutmak için bulduğumuz numaralar. bir aşkı yaşatan ayrıntıları nereye saklayacağınızı bilemezsiniz. çıplak bir yara gibi sızlar paylaştığınız anlar, eşyalar gözünüzün önünde durur
birlikte yarattığınız alışkanlıklar. korkarsınız sözcüklerden, sessizlikten de. bakamazsınız aynalara,
cağrışımlarla ödeşemezsiniz, dışarda hayat düşmandır size. içeride odalara sığamazken siz, kendiniz, bir ayrılığın ilk günleridir daha. her şey asılı kalmıştır bitkisel bir yalnızlıkta. gün boyu hiçbir şey yapmadan oturup kulak verdiğiniz saat tiktakları kaplar tekin olmayan göğünüzü.
geçici bir dinginlik, düzmece bir erinç, suyu boşalmış bir havuz, fişten çekilmiş bir alet kadar tehlikesiz bakınıp dururken duvarlara, boş bir çuval gibi, çalmayan bir org gibi, plastik bir çiçek, unutulmuş bir oyuncak, eski bir çerçeve gibi, hani, unutsam eşyanın gürültüsünü, nesnelerin dünyasinda kendime bir yer bulsam, dediğimiz zamanlar gibi; kendimizin içinden yeni bir kendimiz çıkarmaya zorlandığımız anlar gibi yeni bir iklime, yeni bir kente, bir tutkunluk haline, bir trafik kazasına, başımıza gelmiş bir felakete, işkenceye çekilmeye, ameliyata alınmaya kendimizi hazırlar gibi. yani dayanmak ve katlanmak için silkelerken bütün benliğimizi, ama öyle sessiz baktığımız duvarlar gibi olmaya çalışırken,ve kazanmış görünürken derinliğimizi
ne zaman ki, yeniden canlanır bağışlamasız belleğimizde bir an'ın, yalnızca bir an'ın bütün bir hayatı kapladıgı anlar o tiktaklar kadar önemsiz kalır şimdi hayatımıza verdiğimiz bütün anlamlar.
denemeseniz de, bilirsiniz, hiç yakın olmamışsınızdir intihara bu kadar. bana zamandan söz ediyorlar. gelip size zamandan söz ederler. yaraları nasıl sardığından, ya da her şeye nasıl iyi geldiğinden. zamanla ilgili bütün atasözleri gündeme gelir yeniden. hepsini bilirsiniz zaten,
bir işe yaramadığını bildiğiniz gibi. dahası onlar da bilirler. ama yine de güç verir bazı sözler, sözcükler, öyle düşünürler.bittiğine kendini inandirmak, ayrılığın gerçeğine katlanmak, sırtınızdaki hançeri çıkartmak, yüreğinizin unuttuğunuz yerleriyle yeniden karşılaşmak kolay değildir elbet. kolay değildir bunlarla baş etmek, uğruna içinizi öldürmek. zaman alır. zaman,
alır sizden bunların yükünü. o boşluk dolar elbet, yaralar kabuk bağlar, sızılar diner, acılar dibe çöker. hayatta sevinilecek şeyler yeniden fark edilir. bir yerlerden bulunup yeni mutluluklar edinilir. o boşluk doldu sanırsınız, oysa o boşluğu dolduran eksilmenizdir. gün gelir bir gün
başka bir mevsim, başka bir takvim, başka bir ilişkide o eski ağrı ansızın geri teper. dilerim geri teper. yoksa gerçekten bitmişsinizdir. zamanla yerleşir yaşadıkların, yeniden konumlanır, çoğalır anlamları, önemi kavranır. bir zamanlar anlamadan yaşadığın şey, çok sonra değerini kazanır.
yokluğu derin ve sürekli bir sızı halini alır. oysa yapacak hiçbir şey kalmamıştır artık. mutluluk geçip gitmiştir yanınızdan. her şeye iyi gelen zaman sizi kanatır. ölmüş saadeti karşılaştır yaşayan mutsuzlukla. günlerin dökümünü yap. benim senden, senin benden habersiz alıp verdiklerini kim bilebilir ikimizden başka? sözcüklerin ve sessizliklerin yeri iyi ayarlanmış
bir ilişkiyi, duyguların birliğini, bir aşkı beraberlik haline getiren kendiliğindenliği yani günlerimiz aydınlıkken kaçırdığımız her şeyi bir düşün. emek ve aşkla güzelleştirilmiş bir dünya şimdi ağır ağır batıyor ve yokluğa karışıyor orada. ölmüş saadeti karşılaştır yaşayan mutsuzlukla. bunlar da bir işe yaramadıysa demek yangından kurtarılacak hiçbir şey kalmamış aramızda. bu şiire başladığımda nerde, şimdi nerdeyim? solgun yollardan geçtim. bakışımlı mevsimlerden, ikindi yağmurlarını bekleyen yaz sonu hüzünlerinden. gün günden puslu pencerelere benzeyen gözlerim geçti her çağın bitki örtüsünden. oysa şimdi içimin yıkanmış taşlığından bakarken dünyaya yangınlarla bayındır kentler gibiyim. çiçek adlarını ezberlemekten geldim. eski şarkıları,
sarhoşların ve sucluların unuttuklarını hatırlamaktan. uzun uzak yolları tarif etmekten. haydutluktan ve melankoliden. giderken ya da dönerken atlanan eşiklerden. duyarlığın gece mekteplerinden geldim. bütünlemeli çocuklarla geçti gençliğimin rüzgara verdiğim yılları. dokunmaların ve içdökmelerin vaktinden geldim. bu şiire başladığımda nerde, şimdi nerdeyim?
yaram vardı. bir de sözcükler. sonra vaat edilmiş topraklar gibi sayfalar ve günler. ışık istiyordu yalnızlığım. kötülükler imparatorluğunda bir tek şiir yazmayı biliyordum. ilerledikçe...kaybolup gittin bu şiirin derinliklerinde. aşk ve acı usul usul eriyen bir kandil gibi söndü daha şiir bitmeden. karardı dizeler. ask...bitti. soldu siir. büyük bir şaşkınlık kaldı o fırtınalı günlerden.
daha önce de başka şiirlerde konaklamıştım. ağır sınavlar vermiştim değişen ruh iklimlerinde.
aşk yalnız bir operadır, biliyordum: operada bir gece uyudum, hiç uyanmadım. barbarların seyrettiği tarapezlerden geçtim. her adımda boynumdan bir fular düşüyordu, el kadar gökyüzü mendil kadar ufuk birlikte çıkılan yolların yazgısıdır. eksiliyorduk. mataramda tuzlu suyla, oteller kentinden geldim. her otelde biraz eksilip, biraz artarak, yani coğalarak. tahvil ve senetlerini intiharlarla değiştirenlerin, birahaneler ve bankalar üzerine kurulu hayatlarında ağır ve acı tanıklıklardan geçerek geldim. terli ve kirliydim. sonra tımarhanelerde tımar edilen ruhum
maskeler ve çiçekler biriktiriyordu. linç edilerek öldürülenlerin hayat hikayelerini de...
korsan yazıları, kara şiirleri, gizli kitapları ve açık hayatları seviyordu. buraya gelirken uzun uzak yollar için her menzilde at değiştirdim. atlarla birlikte terledim yolları ve geceleri. ödünç almadım hiç kimseden hiçbir şeyi. çıplak ve sahici yaşayıp çıplak ve sahici ölmek için. panayır yerleri...panayır yerleri... ölü kelebekler...ölü kelebekler... sonra dünyanın bütün sinemalarında bütün filmleri seyrettim. adım onların adının yanına yazılmasın diye acı çekecek yerlerimi yok etmeden acıyla baş etmeyi öğrendim. yoksa bu kadar konuşabilir miydim? ipek yollarında kuzey yıldızı, aşkın kuzey yıldızı, sanırsın durduğun yerde ya da yol üstündedir. oysa çocukluktan kalma gökyüzünde hileli zar ölü yanardağlar, ölü yıldızlar ve toy yaşın bilmediği hesap: ışık hızı.
aşkın bir yolu vardır. her yaşta başka türlü geçilen aşkın bir yolu vardır. her yaşta biraz gecikilen
gökyüzünde yalnız bir yıldız arar gözler. gözlerim aşkın kuzey yıldızıdır. bu yazları daha iyi görülen ben, öteki, bir diğeri ona doğru ilerler, ilerlerim. zamanla anlarsın bu bir yanılsama. ölü şairlerin imgelerinden kalma. sen de değilsin. o da değil. kuzey yıldızı daha uzakta. yeniden yollara düşerler. düşerim. bir şiir yaşatır her şeyi yaşamın anlamı solduğunda. ben yoluma devam ederim. bitmemiş bir şiirin ortasında darmadağınık imgeler, sözcükler ve kafiyeler. yaşamsa yerli yerinde. yerli yerinde her şey. şimdi her şey doludizgin ve çoğul. şimdi her şey kesintisiz ve sürekli bir devrim gibi. şimdi her şey yeniden yüreğim. o eski aşk kalesi yepyeni bir mazi yarattı sözcüklerin gücünden. dönüp ardıma bakıyorum. yoksun sen. ey sanat! her şeyi hayata dönüştüren...
Murathan Mungan