Sabırlılar için ayrıntılı bir çalısma:
Erkek Jenital Yaralama-Sakatlaması (Sünnet)
Üzerine Bir Feminist Çalışma
Seham Abd el Salam ©
Kahire, Haziran 1999
B.Sc in Medicine, Graduate Diploma in Medicine, Graduate Diploma in Art Criticism,
MA Anthropology
Post masters Fellowship Research - Supervisor: Professor Cynthia Nelson
American University in Cairo, School of Humanities,
Sociology, Anthropology, Psychology and Egyptology Department
English Version translated by: Azza Ali (Ph. D) and Seham Abd el Salam
NOHARMM'daki makaleden alıntılanmıştır, linkler site dışına yönlenir
Makalenin tamamı
http://www.noharmm.org/muted.htm 'da mevcuttur
Bölüm I: Giriş
Sünnet diye bilinen, Erkek Cinsel Organ Yaralaması (ECS) ile ilgili farkındalığım pek çok evreden geçerek gelişti. Başlangıçta ECS ile ilgili belirleyici bir tavrım yoktu. Ne katılıyordum ne de karşı çıkıyordum. Olayın benim üzerinde yıllarca bir etkisi yoktu. Anne ve babamı, kadın sünneti diye bilinen kadın cinsel organ sakatlaması ile ilgili (KCS) komşularla konuşurken defalarca duydum. Her zaman erkek sünnetinin aksine sağlıklı olmadığını söylüyorlardı. Anababam erkek sünnetini gereksiz ve duyarsız bir deri parçasını kaldıran basit bir kesme diye biliyorlardı. Ayrıca bunun tırnak kesmek gibi erkeklere yapılan basit bir operasyon olduğunu sanıyorlardı. Tıp okuluna gittiğimde, erkek sünneti cerrahi çalışmamın bir parçasını oluşturdu. Bütün ders kitaplarında sünnet, penis ve cervix uteri kanserine karşı önleyici bir operasyon olarak tavsiye ediliyordu. Ayrıca anastezi olmadan yapılıyordu, çünkü bebeklerin daha büyük bir çocuk veya yetişkin gibi acı hissetmediği iddia ediliyordu.
Evde ve üniversitede aldığım teorik eğitimi hazır bir şekilde kabul ettim, ta ki yapılışını görene kadar. Şok olmuştum ve ECS hakkındaki bütün teorilerden şüphe etmeye başlamıştım. O zaman, 1972 yılında yeni mezun olmuş ve El Demerdash Üniversite Hastanesi'ne atanmıştım. Bir gün cerrahi klinikten biri, bizi erkek sünneti konusunda eğitmek için mesaiye kalmamızı istedi. Sünnet edilecek olan bir aylık sağlıklı bir erkek bebekti. Bebeğe anestezi verilmedi, o da doğal olarak sünnet sırasında çığlıklar attı. Derin nefes ve solgun bir yüz gibi şok belirtilerini görebiliyordum. Bu tecrübeden sonra sünnet hakkında öğrendiğim herşeyden şüphe etmeye başladım. O sıralarda prepusun yapısı ve görevleri hakkında bilgili olmamama rağmen, çocuğun yüzündeki derin şok belirtileri, beni, sünnetin vahşi bir kasaplıktan başka bir şey olmadığına ikna etti. Sağlıklı bir çocuk üzerinde operasyon yapmanın herhangi bir sebebi yoktu, özellikle de şok içeriyor ise. O günden itibaren kadın ve erkek sünnetini karşılaştırmaya başladım, bana göre bir fark yoktu. Hiçbir zaman ECS yapmamaya karar verdim. KCS sorun bile değildi, çünkü ders kitaplarında bahsedilmiyordu. Acil ünitede bir doktor olarak, sünnet edildikten sonra cerrahi şok geçiren ya da aşırı kanamalı pek çok erkek çocuğu kabul ettim, ve bu da benim kanaatimi güçlendirdi. Erkek çocuğu olduğunu bildiğim insanlarla konuştum, ve bazı nadir zamanlarda başarılı da oldum, ama çoğu kez, bu uygulamanın yapılmaması yönündeki çabalarımda ikna edici olamadım. KCS'na inanmayan entellektüeller, öte yandan erkek sünneti konusunda oldukça ısrarcıydılar.
KCS karşıtı hareket Mısır'da 1994 yılında başladığı zaman, KCS'ye karşı olan ve insanlara bundan uzak durmalarını telkin eden doktor ve din görevlilerinin aynı zamanda erkek sünnetinin bir gereklilik olduğuna inanmalarına hayret ettim. Bundan başka, KCS karşıtı bazı önemli şahsiyetler, erkek sünneti konusuna bulaşmamaya özen gösteriyorlardı. Her zaman sorunun bu olmadığı şeklinde sert cevaplar veriyorlardı. Her şeye rağmen KCS konusundaki sessizlik 1994 yılında kırıldığında, basın, her iki cinste sünnetten kaynaklanan komplikasyonlarla ilgili bazı makaleler yayınladı. KCS konusunda tartışmak için nereye gidersem gideyim, erkek sünneti ile ilgili de sorularla karşılaşıyordum. Bazı erkek entellektüeller, erkek sünneti ile de ilgilenilmesi gerektiğini düşünüyorlardı ama fikirlerini ayrıntılı bir şekilde açıklamıyorlardı. Örneğin, Mısır İnsan Hakları Örgütü'nde KCS konusunda bir seminere katılmıştık, ve genç bir erkek doktor ayağa kalkarak altı yaşındayken olduğu kendi sünnetini hatırladığını söyledi. Bu bir şoktu, ve KCS'nin zararlarının tümünü kapsıyordu. Doktor, insan haklarını tartışmaya gelenlerin bu gerçeği gözardı etmelerine şaşırmıştı. Diğer bir defasında, KCS karşıtı kampanya için bir logo hazırlıyordum, Mısırlı çiftçi kadın "Nahdit Masr"dı bu. Her zaman ki gibi elini sfenksin üzerine koymaktansa, bir kız çocuğunu kucaklıyordu. Bir erkek meslektaş bunu gördü ve "Bir erkek çocuğunu da kucaklıyor olması gerekirdi" dedi. Bu şekilde ben de, cinsiyetine bakılmaksızın insan vücuduna karşı yapılan bütün saldırılara karşı açık bir tutum almaya başladım ve sosyal bilimler, İslami Fıkıh ve tıbbi bilimler dallarında bu konuları okuyarak kendimi eğitmeye başladım.
Kahire Amerikan Üniversitesindeki Sosyoloji-Antropoloji bölümü kütüphanesinde okuyarak KCS ve ECS'nin kültürel arkaplanı hakkında daha fazla bilgilenmeye başladım. Modern tıp bilimlerinden de, ECS'nın sözde faydalarının çürütüldüğünü öğrendim. Genelde KCS'na karşı olan arkadaşlarıma öğrendiklerimi aktarmaya çalıştım. Söylediklerimi dinlemediler, ya da dinleyip şüphe ifade ettiler. Konu hakkında okumaya bile çalışmadılar. Daha da kötüsü, KCS'na karşı insan hakları ve insan vücudunun bütünlüğü temelinde kampanya yürütenler, ECS'nı, KCS'yi meşrulaştırmak için kullanılanların irrasyonel argümanların aynısı ile meşrulaştırmaya çalışıyorlardı. Konuştuğum diğer kişiler, KCS konusunda esnek, fakat ECS karşıtı bir harekette ise tereddütlüydüler. Çok azı yeni fikirleri kabul etti ve daha önce bilmedikleri için üzgün olduklarını belirttiler. Daha da azı, bu yeni fikirleri diğerlerine aktarmaya istekliydiler.
I) Çalışmanın Sunumu
A) Çalışmanın Önemi
ECS, KCS'den daha yaygındır, ister Mısır, isterse uluslararası düzeyde olsun. Her yıl sünnet edilen erkek sayısının 13.3 milyon olduğu tahmin ediliyor, kız sayısı ise 2 milyon civarında. Her iki cinste de sünnet edilenlerin çoğu çocuklar. (Denniston, 1997; DeMeo, 1997). Her iki cinsin sünnetinde de, sağlıklı ve duyarlı bir vücut parçası, itiraz etme, kendini savunma, ya da onay verme şansı olmayan bir çocuktan kesilip alınıyor. Her iki olayda da, çocuğun cinsel güdüleri üzerinde kendi kontrolunu sağlayan toplumdur. Bu çalışma ayrıca şunun için önemlidir, çünkü bazı doktorlar klitorisin ucundan bir bölümünü çıkarmanın erkek sünneti ile aynı olduğu yolunda dedikodular yayıyorlar. ECS'nin sağlıklı ve erkeğe zarar vermeyen bir prosedür olduğunu iddia ediyorlar. Aynı şekilde sözü edilen prosedürün kadına da zarar vermeyeceğini iddia ediyorlar. Bundan başka, bazı doktorlar KCS karşıtı harekete destek verdiklerini iddia ederek benzeri prosedürleri tanımlamışlardır. (Karim, 1996) Bütün bunlara rağmen, ECS'nin, Mısır'da dişilik ve erkekliği tanımlayan ve iki cins arasındaki güç dengesini belirleyen yaygın sosyal geleneklerle ilişkisi daha önce incelenmemişti. Bu yüzden bu çalışma çığır açıcıdır.
B) Araştırma Hipotezi
Ataerkil (patriarkal) sosyal sistemin iki temeli vardır: birisi cinsiyet üzerine kuruludur, diğeri de yaş. Her iki durumda da, herhangi bir sosyal ilişkinin zayıf tarafı ayrımcılıktan muzdariptir. Cinsiyet söz konusu olunca eziyet çeken kadındır, yaş sözkonusu olunca da çocuklar. Dolayısıyla kadın ve çocuklar bir grup içine toplanmışlardır, yani zayıf ve düşük konumdadırlar. Kadınlar hangi yaş grubundan olurlarsa olsunlar erkeklerden daha aşağıdadırlar, çocuklar da hangi cinsten olurlarsa olsunlar yetişkinlerden daha aşağıdadırlar. (Janeway, 1980).
ECS'de bile erkekler üstün konumdadırlar, çünkü prosedür erkek çocuğun kadın dünyasından ayrılıp, erkek dünyasına geçişinin bir sembolüdür.(Turner, 1967) Bazı araştırmacılar KCS ile ECS arasında benzerlikler keşfetmişlerdir.(Kennedy, 1970; Lightfoot Klein, 1997) Genelde ise insan hakları, üreme sağlığı ve toplumsal gelişme konularında çalışan erkek ve kadınlar yalnız KCS ile ilgilenmişlerdir. Genellikle kendilerini entellektüel olarak tanıtan bu insanlar diğerleri tarafından da öyle kabul edilirler. Kadın jenital bütünlüğünü savunan tıp profesyonellerini içerirler. Bunlar, modern bilimi bir araç gibi kullanarak; kadının dişiliği, kendine bakışı, cinsel güdüleri, üreme hakları, ve sosyal rolü hakkında geleneksel değerler sisteminden uzak ama modern bilimsel bulgulara da uymayan kendi inançlarını yaymaktadırlar. Entellektüeller, bazı modern konular hakkında modern tavırlar sergileyebilirler, ancak diğer konulara sıra geldiğinde, kendi geleneksel değerler sistemlerinin etkisi altında çekingen davranmaktadırlar. (Gramsci, 1971) Konu insan vücudunu ilgilendirdiğinde, genelde entellektüeller ve özelde doktorlar, toplumda lider bir rol üstlenen kişilerdir, çünkü davranışları ve ideolojik referans noktaları belirleme yetenekleri ile toplumda bir rol modeli görünümündedirler. Buna göre, entellektüel tartışmalarda aktif liderler haline gelirler.(Frankenberg, 1988) Ne var ki, bazen, durağan sosyal inançları yerleştirme sebebi olmaktadırlar. Siyasal güç oyunundaki farkındalıkları ve davranışları ile entellektüeller, ya sosyal değişimin liderleri ya da konformistlerdir.
Feminizm bilgi ile güç arasındaki bağı ortaya çıkarmıştır. Bu büyük bir epistemolojik katkı idi, yalnızca bilginin kendisinin güç olduğu anlamında değil, , ama aynı zamanda ona ulaşma hakkının, bir karar vericiler ağı tarafından denetlenmesinde. Birey ve toplumların bu bilgiden aldıkları pay, bu güç ağındaki konumlarına bağlıdır. (Lennon and Whitford, 1994: 1) Dolayısıyla, ECS fikrini benimseyen insanlar, muhtemelen düşüncelerini mevcut ataerkil toplumdaki yaş ve cinsiyet hiyerarşisini destekleyecek şekilde seçmişlerdir. Ayrıca, ataerkil hiyerarşinin arkaplanını oluşturan bilgi, inanç ve tecrübelerin analizi, erkek ve kadın arasındaki sosyal ilişkiyi belirleyen güç politikasının ardındaki bilinmeyen noktaları ortaya çıkarabilir.
C) Araştırma Soruları
Daha önceki gözlemlerime ve bu konuda okuduklarıma dayanarak kendime şu soruyu sordum: Entellektüeller ve özellikle de tıp doktorları - modern bilimsel ve mantıksal gerekçelerle- KCS'na karşı çıkarken, ECS konusunda aynı tavrı benimsemekten neden kaçınırlar? ECS karşıtlarının ve savunucularının arkasında ne vardır? ECS'nın sakıncaları hakkında toplumsal bilinçlenmeyi artırmak, bazılarının savunduğu gibi gerçekten de KCS'ye karşı oluşturulan hareketi kötü yönde mi etkilerdi? Eğer kadınlar erkek çocuklara karşı olan ataerkil eğilimleri ortaya çıkarmazlar ise, kendilerini özgürleştirmeleri söz konusu olabilir mi?
D) Araştırmanın Amacı
Araştırmanın amacı sağlık ve din hakkındaki bilinen tartışmaların gerisine giderek, KCS'ye karşı mücadele eden, ama ECS'ye müsamaha gösteren Mısırlı entellektüellerin arkaplandaki eğilimlerinin, ilgilerinin ve güç politikalarının araştırılmasıdır. Bu amaca ulaşılması, daha önce sorulan soruların cevaplarının aranması ile mümkün olacaktır.
II) Literatür Araştırması
A) Modernite Öncesi toplumlarda Sünnetin Kültürel Geçmişi
J. DeMeo’nun Erkek ve Kadın Cinsel Organ Yaralamalarının Coğrafyası (1997) adlı makalesinde, geçimini günlük olarak sağlayabilen toplumların modernite öncesi bir çalışması vardı. DeMeo, geleneksel sünneti benimseyen toplumların, buna çok önem verdiklerini, ve onsuz hayatı düşünemediklerini keşfetti. Bu geleneğin olmadığı toplumların ise buna şiddetle karşı çıktıklarını gözlemledi. DeMeo, bazı toplumların, acı verici ve zararlı olmasına rağmen sünnet konusundaki ısrarlarının tarihi ve kültürel nedenlerini bulmaya çalıştı. Bunu yaparken çeşitli erkek cinsel yaralama-sakatlama türlerini tanımladı. En basit türleri, prepusun penisten tamamen ayrılmadan sadece kesildiği Asya'nın bazı yerlerinde yapılıyordu. Sünnet bundan daha zalimdir, çünkü prepus (sünnet derisi) penisten tamamen ayrılır. Bu, Asyanın bazı ülkelerinde, Afrika'nın bazı yerlerinde, ve bazı Pasifik Okyanusu adalarında yaygın bir uygulamadır. İkinci en ciddi tür, penis derisinin yüzülmesidir. Kökeni Arap Yarımadasına gider, ve günümüzde bile uygulandığı sanılmaktadır. Erkeklere, özellikle evlilikten önce uygulanan bir prosedürdü. Uretranın penise kadar bütün yol boyunca kesildiği bir başka ECS daha vardır. Bu Avustralya yerlileri arasında bir gelenekti. Ergenlikte ya da yeni gençlikte erkek jenitallerin yaralaması, onların dayanıklılığını sınamak için yapılır. Bir Eski Mısır anıtında, MÖ 2300 yıllarında yapılan bir erkek sünnetinin resimleri vardır. Ancak DeMeo, Msırlıların bu uygulamayı kendilerinin keşfetmediğini, onu MÖ 3100 yıllarında işgalci Bedevi kabilelerinden edindiklerini söylemektedir. Bu kabileler yarı-tanrı erkek kralları olan, savaşçı ve dinadamlarını toplumda yüksek bir konumda tutan, ve aşırı derecede özen gösterilmiş-büyük tapınak ve mezartaşları inşa eden toplumlardı. DeMeo'ya göre, günümüzde de sünnet eden toplumlar benzer ataerkil eğilim ve özellikleri taşırlar. Diğer bazı erkek egemen toplumlarda da sünnetin olmaması, bunların daha "iyi" olduğu anlamına gelmez, zira onlar da farklı kaba yöntemlerle çocukları kontrol ederler.
DeMeo, çocuk ve anne arasındaki bağın bozulmasının, ve diğer çocuk istismarlarının, agresif ataerkil toplumun devam etmesini sağladığına ikna olmuştur. Erkek ve kadın cinsel sakatlama geleneği yıkılmadan, ekonomik yapıyı değiştirmenin, toplum üyelerine daha insancıl yaşam şartları getirmediğine dair tarihsel bulgular elde etmiştir. DeMeo, ECS ve KCS arasında; coğrafi dağılımları, kültürel arkaplanları ve psiko-toplumsal motivasyonları (erkeklerin kadınlara, yetişkinlerin çocuklara baskın olduğu toplum yapısı) açısından yadsınamaz bir bağ olduğuna göre, her ikisinin de bir olaymış gibi ele alınması gerektiği sonucuna varmıştır.
Bazı çalışmalar sünnet ile eskiden beri devam eden bir uygulama olarak ilgilenmiştir. Bu gelenek, ve sözkonusu toplumun hakim toplumsal koşulları arasında bir bağ bulmaya çalışmışlardır. Sünnet konusundaki en önemli araştırmalardan biri Sembolik Yaralar : Ergenlik Törenleri ve Kıskanç Erkek adlı, B. Bettelheim'ın çalışmasıdır. Bettelheim, erkek sünnetinin kadın adet gördüğünde ortaya çıkan kadın üretkenliği ile ilgili bir kıskançlıktan kaynaklandığını, ve erkek sünnetinin bu kadın özelliği ile ilgili kurulan yapay bir benzetme olduğunu ileri sürmüştür. Bettelheim'ın ikinci bir teorisi daha vardır: Sünnet, babanın, anneyle ilişkisini tehdit eden diğer erkekler üzerinde kurduğu hakimiyetin bir sembolüdür, ve dolayısıyla onu daha az tedirgin yapmaya yarar. Sünnet, dünyanın çeşitli yerlerinde değişik toplumlrda ortaya çıkmıştır, ama her zaman aynı amaca hizmet etmiştir. Bettelheim ayrıca, çocuk ve yetişkinler arasındaki bu tür ilişkinin, yetişkinin çocuğa katı davranış kalıpları dayattığı, ama bunları kendisinin takip etmediği günümüz toplumlarında da sürdüğünü iddia etmiştir.
Bettelheim, erkek cinsel organ sertleşmesinin, erkek yetişkinliğinin ciddi bir göstergesi olarak kabul edildiği ataerkil toplumlarda sünnetin sembolik rolünü tanımlamıştır. Penis başının sünnet ile kalıcı olarak açığa çıkarılması, ona sürekli sertleşmiş görünümü verir. Buna uygun şekilde, henüz cinsel olarak olgunlaşmamış çocuğu da, kadın dünyasından ayırarak sembolik olarak olgun yapar. Bu değişimin meydana gelmesi için törenler oldukça önemlidir, çünkü, çocuğun sembolik olarak ölümünü ve yeni bir erek figürünün ortaya çıkışını simgeler. Bu yenidendoğuş anneden değil, babadan olur. Dolayısıyla erkek çocuğun sünneti erkek otoritesini sağlamlaştıran ikili bir işlev görür: birincisi erkek çocuğa yetişkin bir erkek görünümü verir, ikincisi de, erkeğe bir kadın ayrıcalığı olan jenital kan akıtma imkanını vermesidir. Bu sembol, sünnetin doğumdan hemen sonra yedinci günde olduğu Yahudi toplumlarında belirgindir. Bu yaşta çocuk tamamen bağımlı ve anababa denetimi altındadır. Bettelheim sünnetin ister erkek, isterse de kadınlar tarafından icat edilmiş olsun, ancak uygun cinsel davranışın aşılmasının çok ciddi yaptırımları olduğu toplumlarda bir yetişkinlik sembolü olabileceği sonucuna varmıştır. Bu, ataerkil figürlerin baskın ve gençler üzerinde tehdit edici olduğu toplumlarda geçerlidir.
Bugünlerde sünnet için gösterilen bütün nedenlerin, geçmiştekinden farklıdır, zira bunlar, ağır din, efsane ve gelenek perdesenin arkasında gizlidir
Daha yakın zamanda yapılan çalışmalar sünneti ataerkil toplum ile bağlantılandırmıştır. Örneğin A. Montagu, Sakatlanan İnsanlık adlı makalesinde, (1991), her iki cinste sünnetin, ataerkilliğin yükselmesi ile ortaya çıktığını belirtmiştir. Günümüzde sünnetin devam etmesini, eski ataerkil eğilimlerin halen güçlü olmasına bağlamıştır. Montagu, insanın, kendi türünün bireylerini ahlak, din, mantık, gelenek, ve kanun gerekçesiyle sakatlayan tek tür olduğunu belirtmiştir. Bugün, sünnet için gösterilen herhangi bir nedenin arkasında gizli güdüler saklıdır. Bunlar geçmiştekinden farklıdır. Zira bunlar da ağır din, efsane, ve gelenek perdesinin arkasına gizlenmiştir. Zaman içinde eski gerekçeler, yerlerini yeni eğilimlere göre belirlenen yeni gerekçelere terkederler. Sünnetin kesin olarak ortaya çıkışını tespit etmek bunun için zordur. Sünnetin nedenini araştıran herhangi bir araştırmacı, her türlü kişisel eğilimlerinden uzaklaşmalıdır. Sünnetin farklı meşrulaştırma şekillerini aşarak, toplumsal örgütlenmenin gerçeğiyle karşılaşacağız. Gerçek soyut bir kavram değildir. Toplumsal olarak koşullanmıştır. Montagu, sünnetin cinsel eşitlik üzerine kurulu ataerkil öncesi toplumlarda varolmadığını gözlemlemiştir. Örneğin bazı toplayıcı toplumlarda. Dolayısıyla sünnetin ataerkil bir icat olduğu söylenebilir. Montagu, sünnetin çeşitli kültürel anlamları olduğunu söyleyerek devam etmiştir. Bu, Avusturalya yerlilerinde, erkek organından kan akması nedeni ile, kadın ile erkeğin sembolik bir şekilde "bir" olmasıdır. Afrika kabilelerinde sünnet, yaratılışın cinsel ikiliği üzerine bir sembol olarak açıklanabilir. Bu inanca göre insan hem erkek hem de kadın karakterde doğar. Buna göre sünnet erkeğin kadın özelliklerinden ayrılmasıdır. Kadın ruhu erkeği rasyonel bir şekilde düşünmekten alıkoyan, dolayısıyla sünnetsiz erkeği toplumsal olarak uygunsuz yapan bir şey olarak düşünülür. Sünnetle erkek, kişiliğini kaybeder ve toplumsal bir varlık haline gelir. Dahası, sünnet ile erkeğin dişi parçasından ayrıldığı düşünülür, bu da ancak erkeğin diğer dişi yarısını araması ve bulması, yani evlenmesi ile yeniden tamamlanır. Tersi de sünnet edilen kadın geçerlidir. Dolayısıyla, sünnet, insanları diğer yarılarını aramaya iten ve evlilik ve çoğalma ile de bunu başaran toplumsal bir yaratık yapar. Son olarak Montagu, kültürel temelleri ne olursa olsun, insanların sünneti çocuklar üzerinde aynı amaçla gerçekleştirdiğini ifade etmiştir: erkeklerin baskınlığı ve kadın ve çocuklar üzerindeki üstün konumlarının belgelenmesi. Dolayısıyla, sünnet, güçlü olanın üstün olduğu kuralını koyar, ve bunu toplumsal gerçekliğin kurulu bir parçası haline getirir.
Aynı fikirleri savunan bir başka makale R. Immerman ve W. Mackey tarafından Sünnetin Biyokültürel Analizi'dir. (1998) Sünnetin insan beyni üzerindeki biyolojik etkisini, çeşitli kültürler tarafından benimsenmesine bağlamışlardır. Erkek jenital bütünlüğünün her iki cinse de büyük tatmin verdiğini gözlemlemişlerdir. Dolayısıyla sünnet, topluluğa, bu tatmin ve haz duygusundan mahrumiyeti telafi edecek birşeyler sunmalıdır. İki yazar sünnetin, beyindeki cinsel hazla ilgili bölgenin tepki verme yeteneğini azalttığını belirtmişlerdir. Daha da fazlası, sünnet, erkek jenital kayganlaştırıcısı olan ve kadınlara çekici gelen bir koku salgılayan smegmanın oluşumunu yokeder. Yazarlar, sünnetin erkekleri kadınlara karşı daha az çekici yaptığını, bu durumun erkekler arasında kadınlardan kaynaklanabilecek tartışmaları ortadan kaldırdığını, bunun da kabile reisi için grubu daha kolay idare edilebilir yaptığını belirtmişlerdir.
B) Modern Toplumlarda Sünnet
Bugün için sünnet, değer verilen toplumsal bir gelenektir. Bu yüzden sosyal davranış ile ilgili çalışmaları gözden geçirmek gerekir. Bunlardan biri, T. Parson ve E. Shil'in Değerler ve Sosyal Sistemler (1951) adlı çalışmasıdır. Parsons ve Shil, bireylerin toplumlardaki davranışlarını analiz etmişlerdir. Toplumların, bireylerin davranışlarını toplumsal sistemdeki dengeyi sağlamak için denetlediğini söylemişlerdir. Bireylerin davranışları, verilen herhangi bir subjeye karşı davranışlarını belirler. Dolayısıyla, insanların davranışları, kişiliklerinin, sosyal davranışı değiştiren sosyal sisteme tepkilerinin, ve daha da fazlası, bu sosyal sistem içersinde değer ve inançları belirleyen kültürün bir bileşkesidir. Kültürel sistemler, sosyal sistem için belirleyici olan oldukça temsil edici sembollerden oluşurlar. Yalnızca yaratıcı yeteneği olanlar ve liderler, diğerleri tarafından takip edilebilecek kültürel değerleri yaratabilirler. Bu kültürel semboller iyice yerleştikten sonra, kişi ve grupların tavırlarını uydurmak zorunda oldukları aktif güçler halini alırlar.
Ne var ki toplumlar, kültürel olarak homojen değildirler, daha da fazlası, bütün yerleşik kültürel sistemler değişen sosyal ihtiyaçlara cevap veremezler. Dolayısıyla bireyler, miras aldıkları kültürel değerleri yeniden değerlendirirler ve günlük ihtiyaçlarına göre uygun olanları yeniden seçerler. İnsanlar miras aldıkları değerleri yerleşmiş sosyal sistemi bozmamak için kabul ederler, ama bu durum, yeni hayat şartları ile uyuşmadığında geçerli değildir. Dolayısıyla iki alternatif ile karşı karşıyadırlar: ya hazır kültürel değerler ile yaşarlar, ya da değerleri modern ihtiyaçlarına göre adapte ederler. Genelde toplumlar ve özelde çok kültürlü toplumlar, sosyal değişime, mevcut sistemin sarsılmasına neden olmayacak derecede izin verirler. Benim görüşüme göre, Parsons ve Shil'in araştırması, modern toplumlarda sünnetin devam etmesini, insanların "uymaya" yönelik eğilimleri ile açıklar.
Geleneksel kabile liderleri, rahipler ve büyücüler geçmişte sünneti yapan kişilerdi, modern çağda bu işi tıp profesyonelleri üstlenmektedir. Tıp kurumunun bu işle ilgilenmesini gerektiren bazı başka özellikleri de vardır. Foucault, Kliniğin Doğumu : Tıbbi Algılamanın bir Arkeolojisi adlı yapıtında, tıp biliminin, kendisini vücut üzerinde kontrol sağlamaya götüren gelişimini açıklamıştır. Modern uygulamalı tıp, 19 yy'la birlikte başlamıştır. Bununla birlikte, tıbbın özne-nesne ilişkisi 17. ve 18. yy'lardakinden farklı bir şekilde değişerek, hastanın "obje" olarak algılandığı durum oluşmuştur. 19. yy'dan önce teşhis, hastayı ve onun subjektifliğini gözönüne almaksızın objektif belirtilerin incelenmesine indirgenmişti. Bu indirgemeci görüş, doktorun, hastayı ihmal edip, hastalıkla ilgilenmesi gerektiğini varsayıyordu. Dolayısıyla 17. yy'da teşhis, doktorun objektif belirtileri teorik değerlendirmesine dayanıyordu. O zamanki doktorlar "doğa"yı gözönüne almıyorlardı. Dolayısıyla, hastalığın doğal gelişimini kişiye özel olarak değerlendirmiyorlardı- teorik varsayımların başarısız olduğu durumlar hariç. Ancak 19. yy'da, semptomların gözlenmesi oldukça kritik bir önem kazandı. Dolayısıyla, doktorun inceleyen bakışları, ona ayrıcalıklı egemen bir konum kazandırdı. Buna uygun olarak hükümler verebilir, ve tam olarak itaat ve saygı isteyebilirdi. Onun bilgili bakışlarından, hiçbir "normalden sapma" kaçamazdı, ne bir organ, ne de bütün olarak birey. Doktorun bakışları, ona güç ve egemenlik sağlıyordu, çünkü görüşünü meşrulaştıran tıp kurumu tarafından destekleniyordu. Dolayısıyla tıp, bu "bakış"ın faziletiyle, geleneksel ataerkil gücün bir kısmını devraldı.
Wallerstein, "Sünnet: Bir Amerikan Sağlık Aldatmacası" (1980) adlı kitabında, 19. yy'ın ikinci yarısında KCS ve ECS'nın İngiltere'ye nasıl sokulduğunu anlatır. (Kraliçe Viktorya dönemi) Daha sonra uygulama, kolonilerdeki diğer tıp kurumlarına, ve İngilizce-konuşan ülkelere yayılır. David Gollaher (1994), Gelenekten Bilime: Sünnetin Amerikada Tıbbi Transformasyonu adlı makalesinde, ECS'nin ülkeye sokuluşundan on yıl sonra Amerika'da nasıl yayıldığını, ve ECS'yi desteklemek için kullanılan argümanların gelişimini anlatır. Ayrıca prosedür eyaletlerde öyle yaygın bir hale gelir ki, artık cerrah ve anababalar, bunu bir cerrahi müdahale olarak bile görmezler. Sünnet, 1870 yılına gelinceye kadar ABD'de bilinmiyordu. Sünnet, öyle bir zamanda Amerikayla tanıştırılmıştı ki, o zamanlar çeşitli hastalıklarla ilgili modern teoriler henüz bilinmiyordu. Bu gerçeklerin en önemlisi, hastalıkların mikroplar tarafından oluşturulduğu, ve antibiyotikler ile tedavi edilebileceği idi. Bundan önce, doktorlar hastalıkların çeşitli sinir kasılmaları ile oluştuğunu düşünüyorlardı. Bu teori, cinsel organların uyarılmasının daha üst düzeyde felç, sara ve delilik gibi çeşitli hastalıklarla yansımasını bulduğu şeklindeydi. Bu teoriye göre, vücudun çeşitli parçalarının ampüte edilmesi, akıl hastalıklarını tedavi etmek için yaygın bir uygulama haline geldi, bunlara örnek, yumurtalıkların, klitorisin ve sünnet derisinin alınması idi. Ne var ki pratik tecrübeler, bu uygulamaların ne akıl hastalıklarını tedavi ettiğini, ne de çocuklarda önemli beyin merkezlerini yok ettiği düşünülen sinir reflekslerine yol açan mastürbasyonun önüne geçebildiğini gösterdi. Dolayısıyla sünnetin önemi "tedavi"den, "önlem"e değişti, ve sünnet yararlı "önleyici" cerrahi olarak kabul edilmeye devam etti. Patolojik teoriler, daha önce sözü edilen "sinir reflekslerinden" , bakteriyolojinin önemi üzerine değişince, KCS terkedildi, fakat ECS yaygın olmaya devam etti. Hastalıklarla hem cerrahi hem de tıbbi olarak mücadele edebilecek yalnızca doktorlardı, onun için "önleyici" cerrahiler sünneti kapsamına alacak şekilde genişledi. Böylece vücut, potansiyel "septik" merkezlerden kurtarılabilirdi, bunlardan biri de altında kir birikmesinden sorumlu tutulan sünnet derisi (üstderi-prepus) idi. Ne var ki prepus Latincede "smegma" yani deterjan denilen bir madde salgılar. Gollaher, sünnet konusundaki fikirlerin büyük çoğunluğunun, Remondino tarafından 1881'de yayınlanan bir kitaptan kaynaklandığını belirtir. Burada folklor, yazarın kişisel görüşleri ile ve yanlış bilgiler ile karıştırılmıştır. Örneğin Remondino, prepusun gelişimsel, gereksiz organdan başka bir şey olmadığını söyler. Modern insanların vücudunda herhangi bir işlevi yoktur. Bundan sonra prepusu, oldukça hastalıklı özellikleri olan ekstradan bir organ olarak tanımlar. Ona göre, bu hastalıklar gizlice oluşmaktadır, tıpkı kötü ruhların eylemleri ve arap masallarının cinleri gibi. Benzer şekilde prepus, bir erkeği bütün hayatı boyunca çeşitli hastalık ve sorunlara hedef yapar. Ona ne işte, ne de evlilikte bir fayda sağlamaz. Onu sürekli azarlanan ve cezalandırılan üzgün bir insan yapar. Bir çocuk olarak, gece yatağını ıslatmasına neden olur vücut, zihin ve ahlakına büyük zararlar veren mastürbasyon yapmasına neden olur. Hatta sonunda hapse veya akıl hastanesine bile düşebilir. Dolayısıyla, iyi bir hayat için erkek gereksiz şeytani vücut parçasından kurtulmalıdır. Bazı Yahudi asıllı doktorlar kanser ve cinsel yolla bulaşan hastalıkların önlenmesi konusunda sünnetle ilgili teorilerini açıklamışlardır. Neden Yahudilerin diğer insanlardan daha sağlıklı olduklarını açıklamışlardır. Bunlardan biri "Yahudilik bir din olarak bilime hizmet etmiştir" demiştir. (Gollaher 1994:16) 19. yy'ın sonunda sünnet ABD'de bir gelenek olmaktan çıkmış ve tıbbi bir prosedür olarak görülmeye başlamıştır. Sünnetin yaygınlaşmasının nedenlerinden biri, anestezi, dezenfektan ve tıbbi bakımın Amerikan hastanelerinde yaygınlaşıyor olması idi. Artık doğum evde gerçekleşen bir aile olayı değildi. Obstetrisyenler, akademisyenlerden çok teknik uygulayıcılardı. Teknikleri kendilerinden deneyimli doktorlardan öğreniyor ve eleştirel düşünce süzgecinden geçirmeden tekrar ediyorlardı. Dolayısıyla rutin cerrahi prosedürlere inanmaya başlamışlardı. Sünnete inandırılan doktorlar artmıştı, prosedürün yaygınlaşmasının ve insanlarca benimsenmesinin sebebi buydu. Bir yerdeki cerrahi operasyonların artmasının arkasındaki en önemli faktörün oradaki bu operasyonu yapmaya hazır doktor sayısı ile orantılı olduğu bulunmuştur. Bu, sezaryen ve sünnet gibi prosedürler için de düşünülebilir. Daha da fazlası, insanlar, hakim tıbbi prosedürlerin, paranın alabileceği en iyi tıbbi bakım olduğuna inanmaktaydılar. Ancak Gollaher, bilimsel temel olmadan sadece teknolojinin yarardan çok zarar getirceğine inanmaktadır. İlke olarak bilim, irfana hizmet eder, bilim temelli olmayan saf teknoloji ise vücut üzerinde daha büyük kontrole hizmet eder.
ECS'nin Amerikaya girdiği ilk yıllarda, erkek yetişkinlerin kendilerine sünneti istemelerine bir sebep yoktu. Dolayısıyla prosedüre maruz kalanların çoğu, 19. yy teorilerine göre yukarıda sözü edilen türde hastalıkları olan, orta ve yüksek sınıftan ailelerin çocukları idi. Zaman içinde doktorlar insanları erkek sünneti konusunda, ve özellikle bunun insanların acıyı hissetmedikleri iddia edilen erken yaşlarda yapılması konusunda ikna ettiler. Sünnet acısının bir iğne batmasından daha fazla olmadığını düşünüyorlardı. Sünneti erken yaşlarda yapmayı tercih ediyorlardı, çünkü sözü edilen prepustan kaynaklanan hastalıkları , ve çocuğun büyüyünce kötü alışkanlıklar kazanmasını önlemeyi düşünüyorlardı.
Gollaher, doktorların, insanları sünnetin güvenli bir cerrahi yöntem olduğu konusundaki ısrarlı ikna çabalarına rağmen, 1909 gibi erken bir tarihte bile tıbbi araştırmaların prosedürün zararlarını tartışmaya başladığından bahseder, tıpkı o tarihte bir Amerikan tıp dergisinde yayınlanan ve sünnetin enfeksiyon, doku ödemi, aşırı kanama, hematoma ve penis başının yanlışlıkla kesilmesi gibi etkilerini tartışan bir makalede olduğu gibi. Dolayısıyla, cerrahi uygulamacıların fikirleri, tıbbi araştırmacıların duyguları ile tersti. Uygulamacılar prepusun zararlı olduğunu varsayarken, bu tür iddialar deneysel tıbbi araştırmaların sınamasından geçemiyor, ve geçersiz oldukları kanıtlanıyordu. Tıbbi uygulamacılar prepusa karşı olan kötü bakışlarını topluma yaydılar. Dolayısıyla, bir çocukta prepusun bulunması bir cehalet, ihmal ve fakirlik işareti olarak algılanmaya başladı. Bu tür fikirler, erkek sünnetinin arzu edilir olmasında büyük bir rol oynadı.
Sünnet Geleneği, makalesinde Karen Erickson Paige (1978) modern Amerikan tıp kurumu tarafından sünneti meşrulaştırmak için kullanılan iddiaların gelişimini izler. Bu tür iddialar, ancak erkek sünneti Amerika'da iyice yayıldıktan sonra ortaya çıkar. Paige'e göre, batılılar, diğer kültürlerin uyguladıkları vücut sakatlama yöntemlerini duyduklarında dehşete düşerler. Öte yandan, sünnetin de dahil olduğu kendi "batılı" vücut sakatlama - yaralama yöntemlerini, tıbbi olarak meşru görürler. ECS, hem batılı- sanayileşmiş, ve hem de batılı-olmayan diğer toplumlar tarafından uygulandığı halde, her ikisindeki gelişimi farklıdır. ECS batıda, 1700 ve 1914 yılları arasındaki sanayileşme döneminde, mastürbasyon manyası ile başlamıştır. Mastürbasyon, ta İncil zamanlarından beridir bir günah olarak kabul ediliyordu. Ne var ki, modern sanayileşme dönüşümünden önce tıbbi bir problem olarak görülmüyordu. Bu tıbbi varsayım orta sınıf ailelerine çekici göründü, çünkü onlara kötü çocuk davranışları olarak düşündükleri kabalık, isyan, sinirlilik, ve karşı cinse ilgi konusunda bir açıklama sunuyordu. Dolayısıyla, mastürbasyonun korkulacak bir tehlike olarak yerleşmesi, aile, iş, ve anababa kurumlarına hizmet etmişti. Britanyalı ve Amerikalı doktorlar bu problemin çüzülmesi için çeşitli tedaviler önermişlerdir, bunlar; cinsel içgüdüleri bastıracağı düşünülen çeşitli diyet şekilleri, çocukların jenitallerine ellemelerini engelleyecek bekaret kemerleri, ve suçlanan çocukların aşağılanması ve cezalandırılması konusunda tavsiyeler, penisi hapsedecek alçı kalıpları, çeşitli deri ve kauçuk kaplamalar, jenitallerin yaralanması ve hatta- bazı aşırı durumlarda "hasta" mastürbatörlerin hadım edilmesi! Bu tür durumlarda sünnet diğer tedavilere göre masum bir yöntem olarak görülüyordu. Doktorlar, sünnetin çocuk için daha iyi bir sağlığın garantisi olduğunu, çalışma yeteneğini artırdığını, hayatını uzattığını, çocuğu hastalıklardan koruduğunu, ve son olarak tıbbi konsültasyona harcanacak para ve zaman tasarrufu sağladığı fikrini yaymışlardır. 1890 yılında bazı Amerikalı cerrahlar bu konuda bir dernek kurarlar. Temel görevi erkek ve kadınlar için jenital cerrahileri desteklemek ve yaymak idi. Bu tür cerrahiler anababalara çocuklarının cinselliğini kontrol etme imkanını, doktorlara da, kadın ve çocuk vücutları üzerindeki otoritelerini güçlendirme imkanını veriyordu. Batıdaki mastürbasyon manyası 1925 yıllarında sönmeye başladığında, mastürbasyonu önlemek için kullanılacak korkunç yöntemler hakkında yazılanlar azaldı. Ne var ki erkek sünneti, 1932'de kansere karşı önleyici özelliği olduğu teorisinin ortaya çıkması ile devam etti. Bu teori, Müslümanlar ve Yahudiler arasında yaptığı araştırmalarda onların kansere daha az yakalandığını tespit ettiğini söyleyen bir doktor tarafından ortaya atıldı. Bu teori, erkek bebek sünnetinin, yetişkin olduğu zaman kanserden korumak bahanesi ile yaygınlaşmasına neden oldu - güçlünün kirli olduğunu düşündüğü zayıfın vücudunu kontrol etmesi. Bu araştırmanın hatalı metodolojisi olduğu, dolayısıyla geçerli olmadığı ispat edildi. Bu araştırmada, din, dikkate alınan tek değişkendi. Sosyo-ekonomik standartlar ve sözkonusu grubun sağlık alışkanlıkları gibi diğer değişkenler ihmal edilmişti. Hatta Yahudilerin toplumdaki görece temsil oranları, yani nüfusları bile dikkate alınmamıştı. Sünnetin bir diğer haklı çıkarma şekli, "güzellik" idi. Paige, bir doktorun şu cümlesini aktarır: "sünnetli penis sertleşmiş olmadığı halde öyleymiş gibi görünür, dolayısıyla erkekliğin bir simgesidir. " Ne var ki onyıllar boyunca sünnetin haklı gösterilme şekli gibi toplumsal eğilimler de değişti. Örneğin, 19.yy'ın sonlarında ve 20. yy'ın başlarında, mastürbasyon ve seks cesaretlendirilmiyordu, ve zamanın doktorları da, sünneti cinsel güdüleri kontrol edici bir araç olarak düşünüyorlardı. Ne var ki tersine, 20 yy'ın sonlarında, seks ve mastürbasyon normal olarak düşünülüyordu, doktorlar da sünnetin, erkek ve kadınların cinsel duyarlılığını artırmak için yapıldığını söylemeye başlamışlardı. Bir prosedür zıt nedenlerle meşrulaştırıldığında, bu onun irrasyonel ve bilimdışı olan mistik geleneksel düşünceyi yansıttığı anlamına gelir.
Paige, psikoanalizden bahseder, buna göre, sünnet, çocuğun penisinin bir kısmını kendi isteğiyle feda ederek baba otoritesine boyun eğmesini temsil eder, ya da babanın yüksek otoritesini bu operasyonla gerçekleştirme çabasını ifade eder. Paige, sünnet eden 23 yerel toplumu incelemiş ve benzer özellikler tespit etmiştir. Bu özelliklerin en önemlisi, bunların kırsal yerlerden gelmiş olmalarıdır, ve hısım- akraba erkeklerden oluşan çıkar grupları vardır. Paige, bunların akraba oldukları ya da nihayeten evlenecekleri kadınlar üzerinde hakimiyet kuran erkekler olduklarını tespit etti. Bu tür kültürlerde erkek, kendi iyiliği için değil, ancak aile ve kabilenin liderleri için sünnet olur. Bu liderler, babayı çocuğunu tereddütsüz sünnet etmesi için baskı altına alırlar. İlkeye itiraz etmemelidir. Babanın liderlere itaati, ataerkil topluma sadakat anlamını ifade eder. Sadakatı temsil eden tören, mesela kulakların değil, penisin bir kısmını ampute ederek yapılır, çünkü çoğalmadan sorumlu olan organ odur. Bu da grubun çıkarlarına uygundur, çünkü bir erkeğin çocukları ile gruptan ayrılması onu zayıflatır, ve politik - ekonomik çalkantıya sokabilir. Paige , Yaratılış hikayesini sosyolojik terimlerle izah eder, ve bunun sayı olarak çoğalan ve kendisini savunacak daha fazla yetişkin erkeğe ihitiyaç duyan toplumdaki çelişkileri yansıttığını söyler. Eski Ahit'te İbrahim ile Tanrı arasında, sünnetin -bugünün tıbbi açıklamalarının dışında- politik bir anlaşma olarak anlatılmasının sebebi budur.
Doktorların sünneti artan bir şekilde kabul etmiş olmalarının nedenlerinden biri, bebeklerin acıyı hissetmedikleri inancıdır, bu nedenle de anestezi verilmez. Bu inanç, yenidoğanlar üzerinde daha fazla araştırmanın yapılmasına neden olmuştur. Bunlardan biri David Chamberlain tarafından yapılan Bebekler Acı Hissetmezler: Tıp Dünyasındaki Yüzyıllık Bir İnkarın Hikayesi (1991) adlı çalışmadır. Burada Chamberlain bebekler ve onların acı hissetmediğini söyleyen doktorlar arasındaki ilişkiyi inceler. 20. yy'ın ilk yarısında, doktorlar, bebeğin acıya tepkisini, cerebral korteksin yeterince gelişmediğini düşündükleri için bir refleks olarak tanımlıyorlardı. Ama yeni çalışmalar bunun tersini ispatlamıştır, bebekler acı hissederler ve bunu ağlayarak ve yüz ifadeleriyle belli de ederler. Aslında, sünnet edilen bebeklerde acının objektif belirtileri vardır, kalp atış hızında ve solunumda artış, kandaki oksijen seviyesinde düşme, ve kortizol seviyesinde artış gibi. Sünnetten sonra çocuğun uyku alışkanlığı değişir ve sosyal olarak uzak bir tavır sergiler. Yeme alışkanlığı değişir ve annesi ile ilişkisi bozulur. Chamberlain, sünnetin toplumsal baskılar sonucu oluştuğunu ve anababanın bunun sonuçlarından haberdar olmadığını belirtir. Ayrıca doktorların bebeklerde acıyı inkar etmelerine çeşitli örnekler verir. Bu açıklamalardan biri, operasyonu yapan doktorun ataerkil eğilimleri olduğudur, yani çocuğun duygularını dikkate almadığıdır. Bu, erkek doktorlar tarafından eğitilen kadın doktorlara da uygulanabilir. Daha da fazlası, bazı doktorlar halen, eski, zamanı geçmiş "acının iyi, kutsal ve hayatın gerekli bir parçası olduğu" inancına tutunuyor olabilirler. Chamberlain, bebeklerin acıyı hissettikleri konusundaki doktorların inkarının, kökü zayıfa karşı eğilim olan bir düşünce olduğunu tarihi örneklerle ifade eder. Anestezi ABD'de kullanılmaya başlandığında, doktorlar bunu Siyahlara, Asyalılara, Almanlara, İrlandalılara, gemicilere, askerlere, köylülere, ve fakirlere - acıya dayanıklı oldukları gerekçesi ile vermemişlerdir.
Sünnet: Bir Amerikan Sağlık Uydurmacası (1980) adlı kitabında Wallerstein, 19. yy'ın sonları ve 20. yy'ın başlarında yapılan, ve sünnetin bir sağlık prosedürü olduğunu söyleyen araştırmaları eleştirir. Kabul edilemez boyutlardaki araştırma metodolojisi çarpıklıklarını belirtir. Neden ABD'nin, erkek sünnetini dini olmayan sebeplerle kabul eden tek sanayileşmiş ülke olduğunu açıklar. Bu, prosedürün sağlık sonuçları hakkındaki uydurmacaların bir sonucu idi. ABD'de sünnet, kesilen prepusların ilaç ve kozmetik sanayinde değerli bir malzeme olarak satıldığı gerçeği ile de destekleniyordu.
ECS'nin varsayılan sağlık yararları, iyi-kontollü bilimsel araştırmalar ile ispatlanamayan dayanaksız hipotezlerden başka bir şey değildi. Bundan başka, araştırmacılar, doktorların bu prosedüre katıldıklarını incelemişlerdir. Bu çalışmalardan biri, Denniston tarafından yapılan "Iatrogenic Epidemic" adlı çalışmadır. ABD'de doktorların bu uygulamaya zihinlerindeki inkar teorisi ile katıldıklarını söylemiştir. İnkar, psikolojik şok yaşayan kimse için bir kendini savunma mekanizmasıdır. Buna göre, kendileri de sünnet edilen doktorlar bunu başkalarına da yapmak isterler, bu şekilde çocukken yaşadıkları zarardan kendilerini kurtarmak isterler, bunu normal bir sağlık prosedürü olarak düşünerek de, suçluluk duygusunu hafifletmeye çalışırlar.
Goldman , Sünnet: Gizli Travma (1997) kitabı ve Sünnetin Psikolojik Sonuçları (1999), adlı makalesi ile erkek sünnetinin psikolojik sonuçları üzerinde geniş çalışmalar yapmıştır. Doktorların, çocukların sünnetle ilgili yaşadıkları acıyı, çaresiz oldukları ve kendilerini savunamadıkları için ihmal ettiklerini söylemiştir. Anatomi çalışmaları, sinir hücrelerindeki kimyasal değişiklikler ve bebeklerin davranışları konusundaki çalışmalar, onların acıyı yetişkinlerden daha fazla hissettiklerini kanıtlamıştır. Amerikan Pediatri Akademisinden diğer araştırmacılar Goldman'ın çalışması ile fikirbirliğine vardılar. Bu araştırmacılar yaptıkları çalışmalarda sünnetli çocuğun annesine karşı tavrının değiştiğini, uyku düzeninin bozulduğunu, ve acı verici etkilere karşı aşırı şekilde tepki göstermeye başladığını tespit ettiler. Bazı anneler, çocuğun sünnet edildiği günün hayatlarındaki en kötü gün olduğunu belirtmişlerdir. Amerikan Psikoloji Derneği'nin tanımına göre travma "insanın günlük hayat tecrübelerini aşan, olaylara denir, örneğin fiziksel şiddet, işkence veya bireyin güvenliğini tehdit eden herhangi bir şey." Fiziki şiddet bir tarafta vücuda yönelik herhangi bir istismardır, işkence ise, aşırı stress veya acıya yol açan davranıştır. Her iki durum da travmatiktir, saldırı veya yaralama, şiddet veya işkence amacıyla yapılmamış olsa bile. Yukarıdaki tanımlar, eylemin kendisine ve eylemin yapan kimsenin amacından bağımsız olarak buna verilen insan tepkisine aittir. Bebek ne kadar küçük olursa, travmadan zarar görme ihtimali o kadar fazla olacaktır. Goldman, insanların kendi sünnetleri ile ilgili duygularını neden ifade etmediklerine dair bazı açıklamalar getirmiştir. Onların, prosedürü-sağlık yararlarını düşünerek- yaygın bir inanç olarak gördüklerini, ya da yaşadıkları acıyı hatırlamak istemediklerini, düşünmüştür. Dolayısıyla, aşağılamayı veya acıyı hissetmemek için bir savunma mekanizması ile onu bastırırlar. Bir diğer sebep, ECS'nin, çocuk konuşmayı öğrenmeden çok küçük bir yaşta yapılıyor olmasıdır. Bu yüzden, erkekler acı verici sünnet hatıralarını kelimelerle ifade etmezler, ancak diğerlerine karşı duyarsızlık ve açıklanamaz öfke gibi davranışlarda ifade ederler. Goldman, çocukları sünnet eden doktorların psikolojisini analiz etmiş, ve onların biliçdışı bir şekilde, kendi acı verici sünnet hatıralarını başkalarına yansıttıklarını söylemiştir, çünkü o sırada bu kendileri için açıklanamaz bir travma idi. İnsanların töre ve geleneklere uymak için inançlarını adapte etmeleri böyledir. Dolayısıyla, tıp kurumundan erkekler, (ki aralarında sünnet yaygındır) sünneti desteklerler, bahaneleri de, prepusun herhangi bir yararının olmadığı, ve çocukların zaten birşey hissetmedikleridir. Sünnete kuvvetle inanan doktorlar, kendi fikirleri ile uyum içinde olmayan yeni bilgileri şiddetle reddederler. Kendi teorik inançları ve pratik uygulama ile arasındaki uçurum büyüdükçe, yeni bilgilere karşı dirençleri artar. Prosedürü anababanın istekleri doğrultusunda yaptıklarını söylerler. Dolayısıyla sünnet, meslekten olmayanlarca karar verilen tek cerrahi prosedürdür. Ne var ki doktorlar anababaların kararlarında, ECS'nin zararları ve prepusun fonksiyonları konusundaki bilgileri saklayarak, ve hatta tavsiye edilir olduğunu söyleyerek aktif rol alırlar. Öte yandan anababalar da, doktorlar katıldığına göre prosedürün iyi olduğunu düşünürler, ve yapılmasını isterler. Her iki durumda da, sünnet, sosyal olarak kabul edilebilir bir prosedür olduğu için yapılır.
"Toplumsal olarak kabul görme" efsanesi kolay bitecek bir şey değildir. İnsanlar sosyal gruplar içine girdiklerinde, bunu eleştirmezler, ve uymaya çalışırlar. Özellikle ortak normlar karşı fikirlerce tartışılmaya açıldıkça, bu normları savunmaya çalışırlar. Goldman, Yahudilikte sünneti araştırdığı zaman, bunun Yahudi toplumlarında, Eski Ahit'in yazılmasından çok önceleri zaten yerleşmiş olduğunu tespit etti. Dolayısıyla, sünnetin Kutsal Kitaba eklenmesinin, anababalara yaptıkları için bir mazeret bulunması, ve suçluluk duygusunu hafifletmek için olduğu düşünülebilir. Sünnet Kuran'da geçmiyordu, ne var ki, geçerliliği hakkında pek çok teolojik tartışma vardı. Ve sünnetin dinsel olarak meşruiyeti ile ilgili sorunlar yüzünden, hem Müslümanlar hem de Yahudiler inançlarını sosyal geleneklere bağlamaktadırlar. Bu tür inançlar, bir sessizlik duvarı arkasına gizlenmiştir, ECS'nin bir sosyal gelenek olarak günümüze kadar devam etmesinin nedeni budur. Goldman tıbbi "bilimlerin", gereksiz, zararlı ve sağlıksız sosyal geleneklerin devam etmesindeki rolünü açıklamıştır. Bilimin tarafsız bir kurum olmadığını ve kültürel değerlerden etkilenerek onlara hizmet ettiğini söylemiştir. Sosyal sistemlerin eski değerlerini korumalarının bir yolu da, güvenilirliklerini doğru olmayan bilimsel araştırmalarla tazelemeleridir. Bazı entellektüeller, gerçeklerin bu şekilde saklanmasında kritik rol oynarlar.
Cold ve Taylor'ın Prepus (1999) adlı makalesi, prepusun fizyolojik önemsizliği hakkındaki yaygın tıbbi uydurmacayı sona erdirdi. Bu makale, detaylı bir şekilde prepusun embriyonik gelişimini, anatomik yapısını, ve çeşitli fonksiyonlarını anlattı. Hem erkek ve hem de kadın embriyoları prepus geliştirirler. Bebeklik ve erken çocuklukta prepus, onları tahriş ve dışkılardan korumak için doğal olarak penisin başına, ya da klitorise yapışıktır. Doğal ayrılma, çocuk 4-17 yaşları arasındayken yavaş yavaş gerçekleşir. Bu anatomik gerçek 1949 yılındayken keşfedilmişti, ama çoğu doktor bunun farkında değildir, ve bu doğal olayı sünnetle düzeltilmesi gereken patolojik bir yapışma olarak teşhis ederler. Cold ve Taylor, prepusun kan damarları ve hafif dokunmayı hissedecek sinir hücreleri ile dolu beş tabakadan oluştuğunu açıklamışlardır. Bu, en hassas erkek organıdır, duyarlılığı parmak uçları, gözkapakları ve dudaklarınkine benzerdir. Taylor, prepusun ince ve sinirlerle donatılmış yapısını keşfetmiş ve British Journal of Urology'de 1996'da yayımlanan bir makalede tanımlamıştır. Prepusta, yumurtalıklardakine benzer kas fiberleri vardır. Bunlar, idrarın geçmesine izin veren, ama yabancı maddeleri engelleyen tek-geçişli valfler gibi işlev görürler. Erkek ergenliğe yaklaştığında, bu kas fiberleri sayıca azalır, ve yerlerini elastik fiberlere bırakırlar, taa ki iki fiber türü, cinsel ilişkide prepusun hareketine izin verecek bir dengeye ulaşıncaya kadar. Prepus, ayrıca, mikroplara karşı bir ilk savunma engeli olduğu düşünülen bağışıklık hücrelerine de sahiptir. Dolayısıyla, sünnet, erkeği doğanın kendisine bahşettiği bütün bu avantajlardan mahrum kılar.
Bazı doktorlar, ne var ki, konu hakkında elde ettikleri bilgilerle sünnet konusundaki tutumlarını değiştirmişler, kendilerini eleştirmiş, ve bunu meslektaşları arasında sorunlu bir konu olarak ortaya koymuşlardır. B. Boyd, Sünnet Açığa Çıkarıldı : Tıbbi ve Kültürel Bir Geleneği Yeniden Düşünmek (1998), adlı kitabında, bazı Amerikan pediatrisyenlerin, sünneti, ve çocuğa verdiği acıyı yeniden düşündükten sonra prosedürü uygulamaktan vazgeçtiklerini anlatmıştır. Boyd, erkek sünnetinin ABD'deki tıbbi ve kültürel yönlerini anlatmıştır. Tıbbi yönden, prepusun işlev ve yapısını, ve erkek ve kadın sünnetleri arasındaki benzerliği vurgulamıştır. Boyd, tıp profesyonellerin sünnetin yararlı olduğu yönündeki bütün savlarının bilimsel araştırmalar tarafından çürütülmesine rağmen, modern tıp kurumunun sünneti uygulamasını ve meşrulaştırmasını eleştirmiştir. Daha sonra Boyd, mastürbasyona, cinsel yolla bulaşan hastalıklara, penis ve rahim kanserine, idrar yolları iltihabına ve son olarak AIDS'e karşı sünnetin iyileştiriciliği ve önleyiciliği hakkında ne söylenmişse hepsini çürütmüştür. Dolayısıyla sünnet, hastalıkları iyileştiren, geçerliliği bilimsel olarak kanıtlanmış bir prosedür değildir. Aslında "hastalık arayan bir cerrahi uygulamadır". Bundan başka Boyd, diğer doktorların ECS'yi eleştirme çabalarının bir gözden geçirmesini yapmıştır. Kültürel bakış açısından, sünneti uygulayan dini grupların, fikirleri dini kaynaklardan gelmese bile, sünnete çok güçlü bir şekilde inanadıklarını belirtmiştir. Ayrıca çocukları zarardan korumak yolundaki içgüdüleri ve dinsel kurumlarının istekleri arasında çelişkiye düşen bazı Yahudi asıllıların açıklamalarını incelemiştir. Onlar da sünnete eleştirel bakmaya başlamış, ve yenidoğan hakkında dualar okumakla yetinmişlerdir. Onlara göre önemli olan ruhsallıktır, ve bu yüzden de kan döküp bebeği önemli bir vücut parçasından mahrum bırakmanın da anlamı yoktur. Bariz bir şekilde sünnet, ataerkil toplumların zayıfları ve güçsüz kitleleri kontrol etmek için kullandıkları bir yöntemdir. Sünneti destekleyen bütün dinsel açıklamalar, onu geçerli bir gelenek yapmak için bulunan bahanelerden başka birşey değildir. Boyd, meşhur 13. yy fizisyen ve filozofu Moses Maimonides 'in (İbn Meymun) görüşünü bir kanıt olarak sunar. Sünnetin erken yaşta yapılmasının sebebinin, bebeğin sünneti reddetmesinin imkansızlığından ve kontrol etmenin kolay olmasından kaynaklandığını, sünnet bir ergene yapıldığında, onun basitçe karşı koyacağını belirtmiştir. Ayrıca, eğer çocuk büyür ise, anababasının ona karşı duygularının daha güçlü olacağını, ve ona zarar vermek istemeyeceklerinden prosedürün uygulanmasına karşı koyabileceklerini söylemiştir. Boyd, sünnetin toplumsal önemi ile ilgilenmiştir. Bunun kişiye bir çaresizlik hissi verdiğini, çünkü kendini savunamayan çaresiz bir bebek aşırı acı ile karşılaştığında, bu tür şiddetin bütün yaşamı boyunca kendisine hayatta kalmak yönünde bir fayda sağlamayacağını öğrendiğini söylemiştir. Toplum, sünnetin psikolojik etkisi üzerindeki inkarında ısrar ettikçe, bu etki artar. Bu, ırksal, cinsel ve etnik ayrımcılığın uygulandığı toplumlardakine benzer bir durumdur. Boyd, sünnet edilip edilmeme kararını verebilecek tek kişinin bireyin kendisi olduğunun altını çizmiştir. Amerikalı doktor, avukat ve diğer entellektüel aktivistler, Boyd'un fikrini paylaşırlar. Boyd, ayrıca KCS'na karşı olmakla birlikte ECS'yi durdurmak için aktif rol almayan Amerikalı feministleri eleştirmiştir. Boyd, kendi ülkelerindeki çocukların vücutlarına karşı şiddet içeren bir saldırıya sessiz kalırken, yabancı bir ülkedeki benzeri uygulamayı eleştirmelerini doğru bulmamıştır. Bu tür bir tavrın, feministlerin hakim sosyal kültüre sadakatlerini gösterdikleri politik bir uzlaşma aracı olduğunu, böylece feministlerin daha az yaygın bir uygulama olan göçmenlerdeki KCS ile mücadele etmek için kendilerine daha geniş bir alan sağladıklarını belirtmiştir. Bu, bazı beyaz işçi hareketi liderlerinin, ırk ayrımı konusunda seslerini çıkarmamaları ile benzer bir stratejidir.
Lightfoot-Klein, KCS'nin Afrika'daki haklı çıkarma şekillerinin, Amerika'da ECS'yi
haklı çıkarma şekli ile aynı olduğunu gösterdi
Ne var ki, feministler ECS'yi yeniden düşünmeye başladıkça, KCS'nin tamamen farklı bir konu olduğu yolundaki eski inançlarını değiştirdiler. En çok bilinen makalelerden biri Lightfoot-Klein'in 1994 yılındaki Sahara-Altı Afrika'daki Kadın Cinsel Sakatlaması Altında Yatan Yanlış İnançlar ve ABD'deki Yenidoğan Sünneti : Güncellenmiş Kısa Bir Rapor adlı makalesidir. Burada ECS ile - geçerliliğine pek ikna olmadığı halde- çok ilgili olmadığını, çünkü bütün çalışmalarının kadınlar ile ilgili olduğunu, ECS ile savaşta aktif olmamasının sebebinin bu olduğunu, yani bunun kadınların anlayamayacağı bir erkek meselesi olduğunu ileri sürmüştür. Ayrıca bu kendisiyle de pek ilgili değildir, çünkü o bir kadındır. KCS ile ilgili çalışmalarına Afrika'da devam ettikçe, iki cinsteki cinsel yaralamalarda benzerlikler bulmuştur. Lightfoot-Klein, KCS'nin Afrika'daki mazeretlerinin , Amerika'daki ECS mazeretleri ile aynı olduğunu bulmuştur. Bu tür benzerlikler, sünnetin çocuğu önemli bir vücut parçasından mahrum bırakmadığı, sadece gereksiz bir deri parçasının alınması olduğu, güzelleştirici bir prosedür olduğu, enfeksiyona ve diğer hastalıklara engel olmak gibi sağlık yararlarının bulunduğu, ve doktorlar buna katıldığına göre yararlı olması gerektiğidir. Her iki cinste de erkek ve kadınlar, uzun dönem sonuçlar ile çocukken oldukları sünnet arasında bir bağlantı kurmazlar. Ayrıca ne erkeklerin, ne de kadınların sünnetli değilseler eş bulamayacakları iddia edilmektedir.
Diğer düşünürler, daha iyi bir gelecek yaratmak için kadınların her iki cinsten çocukların haklarını savunmaları gerektiğini anlamışlardır. Bu düşünürlerden biri, Uluslararası Tarihi Psikoloji Derneğinin kurucusu ve başkanı, Psikolojik Tarih Dergisi'nin editörü olan DeMause idi. İnternette Tarihsel Dönüşümün Keskin Sırtında Kadınlar ve Çocuklar (DeMause n.d ‘1’) adlı makaleyi yayımladı. Bu makalede, tarihsel gelişimin, eski neslin çocukluk travmalarını yeniden düşünmesi, ve aynısını çocuklarına yapmamaya karar vermesi ile gerçekleştiğini iddia etmiştir. Tarihin Psikojenik Teorisi adlı bir diğer makalede, DeMause, çocuk yetiştirmedeki bu tür bir iyileştirmenin, daha iyi bir toplum yaratılmasına yarayacak sosyal, ekonomik, ve politik evrimde liderlik rolünü oynayabilecek yeni kişiliklerin oluşumunu sağladığını söylemiştir.
"Neden tecavüz, kadınların dövülmesi, ve sünnet gibi sorunlarda objektif olmalıyız?
...zayıfın yanında olup, kralın çıplak olduğunu söylemenin zamanı gelmiştir!"
İnsan hakları eylemcileri, Nobel'in "Sadece Hayır De: İktidar Meseleleri"(1991) makalesinde bu akım ile fikir birliğine varmışlardır. Nobel, güçlü sosyal aktörler tarafından haksız muameleye tabii tutulan "zayıf" kişi ve grupların haklarını savunmada "objektiflik" fikrini reddetmiştir. "Acaba neden tecavüz, kadınların dövülmesi ve sünnet gibi konularda objektif olmalıyız? " diye sormuştur. "Artık zayıf ile taraf olmanın ve kralın çıplak olduğunu ilan etmenin zamnı gelmiştir!" demiştir.
ABD'de bazı entellektüeller, ECS karşıtı harekete öncülük etmişlerdir. Çabaları, ECS oranında 1980'lerde %90'lardan , 1990'ların başlarında %60'lara kadar düşmeye neden olmuştur. Aktif bir Amerikan kuruluşu olan, Erkeklerin Rutin Yaralaması ve İstismarını Durdurma Ulusal Örgütü (NOHARMM) 'ın dağıttığı bir kitapçıkta hergün erkeklere yapılan vücut yaralamalarına karşı çıkan entellektüellerin bir tanımı yapılmıştır. Kitapçık , sünnet edilerek bu travmatik tecrübeden zarar gören erkeklerin tanıklıklarını içermektedir.(NOHARMM, 1994)
Mısır'da erkek sünneti hakkında bir araştırma yapılmamıştır. Bulduğum en erken yazılı kaynak Joseph Lewis'in Sünnet: Bir Yahudi Aldatmacası adlı kitabının Essam Eddin Hefny Nassif tarafından yapılan bir tercümesidir. Kitap, sünnetin özellikle eski kültürlerdeki tarihsel arka planı ile ilgilenir. Nassif, İslamiyete dönen bazı Yahudi asıllıların İslami düşünceye taşıdığı Yahudi fikirleri; "İsrailiyyat", ile ilgili yorumlar yapmıştır. İsrailiyyat, "sünnetin İslamın gereklerinden biri olduğu" yanlış iddiasının yerleşmesine yol açmıştır. Ne var ki bu, rabbiler tarafından yayılan zararlı bir aldatmacadır. Bu, ayrıca, İsraillileri Filistini işgal etmeye cesaretlendiren politik anlamı olan bir semboldür.
Yazar Mohammed Afifi, Sünnetin Şaşırtıcı Rehberi (1997) adlı makalesinde, Nassif'in kitabını gözden geçirmiştir. Afifi, sünneti rabbilerin sadizminin bir temsili olarak düşünmüş, ve onu ilkel insanın imgeleminde canlı olan, eski kana susamış tanrıların yeni bir Yahudi canlandırması olarak anlatmıştır. Afifi, sünnetin önleyici bir cerrahi olarak yapıldığıyla ilgili tıbbi efsanelerle alay etmiş, bunları "saçma" olarak nitelemiştir. "Neden kişisel hijyeni reddeden, ve vücut salgılarının günlerce birikmesine- ta ki kanser oluncaya kadar- izin veren iğrenç bir insanın varlığını kabul edelim ki? Eğer bu domuz gerçekten oradaysa, kanseri hakkettiğine siz de katılmıyor musunuz?!" Afifi, sünnetten ölenlerin, kanserden ölenlerden çok daha fazla olduğunu söylemiştir. "Neden çok yaygın olan göğüs kanserini önlemek için yeni doğan kız çocuklarının memeleri sekizinci günde alınmaz?!" diye tepkisini ortaya koymuştur. Afifi, daha sonra İslam'da sünnetin gerekliliğini çürüten Nassif'in görüşünü açıklamış, ve Şeyh Şaltut'a atıfta bulunmuştur :
Şeriat'ın sünnet hakkındaki görüşünü - elde hiçbir yazılı kaynak olmadığı için - bir kimseye çıkarlarına olmadığı sürece acı vermenin yanlış olduğu, ve acı verildiğinde de, sağlanacak yararın bu acıdan daha büyük olması gerektiği şeklindeki genel görüşe dayandırıyorum. Sünnet hakkındaki bütün görüşleri gözden geçirdikten sonra, benim kannatim, Peygamberimizin Sünnetine göre, bunun herhangi bir dini anlamının olmadığıdır. Bu sonuca, bazı erken din adamları tarafından da ulaşılmıştı. Bunlardan biri şöyle demişti: " Sünnet için herhangi geçerli bir referans yoktur- ne anlatılan hikayelerde, ne de Peygamberimizin Davranışlarında" (Afifi 1971)
Afifi, uzay çağında sünnete ısrar etmenin akıldışı olduğu sonucuna varmıştır.
Gamal el Banna, bu konudaki görüşünü Erkek ve Kadın Sünneti Konusunda Bir Görüş Açısı (1999) adlı makalede belirtmiştir. Sünnetin Peygamberin Sünneti açısından zorunlu olduğu fikrini geri çevirmiştir. Ona göre zorunlu olan, Allah'ın Peygambere yapılmasını emrettikleridir. Bu sünnet için geçerli değildir. Bundan başka, El Banna, sünnetin, Kuran'da belirtilen yaratılışın mükemmelliği ile çelişkili olduğunu düşünmektedir. Sünnet insan vücuduna bir şey eklemez, tersine bir ampütasyondur. Dolayısıyla, bunu çocuklara dayatmamalıyız, ve Allah'ın onlara verdiğinden mahrum kılmamalıyız, çünkü vücudunu bütün olarak muhafaza etmek onun hakkıdır.
Dr. Nawal El Sa'adawi, Mısır basınında erkek ve kadın sünneti ile ilgili pek çok makale yazmıştır. 1995 Ekim'inde yayımladığı ilk makale, 1954'te tıp okulundan yeni mezun olduğunda, her iki cins üzerinde bu operasyonu yapmayı reddetmesi ie ilgilidir. Teşrih bıçağının, vücudun sağlıklı bir dokusunu kesmek için kullanılmaması gerektiği konusunda kendinden emindir. Doktorlar tarafından "önleyici cerrahi" diye bahsedilerek yapılan, ancak daha sonra araştırmalarla zararlı olduğu anlaşılan appendektomi, tonsillektomi, adenoidektomi gibi operasyonlardan bahseder. Sünnetin zararlı olduğunu gösteren bazı modern çalışmalardan söz eder. Ayrıca, konu ile ilgili Avrupa ve ABD'de yapılan konferanslara değinir. Ona göre sünnet, kölelik ve insan kurban etme törenlerinin bir kalıntısıdır. Daha başka, prepusun yararlı işlevlerini açıklamış, ve her iki cinste de prosedürün dezavantajlarından bahsetmiştir.
...sünnetin sağlık gerekçeleri, onun baskıcı tabiatını gizlemek için bulunan bahanelerden başka bir şey değildir.
Dr. Sa’adawi Rosal Youssef Dergisinde, erkek sünnetinin ataerkil toplum yapısı ile ilgisini gösteren bir makale yayımlamıştır. Eski Ahit'te yeralan, İbrahim'in sünnet hikayesini, Hager ve oğlu İsmail'i geri göndermekte geç kalması üzerine Sarah'ın intikam alması olarak yorumlar. "Toprağa karşılık Sünnet" şeklindeki Yahudi deyişi için, açıklamanın, insanlık tarihi boyunca güç ve toprak için çatışmalar ve eski köle toplumlar üzerine daha fazla çalışma gerektirdiğini söylemiştir. Dr. Saadawi, sünnetin sağlık gerekçelerinin, onun baskıcı doğasını gizlemeye yarayan mazeretlerden başka bir şey olmadığını yazmıştır. Dr. Saadawi, ABD'de 1993-95 yılları arasında Duke Üniversitesi'nde öğretim görevlisi iken, ECS hakkında pek çok güncellenmiş belgeye ulaşma imkanı bulmuştur. Ayrıca sünnetin iki teolojik yorumunu da ele geçirmiştir: biri Şeyh Muhammed Abdu'nun , diğeri de Şeyh Mahmud Şaltut'un. Her ikisi de, sünnet ile İslam arasında bir bağlantı olmadığını söylemektedir. Daha sonra, aynı prosedürün Yahudilikte, bebeğin doğum kirliliğinden sünnette dökülen kan ile arınması anlamına gelmesinin önemini belirtmiştir. Bu tören, Hıristiyanlıkta suyla yapılan vaftiz ile yer değiştirmişti. 10. yy'da yaşayan arap doktor El Raazi, sünnet de dahil olmak üzere, sağlıklı insan vücuduna herhangi bir müdahaleye itiraz ettiğini söyledi. El Raazi'nin kitaplarının Mısır'da yasaklandığına değindi. Eğer bu kitaplar bulunur olsaydı, insanlar sünnete karşı çağrının Batı kaynaklı değil, akıl ve akıldışılık arasındaki en eski yerli tartışmaya dayandığını bileceklerdi.
Dr. El Saadawi de "Rosal Youssef" dergisinde 1999'da, bebeğinin vücut bütünlüğünü korumaya çalışan, ancak sünnet konusunda ısrarlı olan ailesine ve doktora karşı nasıl savunma yapabileceğini bilemeyen genç bir anneye cevap olarak bir makale yayımlamıştır. Anne, Dr. Saadawi'ye konu hakkında bazı bilgiler yayınlamasını rica etmiştir. Dr. Saadawi, sünnetin tarihi ve kültürel boyutu hakkındaki ilk makalesini yayımladıktan sonra, dergi onun ikinci yazısını geri çevirir. Ne var ki Dr Saadawi, prepusun duyarlılığı, bağışıklık sistemindeki görevi, ve onu çıkarmanın zararları hakkında kısa bir bilgi sunmuştur. Daha sonra psikolojik problemleri ve çocuğun karşı karşıya olduğu travmatik tecrübeyi anlatmış, ve anestezi altında yapılsa bile, lokal anestezinin beş tabaka deri altına işleyemeyeceğini, genel anestezinin de tehlikeli olduğunu söylemiştir. Ayrıca, sünnetin erkeklerdeki cinsel sorunlara, ve başta kadınlara karşı olmak üzere şiddete neden olduğunu söylemiştir.
III) Teorik Çerçeve
A) İlk Teorik Çerçeve : Cinsiyet
Benim analitik çerçevem, feminist cinsiyet teorisine dayanır.Burada cinsiyet, hakim erkek ve kadın kültürel imajını ve kimliğini oluşturmak için yapılan sosyal müdahale olarak tanımlanır. Bu müdahale, erkek ve kızları varsayılan ataerkil cinsiyet rollerine sokmak için erken yaşlarda başlar. Feminizm, aydınlanmacı eşitlik ve özgürleştirme kavramlarına dayanır, ve zayıf ve savunmasız sosyal gruplar için daha eşit bir toplumu yaratacak sosyal değişimi getirmeye çalışır. (Lenon and Whitford 1994) Feminist bakış açısı, bu tür sosyal değişimin, etnik ve sınıf özellikleri dikkate alındığında önce kadınlara hizmet edeceğini görür. Ne var ki, ataerkillik altında dışa itilen ve tam haklarından yararlanamayan bütün toplumsal gruplar bu tür bir değişimden yararlanacaklardır. Bu gruplar, her iki cinsten çocukları da içerir. (Sacks 1980)
a) Ataerkil Cinsiyet Politikası ve Eğilimleri
Ataerkil toplumlarda, ekonomik bağımlılıkları nedeniyle her iki cinsten kadın ve çocuklar daha düşük konumdadırlar. Koruma ve günlük yaşamlarının sağlanması açısından, kadınlar kocalarına, çocuklar da babalarına bağımlıdırlar. Karşılığında onun otoritesine itaat ederler.(Lerner, 1986) Bağımlılığın bu etkisi, ancak günlük yaşamın temin edilebildiği geleneksel ekonomik sistemden- ki burada kadınların sosyo ekonomik değeri olan ev aktiviteleri vardır- bu tür ev hizmetlerinin sosyal olarak değerlendirilmediği pazar ekonomisine geçişte artar. (Meillassoux, 1972) Bu tür durumlarda, kadınlar bağımsız kararlar alamazlar, başka türlü davranmaya çalışan kimse toplumda kabul görmez, ve toplumsal sınırları aşmaya çalışan kimse olarak düşünülür.
Ataerkil toplumlarda kadınlar iktidar ilişkilerinde yer alamazlar, çünkü kanun ve gelenekleri koyanlar erkeklerdir. Dolayısıyla kadınlar bu tür ataerkil toplumlarda "aşağı"dadırlar, ve düşük sosyal konumda yaşamak durumundadırlar. Ataerkil işbölümünde kadının en önemli ürünü çocuklardır. Ne var ki, çocuklar anneleri ile ilişkilendirilmezler.Bu yüzden -belli bir anne bakımından sonra- çocuklar annelerine değil, babalarına ve onun akrabalarına ait olurlar.(Moghadam 1993: 105) Kadınlar, sessizlikleri ile bu tür bir cinsiyet politikasının devamından sorumludurlar. (Smith, 1987: 34).
b) Erkek ve Dişi İmajlarının oluşturulması
Sherry Ortner, kadının sosyal konumundaki düşüklüğü erkek ve dişi imajlarının ataerkil yapılanmasına bağlamıştır: kadın her zaman doğaya, erkek de kültüre bağlıdır. Kadınlar kendi tatmin ve yaratıcılıklarını çoğalmada bulurlar, erkekler ise yaratıcı yeteneklerini teknoloji ve kültürde sergilerler. Dolayısıyla erkek güçlü, üstün, entellektüel, saf ve baskındır, kadın ise tersine doğaya bağlı, aşağı konumda, zayıf, kirli, itaatkar, ve eve bağımlıdır.(Moore, 1988: 12-24).
Geleneksel toplumlarda, doğacak çocuklar kendisine değil kocasına ve akrabalarına ait olmasına rağmen, "üreme" kadının asıl görevidir. Üreme, genç kadınların sosyal konumlarını belirler. Sosyal konumun belirteçlerinden biri, kişinin emeğinin ürünlerini kontrol etme yeteneğidir.(Moore, 1993: 31-32) Ataerkil iş bölümü ve cinsiyet politikası, kadını bu hakkından yoksun bırakır.
c) Her iki cinsten çocuklar ve kadınlar arasındaki bağ
Ataerkil geleneklere göre, kadının en yüksek amacı bir anne olmak ve erkek çocuklar doğurmaktır. Onun sosyal konumunu anne olma yeteneği belirler. (Inhorn, 1996) Kadınların erkek çocuklarına kız çocuklarından daha fazla özen gösterdikleri bilinir, çünkü erkek çocuklar daha hassas ve savunmasızdır. Bu yüzden, temel amaçları, onları yaralanmaktan ve acı çekmekten korumaktır. (Abd el Salam, 1998) Smith'in günlük olayların politik yönü ile ilgilenen teorisine göre, kadınların çıkarları her zaman politik kabul edilir.(Smith, 1987) Buna göre, kadının çocuklarını korumak yönündeki temel duygusunun ihlali olan olaylar açıklanarak -ki bunların en önemlisi sünnettir- bunların ardındaki, kadınların çıkarlarıyla ilgili politik oyunlar açığa çıkarılabilir. Smith'e göre, kadınların günlük yaşamları ile ilgili, sosyal güç sahiplerinin iddia ettiği gibi önemsiz ve ilgisiz hiçbir şey yoktur. Bu araştırma önemlidir, çünkü masum ve doğal olarak gözüken, ancak öyle olmayan bir uygulamanın gizli yönlerini ortaya çıkarmaya çalışır. Bence de, bir sosyal fenomenin gizli yönleri, bariz açık yönlerinden daha önemlidir.
d) Bir sosyal kontrol mekanizması olarak cinsiyet
İnsan vücudu üzerinde uygulanan geleneksel uygulamalar ve sosyal kontrol ile ilgili pek çok çalışma vardır. İnsan vücudu, bireylerin vücutlarını sosyal olarak kabul edilen imaja sokmak şeklinde, sosyal kontrol için iyi bir araçtır. Bu, kadın vücudunun fiziksel görünümü ve ağırlığı sözkonusu olduğunda oldukça aşikardır, eğer kadın bu beklentilere uymaz ise, sosyal olarak terapiye ihtiyacı olduğu düşünülür.(Bordo, 1993) Nancy Scheper- Hughes (1987), somut olandan soyuta doğru, insan vücudu ile ilgilenmenin üç değişik basamağını tanımlamıştır. İlk, ve en somut basamak tek b