Raporluyorum

Bütün o sporla sağlıklı beslenmeyle ilgili yazdıklarını bir cümlede çürütüyorum şimdi bak gör. Bizim bir arkadaş var gayet götlü göbekli ve de benim gibi miyop. Adamla Yoğurtçu parkında top oynadık uçan vole mi yapmadı o cüsseyle röveşata mı denemedi. Sen hala ne anlatıyorsun lan spormuş fitnessmış 😀

Fakat şaka bir yana spor çok şukela birşey gerçekten. Sonuç alıp değişim yaşadığını hissetmen uzun sürebiliyor ama o günler geldiğinde duyduğun başarmışlık ve özgüven hisleri için bile değer.
 
kale muhabbeti iyiymiş 🙂
hakkatten eskiden en kötü oynayan kaleye geçerdi, o da binbir tiribe girerdi, küserdi falan 🙂
en son benim biraderlerin tayfayla halı saha maçı yapmıştım da hatırlamak bile istemiyorum, işin tekniğini falan geçtim, 6. dakkada dil dışarı çıkmaya başladı, oramı buramı tutmaya başladım, uzaktan gören binbir tane hastalığı var herhalde bu çocuğun der, apandis şişti, nefes zar zor alıyorum, değil koşmaya adım atacak halim kalmadı, kaleye geçiyorum, tam dinlenir gibi oluyorum, gaza gelip tekrar oyuna giriyorum yine aynı terane.
en son rakipten birine çalım atacam diye topun üstüne basıp düştüm, 2-3 dakka sonra aynı çalımı bir daha deneyip başarılı oldum ama bu sefer de kaleye şut çekerken ayağımdan ayakkabı havaya fırladı ki o gündür bugündür halı saha maçı yapmıyorum 🙂
spor yapmama, ham kalmak çok bok birşey hakkat 🙁

kadın bugün aradı, "geçen hafta yaptığımız iş görüşmesinden size olumsuz cevap vermek durumundayız, başka pozisyon için uygun görülürseniz tekrar sizinle irtibata geçeriz" cümlesini bir robot gibi söyleyip tak kapattı 🙂
hayatımın en hızlı iş görüş değerlendirmesini yaşadım, 5 günde yaşandı bitti saygısızca 🙂 aramaları yine iyi, güzel birşey lan, çoğu aramıyor çünkü. demek excel sınavında baya bi sıçmışız, ulan para kazandığım programı kullanamadım iyi mi, neyse durmak yok yola devam, daha çok başvurulcak yer vardır elbet 🙂
 
Kardeşim sonuçta bu hayatta her şey kondüsyonla, alışkanlıkla ilgili. Bu futboldan/basketboldan tut da sekse kadar böyle. Ne kadar idman şansı bulursa o kadar iyileşir insan. Forum üzerinden karı kız dümenlerini anlatmayalım fakat işi bırakıp buraya geldiğimden beri basketbol şutumu görmeniz lazım mesela. Mk orta okulda/lisede böyle şutum olsa okul takımına girerdim lan, şimdi zaman bol ya durmadan oynuyorum, attığım giriyor ama bu saatten sonra ne fayda?

Geleyim de sizin Bayrampaşa sahasında bir maç ayarla, bir kez daha çimde futbol oynamanın keyfine varalım. : )

Bu arada kaleci demişken, ıstavroz çıkarttıran cinsten bir gol var burada:

http://www.ligtv.com.tr/haber/begovicten-kaleden-kaleye-gol
 
yuhh gole bak, kaleci de ne hıyarmış ya (golü yiyen tabi 🙂 ).

Bayrampaşa'da topçular zor antrenman yapıyor, bize ne hacet 🙂 bu arada dün Ankaragücü'nü yendiler 1-0 kendi evlerinde 🙂
 
Benim kafam hesap kitap işlerine pek basmaz. Okulda da iyi değildi zaten matematiğim; sınav sonuçları açıklanırken, 99 aldım lanet olsun hesabı dalga geçtiğimiz o dersleri ya kopyayla ya da öğretmenlerimin beni sevip kıyak yapması neticesinde geçebildim. O 99 triplerimizin kendimize saygısızlıktan öte en başta orada bize bir şeyler öğretmeye çabalayan öğretmene saygısızlık olduğunu çok sonradan idrak ettik elbet. Ne bilelim, çocuktuk ve eğleniyorduk. Belki de kendimizle dalga geçebilişimizin ilk göstergeleriydi onlar, bunun kararını psikologlar versin biz mi uğraşalım mk?

Yani şunu demek istiyorum ki; kazıklamaya niyetlenirseniz doğru adreslerden biriyim ben. Ama haddimi bilirim, ekstreleriyle uğraşamayacağım kredi kartlarım veya çektiğim krediler sayesinde banka personelleriyle kurmuş olduğum samimi ilişkilerim filan yoktur.

Ulan örneği verecekken bile hesabın içinden çıkıp da doğru rakamları yazamadım şuraya, durumu siz anlayın artık; hani siz bir şeyin parasını öderken, 1 liranız var mı, ben size şu kadar vereyim der ya çalışan kişi; hah işte o cümleyi kasanın diğer tarafından ben hiç kuramadım lan. Yanında hatun, kitap mitap artık her ne almışsan onun parasını ödeyecekken, başvuramadım ben hiç bu pratik ve havalı kısayola.

Denedim bir kere, yalnızdım hem de, çalışana sempatimiz var kolaylık olsun dedim hani; ama bu sefer doğru yapma isteğinin verdiği o heyecanla, 1 lira ya da 50 kuruş verebilirim dediğimde durum tam tersiydi be dostlar. Neden 1 lira vereceksiniz ki? diye sordu kasadaki kişi, ha doğru ya dedim, bir saniyeliğine kafam karışmış gibi.

Aynı zamanda hiç oyun da bilmem ben. Kart oyunları, tavla, okey; artık aklınıza ne gelirse hiç birini bilmem. Damayı biliyordum; geçen ay kuzenimle oynayayım diye başına oturdum, taşları nasıl dizip hangi yönlere hareket ettirebileceğimizi unuttuğumu fark ettim. Allahtan kuzenim 9 yaşındaydı da karizmamın çizildiğini fark edemeden kendi uydurduğum bazı komutları oyunun gerçek kurallarıymış gibi yedirdim puşta. Pişti biliyorum sanırdım; meğer onda da sayma kurallarını yanlış biliyormuşum, her el herkesi tokatlayınca ortaya çıktı bir gün. Elimdeki tüm kartları sayıyordum, meğer hepsinin ayrı bir puanı varmış, kimisinde hiç puan almıyormuşsun. Çok iyi oynayıp hep kazanan durumundan, oyunu hiç bilmeme sınıfına o inişimi bir düşünün. Ya öyle işte. Çok acıydı be.

Düşün şimdi, yani bir daha düşün; bu ciddi ve parasına oynanan bir oyun olsa, anlatabilir miydim vallahi bilmiyordum diye? İnanırlar mıydı? Kevgire çevirirlerdi şerefsizim. Lock Stock and Two Smoking Barrels'ın Türk versiyonunu çekerdik kendi çapımızda... Allah ders almanın da hayırlısını nasip etsin, amin. Piştiyi son oynayışımdı bu anlattığım, sene 2003 - aynı zamanda iyi oynadığım son FIFA serisinin de senesidir; ama bunun konuyla pek bir alakası yok.

Bazen düşünüyorum, dün de bu düşünmeyi sağlayan anlardan birini yaşadım, acaba hesap kitap işlerinden pek çakmayışımla hiç bir oyunu bilmeyişimin arasında bir bağlantı olabilir mi dedim?

Dün gece arkadaşın evinde oturuyoruz, o artık evli ve çocuklu, dünyalar güzeli 2 yaşında bir kızı var. Elalemin çocuğu yemek yemez, bu yemeye doymuyor, sürekli yeme peşinde ve bir müzik duysun anında döne döne dans etmeye başlıyor... Neyse konuyu dağıtmayalım; saat 21.00 itibariyle çocuk uyuduğundan evde sesler en az düzeye indiriliyor haliyle. Tam böyle sessizlik anında arkadaşın eşi dedi ki kart mart oynayalım, yoksa uyuyacağım ben. Ne oynayalım hesabı oyun isimlerini sayıyorlar ve ben tabii hiç birini bilmediğimden hepsine bilmiyorum çekiyorum.

En sonunda artık 1 tane bile bilmeyişime isyan eden yenge bombayı patlattı: E hacı sana Zeynep'in boyama kitaplarından birini verelim o zaman, takıl onlarla dedi. : )

Ulan son zamanlarda bana söylenen bir lafa böyle gülmemiştim. Çok güldüm ama sonradan bu oyun/matematik bağlantısını düşünmeye başladım. Rakamlarla aram iyi olmadığından mı ben bu oyunları bilmiyorum, yoksa hakikaten bana hitap etmediği için mi dedim. Hastanın çocukluğuna inelim hesabı; hayatları boyunca sermaye batıran aile mensuplarına sahip olmaktan kaynaklanan bir patron olmama/iş becerememe sendromu mu var acaba bünyede? Öyle ya, herkes hep patron havasında takılmış ama tüm paralar batmış. Beynim cesaret edemiyor, düşünmek bile istemiyor haliyle.

Yok yok ciddileşmeyeceğim fazla. Ama bu oyun bilmeyişimle makara yapan veya yapacak olan herkese buradan sesleniyorum:

SİZ DE FM BİLMİYORSUNUZ OĞLUM !!!

Sen tut FM'ye bu ne lan de, yine mi bu yazıların oyunu - ne anlıyorsun bundan de; sonra gel bana kart okey tavla bilmiyorum diye kelime yap... Keserim lan sizi. Doğrarım imanıma.
 
nasıl yani? sen şimdi hiç bizim okul kantininin kıraathaneye döndüğü dönemlerde batak falan oynamadın mı? o zamanlar sigara içme yasağı da yok, yemin ediyorum bizim mahalle kahvesi okul kantininden daha elit bir yerdi 🙂
kağıt oynama yasağı sigara içme yasağından daha erken geldi zaten okula, 1 sene sonra komple yasaklanmıştı 🙂
olm sen aslında klasik adamsın, batak, king, okey, pişti, v.s. bunları biliyor olman lazımdı ya 🙂
bilgisayar oyunları ve yabancı sinema filmleri konusunda sen bu kağıt oyunları hakkında ne hissediyorsan ben de aynısını hissediyorum lan 🙂 en son oynadığım pc oyunu fifa 2005, ps3'te de fifa ve pes'ten başka bir oyun bilmem.
cnntürk'te bir oyun programı var, gecenin geç saatlerinde yayınlanıyor, geçen günler ona denk geldim. olm heriflerin konuştuklarından bir sikim anlamadım, sanki başka bir dilde konuşuyorlar, zaten yabancı kelimelerin sonuna "etmek" yardımcı fiilinin getirildiği yüklemlerin kullanıldığı cümleler benim gözümde yabancı dildir.
heriflerin yaş ortalaması en az 35-36, bir tanesi göbekli ve beyaz saçlıydı hatta, vay aminiyum dedim içimden 🙂 "hiç mi işiniz gücünüz yok olm" dicem, heriflerin iş bu anasını satıym 🙂 bu konuda kendimi 70'li 80'li yılların tiyatrocu, futbolcu çocuk babaları gibi hissediyorum, hani bazı meslekleri meslek olarak görmeyen tiplerden 🙂

insanların muhabbetleri bana da garip geliyor. adam yanı başında olanı konuşmaz gider, hayal dünyasındaki bir karakterden konuşur veya geçen gece izlediği bir dizide yer alan kızı anlatır, ulan olm yanındakine baksana, o daha güzel kız 🙂
siyaset ve politika konularına zaten hiç girmeyeceğim, bu konuda ömrüm nutuk vermekle geçiyor, kimiyle ya hiç anlaşamıyoruz kavga ediyoruz, kimiyle "haklısın abi ama çok zor be" diyor.
insanlar tepki vermeye vermeye herşeyi "zor" olarak kabul etmeye başlamışlar.

bir örnek veriyorum. çalıştığım işyerinde dışarıdan anlaşılan firmaların eğitim vereceği bir "gelecek vaadeden" grubu oluşturuldu, ben de eğitim alacaklar arasına girdim, maili 1 ay önceden geldi, kişisel ve mesleki eğitimler. dışarıdan bakıldığında kulağa hoş geliyordu, sonuçta adamlar seni ayrıacalıklı bir yere koymuşlar ki eğitim vermeye değer görmüşler.
bugün kazın ayağının hiç te öyle olmadığı anlaşıldı. İK'dan bir mail geldi "eğitim taahhütnamesi" adı altında. neymiş efendim, eğitim alma sürecim (ne zaman biteceği belli değil) bittikten sonra 1 yıl içinde istifa etmeyecekmişim, edersem de 2000 lira parayı şirkete ödemeyi taahhüt edecekmişim, hem de bunu hiçbir baskı altında kalmadan yapacakmışım. bu taahütnamenin atıldığı mailin metninde "imzalamak zorunludur" ibaresine değinmiyorum bile..
ulan bunu okudum çılgına döndüm, etrafıma bakıyorum, milletin sikinde değil, ulan kızlar "domaltıcaklar bizi" diyorum, herkes "imzalıcaz napalım, elimiz mahkum" modunda. ulan olm neden eliniz mahkum, hepimiz itiraz etsek belki bunu geri çekecekler, niye bu tahakkümü kabul ediyoruz? yok illa imzalayacaklar.
ben müdürüme de İK'ya da imzalamayacağımı belirttim, İK beni eğitimlere almayacaklarını "üzülerek" belirttiler. bakalım başka birşey yapacaklar mı, üzerimizi çizmek gibi mesela.
hakkatten insanlar boşvermişliğin müpteleası olmuşlar a.q. belki o 30-40 kişilik grupta sadece ben imzalamadım, daha duymadım çünkü başka imzalamayan.
 
İnsan değişiyor. Hadi lan, harbi mi demeyin hemen, durun az; hem gözlerinizi hem de beyninizi skertmek istiyorsanız dinleyin.

Uzun yolda, otobüste hayatta uyuyamazdım ben. Normal otobüsü diyorum, deplasmana gidileni değil... O 12 saatlik yolculuklarda 5 dakika gözümü kırpmışsam şanslı sayardım kendimi. Şimdilerdeyse, buna geçen gece de dahil, son 3 senedir uçağa bilet bulamamaktan ya da yanımda fazla bagaj olmasından kaynaklı yaptığım 6-7 otobüs yolculuğunun hepsinde fosur fosur uyudum. Molada dahi kalkmadım yerimden.

Artık, acaba gece o hiç tanımadığım 40 insandan hangisinin horlama sesini duyacağım düşüncesiyle otobüse binen kimseden; horlarsam da sefam olsun - bunca sene ben onları dinledim biraz da onlar beni dinlesin (diyemesem de) düşüncesinden hareketle takılan kimse kıvamına geldim. Vurulsun davullar, çalınsın zurnalar ey ahali! Hayatta bir konuda, ulan tek bir konuda gamsız olayım bari dedim, onu da otobüste gönül rahatlığı ile uyumak suretiyle yarım şekil başardım. Ne derece önemli bir gamsızlık, hatta bir gamsızlık mı, bilemiyorum.

Kendimce yol gruplarım vardı benim; o yıllardır bitmeyen, muavinlerin sabah 05.00'te -2 derecede Afyon otogarında otobüsü bulamayan yolcuları kovaladığı, o saatler süren yolculuklar boyunca hep dinlediğim.

Yolda Agent Steel severdim en çok; henüz uçağa binecek kadar serpilmediğimiz yıllarda, özellikle böyle açık ama soğuk, ayın da tüm ihtişamı ve güzelliği ile görüldüğü yolculuk gecelerinin sabaha karşı saatlerinde müthiş bir haz verirdi bana onları dinlemek. Ay ışığı ve ışığın gizemlice inceden aydınlattığı yol kenarındaki ormanlık alanlar gözümün önündeyken, bu abilerin bilim kurgu ve uzay dolu şarkıları içine çekerdi beni. MP3 mü? Ne MP3'ü kardeşim? Çıkmamıştı daha onlar. Yola çıkmadan önce arşivden özenle seçilen 30 kaset veya CD için ayrı bir çanta yapılır ve o çanta şakır-şukur sesleriyle otobüsün içine yanımıza alınırdı.

Bazen ağzına bir arpa tanesi atıp verandanın ufak gölgeliğinde gitarını tıngırdatan ve bağ bahçeyle uğraşan kişi triplerine girerdim ki; bu Lynyrd Skynyrd zamanı demekti. Yanık sesli bir vokal, hemen arkalarında uyumsuzluğun uyumunu bulmuş o enstürmanlar... Bir ergene her şeyin sert gitar ve distorsiyon olmadığını öğretmesi açısından ne güzel gruptur Skynyrd. Biraz daha yakından bakınca insan anlar aslında ABD'nin "Anadolu Rock" yapan grubu olduğunu. Dağdan, ırmaktan, sıladan, nehirden bahseder abiler. Ama müzikleri güzel kardeşim; bizimkiler gibi 1 pedal 2 lead notası değil ki. Alır götürür uzaklara.

Sonra bir de Queensryche var tabii... Albümleri kronolojik sırayla dinleyince sesini kaybeden Geoff Tate'e üzülürdü insan o zamanlar; ama o kadar karakteristik özellikleri olmamasına rağmen kendilerine has bir etkileyicilikleri vardı her zaman. Bu otobüsler içinde geçen yıllarda bir tane bile yolculuğum yoktur ki The Warning'i baştan sona dinlememiş olayım. Hepsinde dinledim, hepsinde. Koltukların arkasında o film seyredilmesini sağlayan katakulliler gelmeden evvel, biz yolda Queensryche dinleyenler olarak film izler gibi dinliyorduk, film yerine geçecek o hikayesel albümleri. En öndeki tüplü ekran sayılmaz lan, onda görüntü hep gidip geliyordu.

Fosur fosur uyudum geçen gece otobüste, evet. Ama saat tam 04.00'te, İnönü Stadı'nı bilenler için anlatır misali şehirlerarası karayollarını bilenler için konuşuyorum, Afyon'da McDonalds'ın hemen bitişiğindeki kırmızı ışıkta durduk. Saati tam olarak verebiliyorum, zira otobüslerin o kırmızı puntolu saatleri mütemadiyen bozuktur, adeta bozuk ve ayarsız olsunlar diye üretilmişlerdir; ama dün hayatımda ilk defa dakikası dakikasına doğru bir otobüs saatine denk geldim. Bu da not edilsin, başlı başına bir milattır. Varsa itirazı olan, söylesin.

Evet tam 04.00'te durduk. Daha doğrusu durur durmaz aniden gözlerimi açtım ve saatle göz göze gelince saatin tam 04.00 olduğunu gördüm. Uykulu gözlerimi, onları taciz eden ışıkların kaynağına, yani sağ taraftaki McDonalds'a doğru çevirdiğimde ise, yanımda kimsenin oturmuyor oluşuna şükrettiren cinsten bir hoplama geldi. Ya kusura bakmayın da küfür edeceğim; o amına kodumun McDonalds maskotu yok mu ne onun adı, ulan sabah 04.00'te dükkan açık mı bilmiyorum da onu niye spotun tam altına koyarsın. Hadi spotun tam altına koydun, niye suratını çevirip cama yapıştırırsın. Bunu yapanı ayın elemanı seçecekleri o gün gelecek ya... İşte ben o gün kafayı yerim.

Bak o kadar yolda dinlemeyi sevdiğimiz grupları; geceden, aydan ve ormandan bünyeye zerk olan hissiyatları; yoldaki uyku düzenimde son senelerde yaşadığım olumlu gelişmeyi; yani hepsini ne güzel paylaştım. Çok cici bir moddayız. Peki o maskotun orada ne işi var abicim o şekil? Aklımı aldı yemin ediyorum. Yüzü boyalı Joe Davola'dan, are you still scared of clowns? sorusunu işiten Kramer'dan beter olduk şehirlerarası yolda.



Velhasıl ben en yakınlarıma bazı laflar söyledim, bazı gerekçeler anlattım ve bu yolculuğa çıktım. Aradan 1 gün geçti ki, bu dediklerimin hepsini yuttum. Bu saatten sonra gerçekten kendime olan saygım azaldı. Çocukken yapmadığım hareketleri yaptığımı görüyorum ne yazık ki. Kurt Cobain'in intihar triplerinde filan değilim ama... Şu psikolojik problemler olaylarını düşündüm geçen gün. İlaç isimlerini filan. Hayatında grip olunca ilaç içmeyen ben, artık çözümü bunlarda arar olacağım gibi... Yaklaşık 1 gün önce belki de bir geleceği çöpe atarak ne idüğü belirsiz bir yola sırf bazı özlemleri bastırabilmek adına geri döndüm. Ben bu kafayla falcıya da giderim. Allah herkes hakkında, hepimiz hakkında hayırlısını nasip etsin. Amin.

Bundan sonra ben deliyim olum. Ailenin de forumun da delisi benim. Bugüne kadar ben düşündüm, ben idare ettim; artık siz düşünün... O espritüellik kisvesi altında inceden inceye laf soktuğunuz enstürman alım-satımı kelimelerinize de ayrıca yazacağım ilgili başlıkta. Hadi bakalım.
 
Son düzenleme:
Valla yine nefis yazı olmuş, beni şu akıl dolu yorum ve makaleleri okuduğumuz Stüdyo İmge zamanlarına götürdü. Peki son paragraftaki "espritüellik kisvesi altında laf sokuşların", dostlar arası sataşma başlığı ile ilgisi var mı ? Varsa da ne diyeyim, kendi adıma, başım gözüm üstüne.
 
aha forum değişmiş, sabah girdiğimizde birşey yoktu, şimdi bambaşka bir yer olmuş sanki, neyse hayırlı olsun.

Emrah'ım takma, herşey insanlar için, kafa da değişir, psikoloji de bozulur, ilaç ta içersin, koy götüne boşver, sana birşey olmasın. bir gün gel buraya 2 duble birşeyler içelim bütün dertlerini alırız biz senin. iş-güç olaylarında benim de kafam bozuk, yukarıda da bir nebze olsun bahsetmiştim.
insanların kafa başka türlü çalışıyor işyerlerinde veya biz çok naif kalıyoruz, tamamıyle adam yeme usulüne göre çalıştıkları için bize böyle şeyler ters geliyor.
 
forumun tepesindeki reklamlarda neden sürekli füşya rengi sütyen reklamı çıkıyor merak ediyorum. Potansiyel mi gördüler ya da bizim bilmediğimiz bir potansiyel mi var.
Hepsi bi yana site tıklanma oranına göre para kazanıyorsa, burada kötü bi yatırım mı yoksa kurnaz bi yatırım mı var bunu çözemedim
 
Antbalci; skoru eşitledim sadece. Tahrik edeyim dedim de yemediniz. : ) Sıkıntı yok yani.

Yoksa sizin Elfleri ve Ultimacıları kıskandıran müzisyen yazışma dilinize çalışmaya başlayacağım şu sıralar, belki okuyunca bir şeyler anlayıp araya girebiliriz. : )
 
Bak şimdi, dinle dinle.

Geçen bir muhabbet patladı, bizim milletteki "geçen" kavramının genişliğinden yola çıkarak bu 5 sene öncesi de olabilir, piçlik parayla mı söylemeyeceğim tam zamanını ahaha.

Eski savaşlara ve uzun seferlere olan meraktan açıldı konu; adam Fransa'dan Kudüs'ü kuşatmak için ordu yapıp (deplasmana otobüs yapıyor sanki pezevenk) belki 150 bin kişi yollara düşüyor; nasıl gidiyorlar, ne yiyip-içiyorlar, bunca insan nereye işeyip sıçıyor, nasıl yıkanıyorlar misali gelişti konunun gerisi. Günde 10 saat yürüse bir ordu, sen de bunu günümüzde canlandırmak suretiyle hissiyatını daha yakından algılamaya karar versen, haydi kalk bakalım sırtına kılıç-kalkan ağırlığını amorte edecek 30-40 kiloluk bir çanta tak ve başla Beşiktaş'tan Zeytinburnu'na yürümeye.

Dedim bu işleri ben de çok merak ediyorum. Misal antik kentlerin yakınından filan geçsem hepten triplere giriyorum. Daha geçen ay yaşadım bunu... Belki şu taşın üzerinde ne babayiğitlerin kellesi gitti diye hüzünleniyorum, entarili dayılar kim bilir ne denli hayati şeylere karar verdi diye gaza geliyorum. Ondan sonra ver lan bir bira daha diyorum, ne yapayım.

Komik bir şey mi var arkadaşlar? Varsa söyleyin hep beraber gülelim.

Beşiktaş - Zeytinburnu dedik; Beşiktaş - Zeytinburnu arasının bizim şu zamanda yürüyecek olsak solumak durumunda olduğumuz egzosuyla (okuduğum gibi yazdım), orduların vakt-i zamanında yayla havası ala ala yürümesi arasında da fark vardır diye düşünüyorum. Tamam adamlar zor işlere girmiş ama bütün her şey de 2013 lehine değil yani. Değil mi ama? O yayla havasında rakı kafa yapmıyor arkadaş, yaylada/dere kenarında içtiğini şehrin içinde iç de Hakkinen bu hafta kaçıncı oldu diyor musun demiyor musun, göreyim seni.

Ayrıca... Bir yandan yürüyüp bir yandan gözünü kaşırken, belediyenin açıp da büyükşehir ve ilçe belediyeleri arasındaki anlaşmazlığın inada binmesi sonucu kapanmayan çukura düşme ihtimalinin hiç olmadığını söyleyebilir misiniz yani bana? HA, SÖYLEYEBİLİR MİSİNİZ!?

İşte bu bilmemkaç yüz yıl öncesinin bilmemkaç yüz bin kişilik orduları nasıl bu kadar yol gidecek, nasıl yıkanacak bu adamlar diye düşüneli pek de fazla olmamıştı ki (hakikaten başka işim yokmuş ki bunu düşünmüşüm); 1-2 saat önce baya bir yağmur yağdı. En şiddetlendiği sırada bisikletle salondan eve dönüyordum, donum zaten ıslaktı da ayak parmağımın uçlarına kadar ıslandım, baya denize atlamış kadar oldum. Üşütmeden eve varıp sıcak bir duş alayım diye pedala yüklendikçe yüklendim, sıcak duştan başka bir düşünce yok yani kafamda.

İroni nedir dersen işte budur; şimdiye kadar hiç bir sorunu olmayan duş başlığının borusu parçalanmış. Damlaya damlaya eve girdim ki bunu gördüm. Lan yani buzdolabı bile bozulsa o an bu kadar deliremezdim. İhtiyacım olan tek şey çalışmayınca çantayı tekmeledim o anlık sinirle, bak bak triplere bak. Hemen akabinde çocukluğumuzun usulüne, kova/maşrapa şekline talim ettik mecbur.

Şimdi yani o kadar alışmışız ki bazı şeylere; adeta sık kullanmaktan önemini unutmuşuz, gayet önemli ve vazgeçilmez olmalarına rağmen ufacık ve gayet önemsiz şeylermiş gibi dönüşüm geçirmişler hayatımızda/beynimizde. Ulan der insan normal zamanda; IPhone bilmem kaç çıktı, duş başlığı da icat mı? Bak şimdi IPhone'a laf attım eyvahlar olsun, herkes kızacak bana... Ama laf atmakla da yetinmiyor ve ekliyorum: Bu az geride dediğimi diyen olursa söyleyin, yarın gelip ağzına ağzına ıslak odunla vurayım.

Yüzyılın icatlarından biridir lan bu duş başlığı, IPhone neymiş? Daha şimdi aklıma gelmeyen onlarcası vardır böyle. Mailine bilgisayarından bakıp, oyununu yine bilgisayarından oynarsın. Telefon açıp mesaj göndermek desen, antenli Ericsson GA628 ile de yapıyordun.

Ama şu duş başlığı bozulduğunda, afedersin sabunladığın kıçını ve apış aranı maşrapa vasıtasıyla durulayayım derken duşakabinin içinde bir amuda kalkmadığı kalıyor insanın. Bunu ortadan kaldıran bir aletin bulunuşu için artık daha saygılı ve vefalı davranacağım. Ne derece önemli olduğunu hatırlayabilmek adına, bugünden itibaren ayda 1 gün kova ve maşrapa ile yıkanmaya karar verdim. Psikopatım mk var mı?

Sevdamıza sorguyla yaklaşanlar ve ciddiye almayanlar için, buyrun, burada 1996 yılında kaliteli duş başlığı bulma uğrunda Hasırcıbaşı'nın arka sokaklarından birinde Sırbistan'dan gelen karaborsa malları inceleyen beni ve komşumu görebilirsiniz:



O dönem İngilizce konuşuyorduk Hasırcıbaşı'nda. Bir kaç ay sürdü bu akım, sonra geçti hevesimiz.
 
Raporluyorum:
Len medya bak bi! Yılbaşına kadar tv ve radyoyu hayatımdan çıkarıyorum, haberin olsun. Yeni yıl reklamları şimdiden mi başlar? Allahsızlar daha 25 gün var! Zaten çirkin çirkin reklamlar, hepsi ayrı iç bayıltıcı, zevksiz, zeka yoksunu.
Kısaca tavşandan dağa uyarı: Din-le-mi-yo-rum sizi arkadaşım! Hani bakmışsın ben bunu bu gün başlatırmışım yarın kartopu gibi büyürmüşüz, hepimiz radyo ve tv'yi toptan reddedermişiz, falan filan. Yersen yani sevgili cancağazım medya. 2014'te görüşmek üzere.
 
Son 2 ayda 2. kez olmak suretiyle bir şey yaşadım bugün, daha 3 saat olmuştur en fazla. Bu tip bir tecrübe yaşayan olduysa lütfen anlatsın çünkü delirmek işten değil, acayip sinirleniyor insan.

Bir arkadaşımı havalimanına bırakmam gerekti bugün, araçta da az benzin vardı. Haliyle girdim benzinliğin tekine ve 20 liralık eurodiesel aldım. Daha doğrusu aldığımı sandım gibi duruyor. Cebimde tam tamına 25 lira vardı, mazotu 20 liralık aldım.

Benzinliğe girip kontağı kapatırken, elektronik kilometre göstergesinde kalan benzin kilometresi olarak 80 yazıyordu. Kadrandaki ibrenin alttan kaçıncı çizgide olduğuna da ayrıca baktım, eskiden kalma alışkanlıktır. 20 liraya küsürü küsürüne tam 4,49 litre mazot geldi. Fişimi de aldım bindim arabaya, çalıştırdım arabayı.

Çalıştırınca ne elektronik göstergedeki rakam oynadı ne de kadrandaki benzin ibresi milim hareket etti. Kontağı kapatıp tekrar çalıştırdım, durum yine aynı. Pompacıya seslendim, usta dedim bu hava basmış olmasın? Yok abi elinde fiş var tüm detaylar onda, görmüyor musun dedi.

O an küfür etmek istiyor işte insan. Ulan kağıtta yazanlar zaten göstergede sen mazotu sözde pompalarken de yazıyordu, neyi kanıtlıyor ki o dedim, al bak durum ortada, bu göstergelerin ikisi de aynı anda mı bozuldu dedim. Yok işte arabayı biraz hareket ettirince kendine gelir, yok efendim hava basması imkansız falan filan diye geçiştirdi.

İşin kötüsü öyle bir sinirle karışık tutulma yaşıyorsun ki, yapman gereken bir şey varsa da aklına gelmiyor o an. Hayır nasıl kanıtlayabilirim ki orada pompanın o mazotu basıp basmadığını? Benim lafıma karşı onunki, bir yerde düşününce adam ne yapsın; gelip her gün birileri dese ki sen pompayı çalıştırmadan 80 km gösteriyordu ve hala öyle gösteriyor, adam kime nasıl inanacak? Ama bu benim mağduriyetimi de gidermiyor.

2 ay önce bu sefer 30 TL mazot aldığımda olmuştu aynısı. Ve bu ikisi farklı benzin markaları. Yani ne diyeyim, nasıl sinirlenmeyeyim bilmiyorum. Bu hava basma denen olay var mıdır, varsa benim başıma gelen bu mudur, değilse ne olabilir başka? Ve bunu benim gibi yaşayan var mı?

Dünyanın en pahalı benzinini kullandığımız şu ülkede 50 liram hiç oldu gitti son 2 ayda. Belki ilk bakışta fazla bir para gibi durmuyor ama iş benzine gelince hiç de az değil. Ayrıca para kolay kazanılmıyor arkadaş. Yani eğer bu durum böyleyse her bir kuruşunu haram ediyorum, başka da bir şey demem. Sinirim hala geçmedi ve bu olayın yarın arabaya tekrar mazot koysam tekrar başıma gelmeyeceğinin en ufak bir garantisi daha yok.

Bisikletimin harbiden gözünü seveyim. Bir trafiğe çıktık sinir stresle döndük eve.
 
@Purgatory, Tamamen akıl yürüterek cevaplıyorum. Depo 50 lt. olsa ve benzin göstergesi de 8 kademeden oluşsa, kademe başına 6.25 litre yakıt düşer. Yani eklenen 4.49 lt. yakıt, mazot göstergesinin konumunu değiştirecek eşiği aşmamış olabilir. (acaba ?)
 
Akışkanlarla alakalı sektörde çalıştığımdan benzin pompalarının çalışma prensibine dair (çok detaylı olmamakla birlikte) bir iki bilgi vermeye çalışayım. Pompanın hava basması oldukça düşük bir ihtimal. Yakıtın depodan çekilip otomobile aktarılması işlemi boyunca türlü çeşit filtrasyon ve ölçüm giriyor devreye. Bu ölçümleri yapan sensörler hortumdan geçen akışkanın sıvı mı gaz mı olduğunu ayırt edebilecek kadar duyarlı cihazlar. Hatta benzinin içindeki ufak hava baloncuklarıyla aracın deposuna dolması olası havayı dahi filtreleyen bir sistemleri olması lazım. Muhtemelen aracın göstergeleriyle alakalıdır problem.
 
@Purgatory, Tamamen akıl yürüterek cevaplıyorum. Depo 50 lt. olsa ve benzin göstergesi de 8 kademeden oluşsa, kademe başına 6.25 litre yakıt düşer. Yani eklenen 4.49 lt. yakıt, mazot göstergesinin konumunu değiştirecek eşiği aşmamış olabilir. (acaba ?)

Hocam şöyle anlatmaya çalışayım;

Tam dolu - tam dolu ile yarım depo arası - yarım depo - yarım depo ile çeyrek depo arası - çeyrek depo - çeyrek depo ile kırmızı ibrenin arası - kırmızı ibrenin altındaki ince çizgiler

Şeklinde bir depo göstergesi dizilişi yapayım. Şimdi benim burada iddia ettiğim olay -atıyorum- benzini alırken çeyrek depoda olan ibrenin, 4,49 litre eklenmesi sonucu yarım depo ile çeyrek depo arasına çıkması gerektiği değil.

Ben mazotu alırken ibre bu en sonda yazdığım kırmızı ibrenin altı olarak nitelediğim kısımdaydı, orada çizgiler daha ince ve birbirine daha yakın olacak şekilde resmedilir zaten, en dibe yakın olduğu için.

İbre o birbirine neredeyse bitişik olan çizgilerin arasında bile oynamadı. Ki ben bu araca 30 TL mazot koyduğumda ibre çeyrek depo çizgisinin oraya dayanıyor hemen hemen, baya oynuyor yani. Şimdi 10 TL eksik mazotla hiç oynamaması, yani algılamayacak kadar az gelmesi bana şüpheli geliyor.

Biraz karışık oldu fakat ancak böyle anlatabildim.

Öte yandan sektörün içinden bir görüş de geldi. Valla tabii bilene saygı göstereceğiz ama yabancısı olduğum bir araç da değil, 3 seneden fazladır kullanıyorum bu aracı; şehir içi/ şehirlerarası/düz yol/engebeli yol her türlü yerde bolca kullandım; mazot alım işlemi bittikten sonra hiç bir şekilde mazot almış gibi durmuyordu. Ki benzinlikten çıktıktan sonra 40 km civarı bir yol da yaptım, hani hemen karar vermedim ibrelerin oynamayışına.

Demin de peder bey, çıkarken arabaya mazot koyacağım dedin niye koymadın diye soruyor. : ) Fesupanallah, Larry David neredesin abicim gel artık buluşalım, ben senden beterim bu tuhaf işlere denk gelme konusunda ya.

Neyse siz siz olun dikkat edin, böyle bir şeye denk gelirseniz bir şekilde içeri girip olayın üzerine gidin, çok tatsız bir şey çünkü. Resmen nutkum tutuldu benim fazla üstelemeden mal gibi çıktım, biraz havalimanına yetişecek olmanın getirdiği acele de vardı.
 
@Purgatory , hocam gayet iyi anladım. Mesele büyük ihtimalle gösterge veya seviye sensöründe. Yani pompadan eksik yakıt verilmesi, hiç olmaz demiyeleim ama kolay kolay yapılacak bir şey değil. Harcadığın para sana yol olarak dönmüştür dyebilirim.
Bu sayede yakıt seviyesini ölçen davanın nasıl çalıştığını öğrendim 🙂 . (Forum nelere kadir!) İçinde tıpkı wc sifonlarında olduğu gibi bir şamadıra var, ve bu şamadıranın ne kadar düzgün çalışıp çalışmadığına bakıyor takometre göstergesindeki hassasiyet. Şamadıranın seviyesi elektiriksel olarak göstergeye aktarılıyor.
 
Firmanın adı bende saklı kalsın, merkez binalarına gidip çağrı merkezinde şu kızı göremezsem Ticaret Kanun'un 56, 57 ve 58. maddelerince tüketiciyi aldatıcı reklam yapmak suçundan dava edicem.
cagri.webp

Dünyanın en güzel hatunları sanırsın ki bi odaya kapanıp bütün gün akıl hastası müşterilere laf anlatır.
 

Geri
Üst