Raporluyorum

Dünya Savaşının Yansımaları
”O” anne rahminden çıkmış, uzun yıllar geçireceği evrene gözlerini açmıştır. Zeki bir çocuk, olaylara bakış açısı ailesinin de yardımıyla hep farklı bir perspektif de olmuş ve detaylara önem vermiştir. Onun detaylardan anladığı bir filmin içinde geçen bir sahne veya bir müziğin içinde geçen blue note değildir; detaylar insanlar da gizlidir der. Daha sokaklarda oyun oynarken insanları çözümlemeye başlar, hedefi ne psikolog olmak ne de bir terapist olmaktır, hedefi sıradan bir çalışan olmaktır. Kişiliğinin en güzel gelişimini lise yıllarında daha doğrusu ergenlik zamanında yaşadığı kötü olaylardan çıkarır, hayatındaki bazı insanları kaybeder, hem fiziksel hem manevi olarak.. Arkadaşlık kavramını çıkartır, kriter ne olmalıdır? Kriterlerini belirler, en iyi dostlarını lise yıllarından bulduğu bir kaç kişi oluşturur.. Demokratik bir ailenin rahat yetişen küçük çocuğudur, ama başka aileleri gözlemler ve onları irdeler.. Aynen Freud’ un kendi rüyalarını incelemesi gibi kendi dünyasını inceler, ama farklılıklar bulmak için.. Kendi rüyalarında yarattığı egemenliğinin, köylü bir çalışanıdır o.

Karşı cinsi tanımaya başlar, karakter ve beden çeşitliliklerini inceler, kriterlerini oluşturmaya başlar.. Uzun dönem geçer, çok aldatılır, çok aldatır, çok aldanır, çok aldanılır.. Dengesiz yapısına uygun olarak hayatı şekillenir, Erasmus’ unda dediği gibi deliler; deli olduklarını hissettikleri an kaybetmeyi başlarlar.. Hayat felsefesi şekillenir, ”İnsanları olduğu gibi kabul et veya değiştirmeye çalışmadan uzaklaş..”.. Nitekim ki bizi biz yapan zamanları, huyları, davranışları; bizden çalmaya çalışınca ne olabileceğini bilir. İnsanlar farklıdır, farklı olmaktır bizi insan yapan.. Her insanın farklılığı onun sana kattığı deneyimdir, deneyimlerse insanı olgun yapandır.

O an gelir, Veliaht Franz Ferdinand’ ın öldürülmesinin sonuçları gibi ortaya çıkar her şey.. Savaştan önce bastırılmış olan, insani haklar ve özgürlükler , savaş sırasında ortaya çıkar. En ruhsuz insanlar yüreklenir ve kötüleşir, insan öldürmek, yaralamak normalleşir.. Devletler büyür, küçülür veya yok olur.. Ama savaş sonrası gaziler oluşur ve hayatlarının sonuna kadar, o yaraları taşıyarak hayatlarının sonuna kadar acı çekerler.. Ama bu yaraları iyileştirebilirler mi? O’ nun ruhunu yansımasıdır dünya savaşı..

Sosyal anlayış bizi olduğumuz gibi kabul etmez, bizi kendisi gibi yapar.. Sosyal anlayışa terslik cezadır, bu yüzden açık fikirlilik ve özgürlük aslında ütopiktir. Birey özgürlüğünde başlayan ütopik anlayış, toplumları etkiler ve sonucunda, bireyde yaşanan savaş dünyaya kadar yayılır. Erkek egoları, kadın egoları, ebeveyn egoları; hep bir öğretici olma, ben yapma çabasından öte değildir. Hiç bir ebeveyn senin başkası tarafından özgürlüğünün kısıtlanmasını istemez ama onlar yapar.. Hiç bir erkek, kadının başka erkekle ilişkisi olmasını istemez ama onlar yapar.. Her kadın, erkeğe empati yap der ama onlar yapmaz.. Hepimiz bunu düşünürüz, peki biz ne yaparız?

O, hayatına devam eder, kendi belirlediği kriterleriyle birlikte, kendi istediği insanlarla, vazgeçebileceği herkesle.. O, hayatını bitirir, bilmediği dünyaya büyümek için..

 
Cem Yılmaz, üstüne yapmalı sabah kuşağı kadın programlarını anlatırken iyi; biz, kestirmeli yeni telefona geçiş sürecini anlatırken mi kötü? Evet millet kestirmen lazım dedi, bayılır gibi oldum, nasıl yaparız diye resmen dört döndüm.

Maalesef benim için bir iç disiplinin, bir devrin, bir direnişin ve belki evet ufak da bir tutam inadın son bulduğu bir günü yaşadım geçenlerde: Akıllı telefon dünyasına adım attım. Daha doğrusu atmak durumunda kaldım. Ayrıca ilk defa taksitle bir şey aldım ama bu konu dışı - tarihe not düşmüş olalım.

Aldım geldik eve, sim mim dalgalarından yana hiç bir şey gelmiyor aklıma tabii... Acaba eski telefonun micro SD kartı buna olur mu diye düşünürken, bir baktım ki sim kartı olmuyor. İlk başta yanlış takmaya çalışıyorum galiba dedim; ama yok.

Sordum soruşturdum, kestireceksin dediler.

Kestireceksin birader gibi illegal çağrışım yapan bir şey söylenince, benim aklıma direkt semt aralarında yarısı sönük harfli tabelalarında .... İletişim yazan tarz yerler geldi. Oralara da gideriz yani sıkıntı yok... Ama neyse ki operatörün resmi şubeleri de hallediyormuş. Sonra yaşanması muhtemel şebeke problemlerinden bahsedilince, yeni moda sim kart almak farz oldu. Öyle halledebildik...

Bak dakika 1, gol kaç ben sayamadım. Ulan bu geminin bir ayarı yok mu? Ulan bunu yapın gidelim!

Ayrıca tamam, ben dingilin teki olabilirim de, madem böyle kartın uymaması gibi bir ihtimal mevcut, sen yine bana usulen de olsa bir söyle; bir bakalım kartınız uygun mu de... Eve geldim şok yaşadım; bugüne kadar hep bok attığım teknoloji intikamını böyle alıyor galiba dedim... Zaten gelene-gidene senli benli konuşurlar, telefon alıyoruz ya bana Bey'li konuşmalar filan. Ona da ayrı tav oldum.

O değil de sorayım mı lan size her şeyi? Ya beyler bu ajandaya nasıl giriyoruz yea?

Dur şimdi.

Yeri geliyor hareketli yerlere girebiliyoruz. Dedim ki ben kör topal da olsa eski telefonu atmayayım o zaman...

4 küsür sene E72 kullandım. Şarjı 1 haftaya yakın giderdi, tapıyordum. Biraz fazla konuştuysam 3-4 gün - ki nadiren fazla konuşurum, sevmem... Müzik dinleyeceksem mp3çalar, oyun oynayacaksam bilgisayar açarım kafasındayım. Geçen ağustos ayında su girdi, 5 ay cebelleşerek ve ışıksız halde kullandım ama artık iflas etti.

Geçen ay annemin eski telefonunu aldım, bir tuşta 3 harf sistemini unutmuşuz kimseye bir şey yazamaz halde buldum kendimi, ki telefon baya eski; fotoğraf çekeyim desen sıkıntı, mikrofonu da kısmen nanay.

Bir araştırdım ki artık hiç bir şey kalmamış piyasada. Ortalık bu akıllılardan geçilmiyor. Ayrıca ben dokunmatik ekranda yazma konusunda sıkıntılıyım, hiç tecrübem yok ama mecbur kaldım. Nokia'nın E72 muadili olarak güncel şekil piyasaya sürdüğü telefonlar resmen komedi. Neyi sevsem tedavülden kalkıyor, neyi kanıksayamasam tavan yapıyor demiştim... Diadora krampon bulmaya kalksan 40 takla atarsın bugün, ya da ilk dönemlerdeki kalitesinde bir Wilkinson jilet.

Neyse.

Bu akıllı telefon bataryalarının 1 gün dayanması olayına uzun süreler çok takıldım; ama geçenlerde okuduğum bir yazı, esasında bu aletleri salt telefon sınıfında değerlendirip bu noktadan yola çıkarak yapılacak kıyaslamaların pek de doğru olmayabileceğini gösterdi. Öğrenmenin ve düşünce değişiminin yaşı yok, bunu söylemek yanlış olmaz.

Yani bu kadar geniş alanlara yönelmiş bu aletleri kullanıyorsak, bataryalarını eski telefonlarla değil de dizüstü bilgisayarlarla filan kıyaslamalıyız sanırım. Zaten bu telefonla deplasman cart curt yapılmaz, eski bir tane her türlü lazım. Biz şimdi bilgisayarın bataryası 3 saat dayansa iyi diyoruz misal; ama akıllı telefon 1 günde bitmeye yüz tutunca bu nasıl iş diye hayıflanıyoruz... İyi de isminde telefon geçen aleti telefon olarak kullanmaktan başka her şeyi yapıyoruz ama?

Yani işte olaylar olaylar. Şemsiye içeride artık sevgili dostlar.

Gerçi içeride olmasına içeride de, girdiği gibi de durmuyor ama.

Yok jelatiniydi, kılıfıydı derken... Sanırım çocuk malzemesi endüstrisinden sonra en güzel bunda yaslıyorlar. Kestirirken aparata da kirve parası misali bir sakal dayarlar artık diyordum, yeni kart parasıyla yer değiştirdi sadece.

Daha önce yazdığım bir şey... Aynen almakta sıkıntı yok;

Schuldiner abi ta '94-'95 gibi yazmış da kaydetmiş 1,000 Eyes'ı, orada şunu diyor:

Privacy and intimacy
As we know it
Will be a memory


Satın almaya programlanıyoruz. Tüketmeye... Hep bir yenisini istemeye. Ruhumuzda var bu, doğamızda var. Belki de bunların hepsi bahaneydi, ben de sadece bir yenisini istedim. Eskiden Deliriyum'da vardı yazısı: Merakıma yenildim.

...derken whatsapp çökmüş. Ne ayak varmış kardeşim bende? Diyorum ben size ama dinlemiyorsunuz ki.
 
* Hamur ile bu kadar içli dışlı yaşayan bir toplumun göbek/basen/gıdı; yani kısacası genel kilo problemi yaşaması şaşırtıcı mı? Sabah işe giderken şöyle bir bakın, ben bu sabah daha dikkatli baktım siz de bir dahaki sefere öyle bakın, simit&poğaça konseptli mekanların sabah saati demeden dolup taşmasının yanı sıra bir de sokakta herkesin elinde hamur işi bir yiyecek var. Nasıl bir alışkanlık la bu? 2 bardak su iç, 1 kase yoğurt ye desen yanaşmazlar ama. Şişersiniz tabii ondan sonra.

* Buradan, son durakta ısrarla kapı düğmesine basan ablaya seslenmek istiyorum: Zat-ı şahanelerinizin araç içerisinde unutulma ihtimali yok be ablacım, gönlünü ferah tut sen... Kapının düğmesine basmasan da o kapı diğer kapılar gibi açılacak ve sen de tıpkı yolculuğu paylaştığın diğer herkes gibi otobüsten inerek işine-gücüne doğru yol alacaksın. Sıkıntı yok!
 
Bir araştırdım ki artık hiç bir şey kalmamış piyasada. Ortalık bu akıllılardan geçilmiyor. Ayrıca ben dokunmatik ekranda yazma konusunda sıkıntılıyım, hiç tecrübem yok ama mecbur kaldım. Nokia'nın E72 muadili olarak güncel şekil piyasaya sürdüğü telefonlar resmen komedi. Neyi sevsem tedavülden kalkıyor, neyi kanıksayamasam tavan yapıyor demiştim... Diadora krampon bulmaya kalksan 40 takla atarsın bugün, ya da ilk dönemlerdeki kalitesinde bir Wilkinson jilet.

.
Yeşil kutu tuborg kaldırılırmı ulan soyle bi 40 kasa yesil tuborga sol tassamı verebilirim . Muadilide yok
 
Biraz da magazin dimi ama:

* Miranda Kerr, bir kadınla sevişmeyi tecrübe etmek istediğini açıklamış. Vurulsun davullar, çalınsın zurnalar! Orlando Bloom bu açıklamayı duyduktan sonra gaza gelerek bu hatuna geri döner, kardeşiniz söylüyor bak... Coupling'de Steve aynısını yaşamamış mıydı, yalansa yalan deyin?

* Emma Watson, kesinlikle ünlü bir erkekle ilişki yaşayamayacağını söylemiş. Madde madde olmak koşulu ile forumun ünsüz erkeklerini listeleme projesini başlatıyorum, hayırlı ve uğurlu olsun. Kazanan elbette hepimiz olabiliriz; lakin forumun müzisyenleri şansına küssün. İttirmesenize oğlum
 
Marketteyim öğrencilik hali işte makarnanın bile fiyatına bakıp alıyoruz neyse reklamsa reklam sevgi koyayım karfurdayım evet karfur komikse gülün neyse kalabalık adamın biri baya bi yapılı elimde araba rica etti çıkabilirmisiniz diye sorunmu var bilader diye var sevgi koyayım var diyemedim tabi bu adamla 3 5 kez geldik böyle karşı karşıya neyse en son çiğ köfte kuyrugunda sonunda sıra bana gelmıstı arkamda 4 kısımı ne var adam tak diye onume geçtı gene sorun mu var bilader dedi .

İçimde şimşekler çaktı sonra sinirlendim var kardeşim dedim lan bacak kadarsın almayım ayagımın altına dedi halbuki 1.81 imde yağ tulumbası yemek yemekten başka bişi yapmamışsın kendini vucutlu sanıyorsun az efendi ol yaşından utan dedim adamın gozunden yas geldi gitti .

Cümlelerin uzunluğuna bak 🤣 Noktalama bilmez misin sen kardeş?

Bu 3 cümlelik yazıyı okuyunca, "Abi kabız olmuştum, 10 gündür sıçamıyordum; sonra bir sıçtım, Belediye geldi" diyen arkadaşımı hatırladım yeminlen (Kulağı çınlasın). Bunları anlamlı bir şekilde ayrıştırıp art arda koyarak anlayacağım diye kim bilir kaç dakikamı heba ettim ulan bu ne 😀
 
Son düzenleme:
Cümlelerin uzunluğuna bak 🤣 Noktalama bilmez misin sen kardeş?

Bu 3 cümlelik yazıyı okuyunca, "Abi kabız olmuştum, 10 gündür sıçamıyordum; sonra bir sıçtım, Belediye geldi" diyen arkadaşımı hatırladım yeminlen (Kulağı çınlasın). Bunları anlamlı bir şekilde ayrıştırıp art arda koyarak anlayacağım diye kim bilir kaç dakikamı heba ettim ulan bu ne 😀

Hani bir laf vardır,

"Öyle g.te bülbül öte"

diye... O karkadaşa devekuşları bile ötmüştür... 😀 😀 😀

(Yarıldım vallahi 😀)
 
Konu uzun cümleyse, o anın tedirginliği adı altında ben de varım (yani bilerek yapmıyorum ama bazen oluyor. Dün Dio başlığında, lisede edebiyat hocamı uzun cümlelerle çıldırtmışlığım olduğundan bahsetmiştim):

Otobüste giderek artan kalabalık nedeniyle orta kapı ile arka kapı arasındaki daracık koridorun tam ortasında kalıp, ineceğin durak yaklaştıkça stratejik olarak iki kapıdan hangisine yöneleceğini düşünmeye başladığın o an...

Hangisinden daha rahat inebilirsin?
Ya sen inemeden otobüs hareket ederse?
Ya kapıya doğru -mecbur- sürtüne sürtüne ilerlerken karının teki çığlığı basarsa?
Ya sen ayının tekinin ayağına basarsan?

Zın zın zın, ron ron ron...

Peki hepsini hallettin diyelim, hadi sen bana hepsini izah ettin;

Ya müthiş kalabalık yüzünden adeta omuzlarda gittiğin bir yolculukta, yağmurlu havanın da etkisiyle buğulanmış camlar yüzünden nerede olduğunu tam idrak edemeyip de düğmeye yanlış durakta bastığında, otobüsten kimsenin inmediğini fark eden otobüs ahalisinin sessizce birbirine attığı kim lan bu yanlış basan mal bakışlarına aynı şekilde katılmak ile delikanlı gibi çıkıp yanlış oldu kaptan, devam deme düşüncesi arasında karar veremediğin o 2.8 saniye?

HA?

Ayrıca daldan dala atlamak suretiyle alakasız bir başka şey sorayım.

Şehrin muhtelif noktalarında konuşlanan bu Greenpeace üyesi arkadaşlara, şöyle şöyle tiplere yanaşmanıza/onlarla uğraşmanıza gerek yok şeklinde bir bilgi/taktik veriliyor mudur? Ben her geçen gün verildiğine inanıyorum. Mecidiyeköy'ün orta yerinde 1,5 aydır her gün bana hiç yanaşmamalarının başka bir açıklamasını bulamadım.

Seinfeld'in bir bölümünde (hay senin Seinfeld'ine diyenlere inat, bir kez daha diyoruz ki hayattaki her şey Seinfeld'de vardır) George bir halı temizleme şirketiyle anlaşıyordu. Bu şirket de temizliğe gittiği evlerde dini propaganda yapan misyoner bir şirketti. Costanza, tamam la ucuz olsun da iki dakka dini şeye he he deyip geçerim mantığıyla yaklaşıp bunu kafaya takmıyor; fakat adamların herkese yaptığı propagandayı kendisine yapmamasını kafaya takıp adamlara bozuluyordu ahah.

Şimdi ben de o noktaya mı geleceğim nedir? Niye hiç yanıma bile gelmiyor lan bu çocuklar?

19619238169. Greenpeace brifing toplantısında alınıp tüm gönüllülere deklare edilen karar:

Kısa boylu, kel, haftanın 4 günü geçim derdi uğrunda leş metalci ve tribüncü kimliğini gizlemek suretiyle gömlek giymiş olarak dolaşanlara yaklaşmayın; onlar tamamen zaman kaybı

Var mı yani böyle bir durum?

Ahahah çok eğlendim lan yazarken.
 
Son düzenleme:
😀 Mesele aslında kurulan cümlenin uzunluğu değil. Çünkü anlam bütünlüğünü bozmadığınız müddetçe uzun cümleler eğlencelidir; ama bu arkadaş araya hiçbir noktalama koymadan onlarca cümleciği birleştirmiş, sonra rastgele bir yerde nokta koymuş 🙂 Böylece "fiziksel olarak" 3 cümleden oluşan bir "yığın" çıkmış ortaya 😀 Eleştirdiğim nokta buydu işte 🙂

Ama olsun, eğlenceli dakikalar yaşadım şahsen 😀
 
Konu uzun cümleyse, o anın tedirginliği adı altında ben de varım (yani bilerek yapmıyorum ama bazen oluyor. Dün Dio başlığında, lisede edebiyat hocamı uzun cümlelerle çıldırtmışlığım olduğundan bahsetmiştim):

Otobüste giderek artan kalabalık nedeniyle orta kapı ile arka kapı arasındaki daracık koridorun tam ortasında kalıp, ineceğin durak yaklaştıkça stratejik olarak iki kapıdan hangisine yöneleceğini düşünmeye başladığın o an...

Hangisinden daha rahat inebilirsin?
Ya sen inemeden otobüs hareket ederse?
Ya kapıya doğru -mecbur- sürtüne sürtüne ilerlerken karının teki çığlığı basarsa?
Ya sen ayının tekinin ayağına basarsan?

Zın zın zın, ron ron ron...

Peki hepsini hallettin diyelim, hadi sen bana hepsini izah ettin;

Ya müthiş kalabalık yüzünden adeta omuzlarda gittiğin bir yolculukta, yağmurlu havanın da etkisiyle buğulanmış camlar yüzünden nerede olduğunu tam idrak edemeyip de düğmeye yanlış durakta bastığında, otobüsten kimsenin inmediğini fark eden otobüs ahalisinin sessizce birbirine attığı kim lan bu yanlış basan mal bakışlarına aynı şekilde katılmak ile delikanlı gibi çıkıp yanlış oldu kaptan, devam deme düşüncesi arasında karar veremediğin o 2.8 saniye?

HA?

Ayrıca daldan dala atlamak suretiyle alakasız bir başka şey sorayım.

Şehrin muhtelif noktalarında konuşlanan bu Greenpeace üyesi arkadaşlara, şöyle şöyle tiplere yanaşmanıza/onlarla uğraşmanıza gerek yok şeklinde bir bilgi/taktik veriliyor mudur? Ben her geçen gün verildiğine inanıyorum. Mecidiyeköy'ün orta yerinde 1,5 aydır her gün bana hiç yanaşmamalarının başka bir açıklamasını bulamadım.

Seinfeld'in bir bölümünde (hay senin Seinfeld'ine diyenlere inat, bir kez daha diyoruz ki hayattaki her şey Seinfeld'de vardır) George bir halı temizleme şirketiyle anlaşıyordu. Bu şirket de temizliğe gittiği evlerde dini propaganda yapan misyoner bir şirketti. Costanza, tamam la ucuz olsun da iki dakka dini şeye he he deyip geçerim mantığıyla yaklaşıp bunu kafaya takmıyor; fakat adamların herkese yaptığı propagandayı kendisine yapmamasını kafaya takıp adamlara bozuluyordu ahah.

Şimdi ben de o noktaya mı geleceğim nedir? Niye hiç yanıma bile gelmiyor lan bu çocuklar?

19619238169. Greenpeace brifing toplantısında alınıp tüm gönüllülere deklare edilen karar:

Kısa boylu, kel, haftanın 4 günü geçim derdi uğrunda leş metalci ve tribüncü kimliğini gizlemek suretiyle gömlek giymiş olarak dolaşanlara yaklaşmayın; onlar tamamen zaman kaybı

Var mı yani böyle bir durum?

Ahahah çok eğlendim lan yazarken.

değiş tokuş edek mi? banada hep yanaşıyorlar anasını satayım. hele beşiktaşta m.jackson gibi kafama çarşaf örtüp koşarak kaçmak zorunda kalıyorum. saç-sakalın karıştığı en tehlikeli adam tipinde bile, Greenpeace,unicef,çeşitli sol şeyler,anketçi,çiçekçi,ayakkabı boyacısı, dilenci akınına uğruyorum. çok şanslısın lan bu konuda.
 
Şu sigarayı bırakma dalgasına fındık ve fıstığa dalma olayı bana hep biraz karikatürize, biraz abartı bir durum gibi gelirdi: Taa ki yan yana çalıştığım arkadaş 2 hafta önce bu sürece girene kadar.

Ulan bir insan günde kaç paket mısır kavurgası yiyebilir? Onun cevabını arıyoruz yani şu an. Durmadan karfura inip paket paket alıyor, ufak da değil yani 1 paketi, resmen tavuk yemi bu zaten ve ofisçe yemlenen tavuklar gibi yiyoruz.

Son 2 haftada 1,5 kilo aldım. Kesinlikle bunun etkisi var. Arkadaşımız sigarayı bırakıyor, kilo alanların içine ben de giriyorum var mı böyle bir şey ya? Az önce son postayı yedim, daha yemiyorum. Hay mısır kavurgası gibi, hasta etti bizi be.

Paketler açılınca ofiste biz;



--

P. Onb. Sava Rain; sizin gececi çimçiyi okuduk en sonunda. 😀 Müsait bir zamanında disko cezasını tebliğ edişini de yaz, sanki olimpiyat ev sahipliğini açıklıyor ahaha.
 
Şimdi bu yeni Adliye var ya, onun önüne çıkan bir tane tünel/alt geçit var hani... Bunu yapan adamlar baya bu işin okulunu okumuş, diplomasını almış, kelli felli, hayatını bu işlerden kazanan insanlardır öyle değil mi?

Abicim onların ben var ya ta alınlarını karışlayayım.

Ulan bu nasıl bir dizayn, insan her sabah ama her sabah buna şaşırır mı, işte öyle bir dizayn. Yani orada kazalar/katliamlar olmaması çok büyük bir şans. İki zıt yönden gelen ve iki zıt yöne giden şeritleri bildiğiniz X usulü ile birbirine geçmeli şekilde birleştirmek nasıl bir kafanın ürünü ben anlam veremiyorum.

Hani harbiden helal olsun, ülke olarak her türlü absürdlüğün hakkını sonuna kadar vererek ilerliyoruz, bu gerçek bir istikrardır.

Ulan ne gerildim be... Bazen, böyle zamanlarda, Nesquik'in dünyanın en güzel şeyi olduğunu benden başka düşünen oluyor mu merak ediyorum?
 
Bugün, Tüyap minübüs durağında dikilirken bastonlu, tahmini 25-30 yaşları arasında bir genç aniden sendeyip yere yığıldı Kıyafetinde kurumuş kusmuk lekeleri vardı. Benden başka kimse hamle yapmadı (İç ses: Kusmuktan mı yoksa bildikleri bir şey mi vardı?).Yerden kaldırıp duraktaki banka oturttum, epilepsi hastası olduğunu ve ilacı olmadığını mırıldandı. Bankta oturanlar kalktı, kimse hikayesini bile merak etmedi. Ulaşabileceğim annesi varmış sadece annesini aradım o da pek oralı olmadı gerçi. Otobüse bindirdim, 1 saat sonra aradım açmadı annesi... Bu nasıl bir hayat, bu nasıl bir şehir! Instagram'da zıkkımlandığı yemeğin fotografını çekenler, iki gün önce bir kafede "Çocuğun parası olacak abicim" diye ağzını yaya yaya konuşan platin saçlı kızlar, Range Rover'lı tipler geldi gözümün önüne neden bilemedim.
 
Öğle yemeği vakti, fazla yediğimi ima ederek, maşallah tepside de yer kalmamış dedi. Oysa ki verdikleri kadar almıştım... Kenny Bania'yı başından def etmeye çalışan Jerry tonlamasıyla, hepsini tek tabağa koymadılar dedim. Anlamadı.

Anlamaması önemli değildi o sıra, sadece önümdeki yoğurda odaklanmak istiyordum zira... Bırakmadı, sen de baya yavaş yiyorsun diyerek, tartışmaya değer tek yanı gerekliliği olan bu sohbeti devam ettirme amacında olduğunu kararlılıkla ortaya koydu. Artık kaçış yoktu.

Siz hızlı yiyor olmayasınız sakın? diye cevapladım, 2,5 saat sonra püskevitleri ve krakerleri eşelemeye başlayacak kişilerden olmasının enteresanlığı eşliğinde; bizim tepsilerde o kadar yok yav, ondan dedi.

Ananın .mı şeklinde cevaplamak istedim, yapmadım.

Şarkılar vardır ya hani; isminin yanında parantez içinde bir ismi daha vardır, şarkının göbek adı gibi durur orada. Çok şekildir lan aslında, enteresan durur böyle, şarkıya daha dinlemeden gizemli bir derinlik katar. Testament - Musical Death (A Dirge) çalıyor kafamda bir kaç gündür, oradan hareketle geldi aklıma, ondan öyle yazdım başlığa. Bu tip şarkı ismi örnekleri çoğaltılabilir fakat her neyse, demek istediğim anlaşılmıştır sanırım.

Şimdi şu var ki; çay, kola ve yaş pasta sevmemek, bu toplumda söz konusu bireye en büyük dramları ve sinire kesmeleri yaşatmaya aday bir durumlar topluluğudur; nokta anasını satayım - piriyıd.

Suç mu hırt, kabahat mi lan, kabalık mı birader?

Öğle yemeğinde üstünkörü yemek yer bizim insanımız, 5 dakikada kalkar, halbuki en sağlam yemesi gereken öğündür bu. Sonra sana yukarıdaki gibi derler ki; maşallah hem baya yemek almışsın hem de yavaş yiyorsun.

Ben çok almadım oğlum, yavaş da yemiyorum; ortada illa bir durum tespiti gerekliliği varsa, bence sen biraz mallık ediyorsun olay bu. Öğle yemeğinden kalktıktan 2 saat 15 dakika sonra bu sefer market turunu başlatıp, ortalığı simit/çikolata/çörek/kuruyemiş ve krakere boğmak suretiyle çelişkinin en kralını yaşadığınız yetmezmiş gibi; bir de "kilo alıyoruz - nasıl veririz ki?" kaynaklı sohbetler açarak tüy dikiyorsunuz.

Gıdın olmuş zaten arka kolum kadar, halen ekmek arası helva peşindesin. Hadiyin lan! Bırak benle bıdı bıdı!

Çalışanlardan birinin doğum günü diyelim; ve bir güzellik edilip pasta alınmış... Tamam eyvallah. Ben o pastadan yemedim diye "nası adamsın yeaa" lafını duydum lan ahaha... Bu doğum günü ve pasta zırvalarından yana kendim gibi sıkılıp/daralan, istemsizce kasılan bir insan daha gördüm bu arada; garip geldi. Hislerini paylaşıyorum abi. Ama bu sıkılganlığını 20 saniyede atıp, terlemiş alnını silişinin hemen ardından, eskiden yapıldığında amele işi denilip dudak bükülen fakat ismi son zamanlarda selfie olan fotoğraf şeklini çekenlere yanaştığını da fark etmedik sanma hani.

Neyse, yaş pasta diyorduk... Yemeyeceğimin haberi öyle bir yayıldı ki, durumla ilgili ufak bir açıklama yapmak için hafifçe yukarıya kaldırdığım elim öylece kalakaldı. Sanırsın gemideyiz ve aniden önümüzde koca bir buz dağı belirdi, onu haber veriyorlar.


+Yemiyor muymuş?
-Yemiyormuş galiba

+Yiyor mu?
-Yok yok yemiyor

+Sordunuz mu?
-Sorduk istemedi

+Yemeyen kaldı mı
-Sordum o yemem diyor

-Doğum günü pastası bu ayıptır
-Nası yemezsin yea



Midem bulanıyor oğlum yaş pastadan. Hepsi bu. Evet yalnızca bu. Youtube'u kapatan benmişim misali yaygara koparmaya gerek var mı yani? Bu yiyeceğe midemin bir tepki veriyor oluşu hakkında, illa Peter Griffin gibi çıkıp tüm birikimimizi harcayarak televizyonda reklam yayınlatıp ulusa mı seslenelim?

Hi, I'm Peter Griffin. You know there is an issue facing many Americans today that I know concerns a great number of us. According to Gallop Polls; 1 in 12 American's is unaware that the Bird is the Word. I for one, dream of an America where everybody knows that the Bird is the Word.

Hayır günün tekinde getireceğim 1 şişe Jameson, koyacağım lakkadanak diye masanın ortasına... Sonra meşaleyi yakıp bağıracağım İÇMEYENİN ANASINI AVRADINI diye. Rahatlayacağım, ödeşmiş olacağız herkesle : )

Şaka bir yana, esas sinir edici yan etki de şu ki; böyle saçma muhabbetler yüzünden milletin kafasında ortamı bozan, katılım göstermeyen, kendi kabuğundaki -hatta yerine göre artist- kişi haline geliyoruz. Hep böyle sandılar be Mahmut abi, yeminle bak... Katılım gösterme mecburiyetinde olmasak da, ultra uyumsuz ve kaprisli sanatçı da değiliz be güzel abim, sen bana inan.

Olsa olsa; ağız gargarasıyla ağzını çalkalarken gelen hapşırığını tutamayarak lavaboyu boyayan, otobüse orta kapıdan bindiğinde kalabalık yüzünden kolunun kapıya sıkışmasından çok elden ele göndereceği akbilin başkasınınkiyle karışmasından tırsan, mütemadiyen tükenen kalemlerin ismine tükenmez kalem demekte ısrar eden ruhlarız en nihayetinde... Hasta ruhlar. Hasta ruh İsmail'ler.

Kapatın lan o pilot kalemin kapağını, ucundaki mürekkebi kuruyor yazmıyor sonra.
 
Bu hikayedeki kola ve pasta yerine dizi ve fudbol yazılsa, şu ömürde çektiğimi benden iyi anlatır.
-Tutyodur olm mutlaka
-Hiç mi izlememiş?
-Var böyleler, kuzenim misal, izlemez.
 
Çay (ice tea hariç) ve kola sevmeyen biri olarak zevkle okudum.

Bunları sevmeyen birine uzaylı muamelesi yapılmasından nefret ediyorum...
 
Yıllar önce bir arkadaş ortamında sipariş veriyoruz, herkes çay söylerken benim kahve istemem dikkatleri çekiyor ve ısrarlar, sorular. Çayla aram olmadığını söylüyorum "aaa ayıboluyo kardeşim biz ısmarlarız sana o nasıl söz" diyorlar. Meğer çaya param yok dediğimi zannetmiş adiler. Bu da topluluk içinde zor duruma düştüğüm milyonlarca durumdan sadece biri işte.
 

Geri
Üst