Daha okula başlamadan evvel babam bana bir klavye almış belki bizim çocuğun içinden de bir Richard Clayderman çıkar diye umarak. Ama başına her oturduğumda birileri "Eski Dostlar'ı çalsana, Sevemedim Karagözlüm'ü çalsana vs..." dediği için çabuk soğumuşum aletten.
Sonra yıllar geçmiş, 6. sınıfa gelmişim, Barış Manço'ya hastayım ve gitar çalmak istiyorum. Babamın karşısına dikiliyorum, babam zaten destekliyor, hay hay diyor, alırız bir gitar. Okula gidiyorum, müzik dersinden hemen önce teneffüste öğretmenle konuşuyorum alırken yardım eder mi diye. Tabii ki edermiş. Hatta arkadaşımız Uğurcan sınıfa gitarını getirmiş, birazdan derste çalacakmış, ben de görmüş olurmuşum. Ders başlıyor, Uğurcan gitarı çıkartıyor ve çalmaya başlıyor. Peki ne çalıyor? Galatasaray marşlarından birisini çalıyor Uğurcan ve benim gibi okul önlüğünün altına bile Beşiktaş forması giyen bir velet haliyle anında gitardan soğuyor. Alacağın olsun Uğurcan.
Sonra yine yıllar geçiyor, lise yıllarında yazları Marmaris'te fotoğrafçılık yapıyorum, birçok turistle muhabbet etme imkanım oluyor. Bu turistlerden 2 kişi bende ciddi etki yaratıyor; Biri Yulia diye metalci bir Rus kardeşimiz, beni Aria ile tanıştırıyor ve bu grup içimde çok feci bir şekilde sahneye çıkıp çalma isteği uyandırıyor;
Diğeri ve asıl önemli olanı ise Tommy, metalci bir macar. Cayır cayır elektro gitar çalıyor ve çalmakla kalmayıp beni de teşvik ediyor. Çocuk Marmaris'te geçirdiği 3 haftanın hemen hemen her gününü benimle içerek, poker oynayarak ve gitar videoları izleterek geçiriyor. Haliyle deli gibi hevesleniyorum, çalarım lan ben diyorum. Zorla katlandığım Marmaris günleri bitip de eve dönünce bakıyorum ki kardeşime yeni telefon alınmış. Gamze Özçelik ve kafası kesilen Rus asker videosuyla ünlenen o yumurta gibi Nokia'dan almışlar, bana da alacaklarmış da paraları yetmemiş, ama mutlaka alacaklarmış az bekleyeymişim.
O zamanlar ciddi maddi sıkıntılarımız var. Bana telefon almayın, gitar alın diyorum. Hem 1/10 fiyatına, hem de işime yarar. Babam bu paraya tamah etmeyen cevval tavrımdan çok etkileniyor ve haftaiçi işinden izin alıp Unkapanı'na gidiyor bana bir klasik gitar almaya. "Abi" diyorlar, "Bak bu gitar çok iyi bir gitar, 200 lira, ama şurasında hafif vuruk var diye 100'e satıyoruz". Şimdi 200 liralık gitardan zaten ne olur demeyin genç kardeşlerim, zira o zamanlar doların 1,60'larda seyrettiği, 4000 liraya Gibson Standard satın alabildiğiniz zamanlar. Henüz tarikatler ve cemaatler güzel ülkemin üzerine çökmemiş, ülkenin en büyük falsosu teneffüslerde cep telefonlarına yükledikleri "Hayalet Sevgilim"i yüksek sesle açıp çevreye dinleten liseli kızlar... İşte bu ortamda bir akşam yine dersler sağolsun iyice uykumu almış ve enerjik bir halde eve geliyorum ve televizyonun yanına dayanmış siyah gitar kılıfını görüyorum; "OV MAY GAD MAY YARABBİ!!" nidalarıyla saldırıyorum alete. Zeki bir çocuk olduğum için hemen "gitarın uzun ve dar kısmındaki demir çubuklar"ın ne işe yaradığını sorgulamaya başlıyorum kendi kendime.
"Abi kursa gitmene hiç gerek yok, ben sana öğretirim" diyen Bora'ya kanıp hiçbir kursa yazılmıyorum, fakat gitarımı okula götürdüğümde öğle aralarında bana öğreteceğine söz veren Bora daha ziyade kızların istek parçalarını çalıyor, ama topu bana atarak; "Cenk izin verirse çalayım, ona öğretecektim çünkü"... Lan hıyar, 16 yaşındayım, kanımın vücudumda en çok hangi duraklara uğradığı belli, hangi kızı reddedebilirim? Uyanık böyle böyle piyasa yaparken canıma tak ediyor, yeter lan diyorum, kendim öğrenirim ben bu aleti. 1 yıl boyunca hep kendi başıma, yavaş yavaş öğreniyorum. Basit akorlu parçaları çalabilecek seviyeye geliyorum ki klasik gitarı sevmediğimi, elektro gitara ihtiyacım olduğunu farkediyorum. Bu önemli kararımı gidip babama açıklıyorum, belki benim biriktireceğim paranın üstüne biraz da o katar ve kaliteli bir alet alabilirim diye. Fakat babam şiddetle karşı çıkıyor. Kibar bir piyanist olmasını hayal ettiği evladının gözlerinin önünde siyahlar giyen bir ucubeye dönüşmesini kaldıramamış. Oysa yine kibarım, ben aynı benim. Kibarca ısrar ediyorum, ben yardım etmem diyor. Ya senin paranı da istemiyorum, kendim çalışıp alırım diyorum, o aleti eve sokmam diyor. Diplomasi yeteneğimin sınırına geldiğimi hissettiğimde dedemden yardım istiyorum; "Dede, senin bu oğlun dayak istiyor, rica etsem döver misin?".
Bu inatlaşma üzerine babamla muhabbeti kesiyorum. Evde suratına bakmıyorum. Yemek masasına zaten oturmuyorum. Liseliyim ve ergenim oğlum ben, kimle inatlaştığını sanıyorsun? Derken annemden sürpriz haber geliyor, "Dayın aradı ikna etti babanı elektro gitara". Kafamda soru işaretleri... Her Almancı gibi fantazi-arabesk dinlediğini sandığım dayım meğer dünyaca ünlü rock/metal gruplarına roadie'lik yapıyormuş. Bak diyor elindeki fotoğrafta yanında duran adamı göstererek, şu herif benden fazla viski içebiliyor. Şu dediği adam Lemmy Kilmister. Beni Led Zeppelin'le, Deep Purple'la, Motörhead'le, Saxon'la hep dayım tanıştırıyor. Yaz geliyor, bir an önce yaz bitsin de kurtulayım dediğim Marmaris'e bu sefer koşa koşa gidiyorum, 3 ay para biriktiriyorum ve şu aşağıdaki aletleri alıyorum;
Yamaha RGX420DZII Elektro Gitar
Laney LX20R - Elektro Gitar Amfisi
Bu gitar ve amfiye o zamanlar ödediğim toplam ücret 950 lira
🙂 Sağolsun Senkop'tan Ünsal abi ne kadar hevesli olduğumu görüp indirim de yapmıştı biraz.
O zamandan bu zaman elimden bir sürü gitar geçti. Amerikan Jackson, Japon Ibanez, Japon ESP vs. Hepsi de gitti, satıldı. Satılmayan tek gitar, babamın aldığı o ilk gitar arkadaşlar. İlk zamanlar kaliteli sandığım, fakat sonradan babamı feci kazıkladıklarının farkına vardığım, pazarda 40 liraya almayanı dövdükleri o gofretten yapılma gitar. Babam hala çok kaliteli bilir, hiç söylemedim üzülmesin diye ne kadar adi bir alet olduğunu
🙂
Dayımı ise geçen hafta genç yaşında kaybettik, hayatımda tanıdığım en iyi yürekli insanlardandı, toprağı bol olsun.