İnsan değişiyor. Hadi lan, harbi mi demeyin hemen, durun az; hem gözlerinizi hem de beyninizi skertmek istiyorsanız dinleyin.
Uzun yolda, otobüste hayatta uyuyamazdım ben. Normal otobüsü diyorum, deplasmana gidileni değil... O 12 saatlik yolculuklarda 5 dakika gözümü kırpmışsam şanslı sayardım kendimi. Şimdilerdeyse, buna geçen gece de dahil, son 3 senedir uçağa bilet bulamamaktan ya da yanımda fazla bagaj olmasından kaynaklı yaptığım 6-7 otobüs yolculuğunun hepsinde fosur fosur uyudum. Molada dahi kalkmadım yerimden.
Artık, acaba gece o hiç tanımadığım 40 insandan hangisinin horlama sesini duyacağım düşüncesiyle otobüse binen kimseden; horlarsam da sefam olsun - bunca sene ben onları dinledim biraz da onlar beni dinlesin (diyemesem de) düşüncesinden hareketle takılan kimse kıvamına geldim. Vurulsun davullar, çalınsın zurnalar ey ahali! Hayatta bir konuda, ulan tek bir konuda gamsız olayım bari dedim, onu da otobüste gönül rahatlığı ile uyumak suretiyle yarım şekil başardım. Ne derece önemli bir gamsızlık, hatta bir gamsızlık mı, bilemiyorum.
Kendimce yol gruplarım vardı benim; o yıllardır bitmeyen, muavinlerin sabah 05.00'te -2 derecede Afyon otogarında otobüsü bulamayan yolcuları kovaladığı, o saatler süren yolculuklar boyunca hep dinlediğim.
Yolda Agent Steel severdim en çok; henüz uçağa binecek kadar serpilmediğimiz yıllarda, özellikle böyle açık ama soğuk, ayın da tüm ihtişamı ve güzelliği ile görüldüğü yolculuk gecelerinin sabaha karşı saatlerinde müthiş bir haz verirdi bana onları dinlemek. Ay ışığı ve ışığın gizemlice inceden aydınlattığı yol kenarındaki ormanlık alanlar gözümün önündeyken, bu abilerin bilim kurgu ve uzay dolu şarkıları içine çekerdi beni. MP3 mü? Ne MP3'ü kardeşim? Çıkmamıştı daha onlar. Yola çıkmadan önce arşivden özenle seçilen 30 kaset veya CD için ayrı bir çanta yapılır ve o çanta şakır-şukur sesleriyle otobüsün içine yanımıza alınırdı.
Bazen ağzına bir arpa tanesi atıp verandanın ufak gölgeliğinde gitarını tıngırdatan ve bağ bahçeyle uğraşan kişi triplerine girerdim ki; bu Lynyrd Skynyrd zamanı demekti. Yanık sesli bir vokal, hemen arkalarında uyumsuzluğun uyumunu bulmuş o enstürmanlar... Bir ergene her şeyin sert gitar ve distorsiyon olmadığını öğretmesi açısından ne güzel gruptur Skynyrd. Biraz daha yakından bakınca insan anlar aslında ABD'nin "Anadolu Rock" yapan grubu olduğunu. Dağdan, ırmaktan, sıladan, nehirden bahseder abiler. Ama müzikleri güzel kardeşim; bizimkiler gibi 1 pedal 2 lead notası değil ki. Alır götürür uzaklara.
Sonra bir de Queensryche var tabii... Albümleri kronolojik sırayla dinleyince sesini kaybeden Geoff Tate'e üzülürdü insan o zamanlar; ama o kadar karakteristik özellikleri olmamasına rağmen kendilerine has bir etkileyicilikleri vardı her zaman. Bu otobüsler içinde geçen yıllarda bir tane bile yolculuğum yoktur ki The Warning'i baştan sona dinlememiş olayım. Hepsinde dinledim, hepsinde. Koltukların arkasında o film seyredilmesini sağlayan katakulliler gelmeden evvel, biz yolda Queensryche dinleyenler olarak film izler gibi dinliyorduk, film yerine geçecek o hikayesel albümleri. En öndeki tüplü ekran sayılmaz lan, onda görüntü hep gidip geliyordu.
Fosur fosur uyudum geçen gece otobüste, evet. Ama saat tam 04.00'te, İnönü Stadı'nı bilenler için anlatır misali şehirlerarası karayollarını bilenler için konuşuyorum, Afyon'da McDonalds'ın hemen bitişiğindeki kırmızı ışıkta durduk. Saati tam olarak verebiliyorum, zira otobüslerin o kırmızı puntolu saatleri mütemadiyen bozuktur, adeta bozuk ve ayarsız olsunlar diye üretilmişlerdir; ama dün hayatımda ilk defa dakikası dakikasına doğru bir otobüs saatine denk geldim. Bu da not edilsin, başlı başına bir milattır. Varsa itirazı olan, söylesin.
Evet tam 04.00'te durduk. Daha doğrusu durur durmaz aniden gözlerimi açtım ve saatle göz göze gelince saatin tam 04.00 olduğunu gördüm. Uykulu gözlerimi, onları taciz eden ışıkların kaynağına, yani sağ taraftaki McDonalds'a doğru çevirdiğimde ise, yanımda kimsenin oturmuyor oluşuna şükrettiren cinsten bir hoplama geldi. Ya kusura bakmayın da küfür edeceğim; o amına kodumun McDonalds maskotu yok mu ne onun adı, ulan sabah 04.00'te dükkan açık mı bilmiyorum da onu niye spotun tam altına koyarsın. Hadi spotun tam altına koydun, niye suratını çevirip cama yapıştırırsın. Bunu yapanı ayın elemanı seçecekleri o gün gelecek ya... İşte ben o gün kafayı yerim.
Bak o kadar yolda dinlemeyi sevdiğimiz grupları; geceden, aydan ve ormandan bünyeye zerk olan hissiyatları; yoldaki uyku düzenimde son senelerde yaşadığım olumlu gelişmeyi; yani hepsini ne güzel paylaştım. Çok cici bir moddayız. Peki o maskotun orada ne işi var abicim o şekil? Aklımı aldı yemin ediyorum. Yüzü boyalı Joe Davola'dan, are you still scared of clowns? sorusunu işiten Kramer'dan beter olduk şehirlerarası yolda.
Velhasıl ben en yakınlarıma bazı laflar söyledim, bazı gerekçeler anlattım ve bu yolculuğa çıktım. Aradan 1 gün geçti ki, bu dediklerimin hepsini yuttum. Bu saatten sonra gerçekten kendime olan saygım azaldı. Çocukken yapmadığım hareketleri yaptığımı görüyorum ne yazık ki. Kurt Cobain'in intihar triplerinde filan değilim ama... Şu psikolojik problemler olaylarını düşündüm geçen gün. İlaç isimlerini filan. Hayatında grip olunca ilaç içmeyen ben, artık çözümü bunlarda arar olacağım gibi... Yaklaşık 1 gün önce belki de bir geleceği çöpe atarak ne idüğü belirsiz bir yola sırf bazı özlemleri bastırabilmek adına geri döndüm. Ben bu kafayla falcıya da giderim. Allah herkes hakkında, hepimiz hakkında hayırlısını nasip etsin. Amin.
Bundan sonra ben deliyim olum. Ailenin de forumun da delisi benim. Bugüne kadar ben düşündüm, ben idare ettim; artık siz düşünün... O espritüellik kisvesi altında inceden inceye laf soktuğunuz enstürman alım-satımı kelimelerinize de ayrıca yazacağım ilgili başlıkta. Hadi bakalım.