Turkrock Sinema Kulübü

IMMIGRANTS: The Simpsons'ın yaratıcılarından biraz daha yetişkinlere yönelik çizgi film. iki macar-rus arkadaşın hollywood ta amerikan rüyasına kavuşmak için çabalamasını anlatan keyifli bir yapım.

RABBIT HOLE: Geçtiğimiz ayların en çok konuşulan filmlerinden biri de bu Nicole Kidman'ın oynadığı drama.Çocuğunu kaybetmiş bir çiftin yaşadıklarını anlatan,baymayan nefis bir dram.İzleyin....
 
MR.POPPIN'S PENGUINS: Jim Carrey den bir aile komedisi.Gezgin babasından miras penguenler kalınca new yorkta apartmanda penguen bakmak zorunda olan adamımız bu sayede ailesini de bir araya getirmeye çalışır. Ailecek sesli güldürür.
 
The Rock. Mükemmel bir film. Hatta Nicolas Cage'in bence en iyi filmi. 🙂 Tavsiye ederim.

14358.jpg
 
Biraz önce The Prestige'i izledim. Çok güzel kotarılmış bir film, izlemeyenlere tavsiye ederim. Christian Bale'den nefret ederim ama film genel olarak çok iyi. Ayrıca Hugh Jackman hayatının rolünü oynamış, gayet başarılı..
 
Limitless:Gece 5 te izledim.Zekice yazılmış değişik bir film.Beklediğim den çok daha memnun kaldım.Filmi yazan kadın konuyu 2.el kitap satan bir dükkanda bulduğu kitaptan esinlenmiş,telifini de kendi cebinden ödemiş.Bradley Cooper hayatının rolünü oynamış.De Niro ise biraz misafir oyuncu kıvamında kalmış.
 
Inside I'm Dancing: 2004 çıkışlı, İrlanda yapımı film. Tekerlekli sandalyeye mahkum iki arkadaşın öyküsü. Biri konuşmakta da büyük sıkıntı yaşıyor, diğeri vücudunda boynu ve iki parmağı haricinde bir yerini kıpırdatamıyor bile. Filme seçilen isim de bu anlamda çok başarılı. Tanışıp arkadaş olduktan sonra bir şekilde birbirlerini tamamlayabildiklerini görürler "ve olaylar gelişir..."
Benim en çok hoşuma giden şey "özürlü" dediğimiz insanlara olan bakış açısına değinme şekli oldu. Engelli birini gördüğümüzde toplumsal refleks olarak ilk an o insanın engeli görmezden gelinir. Ya da engelli olduğu için fazladan bir şevkat, hafif bir acıma duygusu ile yaklaşılır. Her ikisi de pek sağlıklı yaklaşımlar değil bence. Kanımca en doğrusu fiziksel durumun bilincinde olmak ve toplumun gözünde "normal" olan insanlardan ne fazla, ne eksik davranışlar göstermek. Bu filmde bunu görüyoruz yer yer.

Böyle upuzun yazdım ya, gene de belgesel değil bu. Gayet eğlenceli film bir yandan.
 
Your Highness ve Thor; üst üste izledim, üst üste iki hayal kırıklığı. Abi yani kamerayı elimize alsak, efektler hariç biz de böyle filmler çekebiliriz.

Öte yandan, Midnight in Paris'i izlemeye doyamadım... Ne güzel yazmış ve çekmiş Woody Allen. Keşke biraz daha uzun olsaydı şu film, harikaydı gerçekten, hayallere sürükledi. Ayrıca, Adrian Brody kısacık rolünde süper oynamış yahu, çok güldüm. 😀

- And I am, Dali!..

Bu arada, bir film, kadrosunda bu kadar fazla sayıda güzel kadın bulundurmamalı.
 
"Bu kadar fazla güzel kadın" derken, ben Marion Cotillard'dan başka kadın göremedim. Aşıkım ona, seviyorum. Bir ara Rachel McAdams'ı görür gibi oldum ama, onu da o saçlar ve bol bol arka cephe çekimleriyle Scarlett Johansson'a benzetmişler bariz. Üstad Woody belli ki son gözdesi Scarlett'i model alıyor kadın karakterlerde.

En son izleyip tavsiye etmek istediğim film Pirates Of Silicon Valley. " History of Apple and Microsoft." diyor filmin imdb sayfasında. Steve Jobs'un ölümünün ardından internette Apple'a, geçmişine falan bakınırken rastladım bu filme. Steve Jobs ve Bill Gates odaklı hafif belgesel tadında film. Öğrencilik yıllarından başlayıp adım adım nasıl bilgisayar işine girdiklerini, şirketlerini kurup büyüdüklerini işlemişler. İzlerken görüyoruz ki dünya bilişim sektörüne yön veren bu adamların büyüme süreçlerinde orjinal kabul edilebilecek fikir neredeyse yok. Sürekli bir yerlerden esinlenme, bazı durumlarda fikir hırsızlığı ama mutlaka üstüne koyarak, geliştirerek ortaya çıkarılan ürünler (gerçi windows bizzat macintosh işletim sisteminin vasat bir kopyası, o ayrı).
 
Rachel McAdams'ı, Lea Seydoux'u es geçemezsin; geçmemelisin... Şu Fransızların ayrı bir durulukları var, hayret ediyorum.

Filmlere dönecek olursak; izlemedim lan 1 haftadır bir şey. FM 2012 esir aldı bünyeyi. :mal:
 
En son Ginger Snaps üçlemesini izledim. Kanada yapımı korku filmi serisi, ilk filmi 2000 yılında çekilmiş, ikinci (Ginger Snaps II: Unleashed) ve üçüncü (Ginger Snaps Back: The Beginning) ise 2003-2004 arasında, aynı anda çekilmiş.

Ginger Snaps, ölümle ve intiharla kafayı bozmuş Fitzgerald kızları Brigitte ve ablası Ginger'ın, bir gece, okuldan tiksindikleri bir tipin köpeğini ölmüş gibi gösterip hatunu delirtmek amacıyla çıktılarında, bir kurtadamın (evet) saldırısına uğramaları ve Ginger'ın ısırılmasından sonra olanları konu alıyor. Esasen Buffy the Vampire Slayer havasında bir film olduğunu söyleyebilirim. Korku ögeleri, gerilim, gençlik filmi ve zaman zaman komediye kaçıyor, atmosfer yeterince depresif, film hatta belirli bir noktadan sonra felaket derecede karanlıklaşıyor.... Brigitte rolündeki Emily Perkins ve Ginger rolündeki Katherine Isabelle'in uyumu muhteşem (ki zaten aynı hastahanede doğup, aynı ilk, orta okula ve liseye giden, aynı ajansa mensup ve seçmelere birlikte katılmış iki kişiden ne beklenir) ve klişelerden arınmış bir film. Sürükleyici ve rahatça ilerleyen, ve CGI ASLA kullanmamasıyla da kalbimde ayrıca yer eden bir film🙂

Ginger Snaps II: Unleashed ise, izlediğim en başarılı devam filmi statüsünü Innocence: Ghost in the Shell ve The Empire Strikes Back ile paylaşan bir film. Filmin konusunu geçemiyorum, zira spoiler demek bu ilk film açısından, FAKAT. Devam filmlerinin düştüğü tuzaklara düşmüyor. İlk filmin bir kopyası değil, çok fazla şey yapmaya çalışıp hepsini yarım yamalak yapmayı anca becermek gibi bir durumu yok, konuyu ilerleticem diye sabuklamaya başlamıyor, geri dönüp ilk filmin içinde zaten oturmuş bir noktayı birden yerinden oynatmıyor, sırf aktör/aktris ayarlanamadı diye aynı karakteri başkasına oynatmıyor ya da iki film arasında öldüğünü/ortamdan kaçtığını falan araya sıkıştırmaya kasmıyor.... son derece depresif, baştan sona karanlık, umutsuz ve trajik ve tek kelimeyle efsane bir film.

Ginger Snaps Back: The Beginning'e gelirsem.... bu aslında çok garip bir üçüncü film. Ginger ve Brigitte Fitzgerald kardeşlerin, 19'uncu yüzyılın başlarında (evet, doğru okudunuz) ormanda kaybolup, bir taşıma şirketine sığınmalarını ve sürekli "dev kurtlardan" saldırı yiyen bu bir avuç insanın içine, beraberlerinde garip de bir laneti getirmelerini konu alıyor. Şimdi, esasen ilk bakışta, aynı karakterleri kalkıp da 19'uncu yüzyılın başına oturtmak saçma gibi gelebilir, fakat, aslına bakılırsa üçüncü filmin başardığı şey, ilk iki filmdeki olayları mitoloji sınıfına kaydırırken (kurtadamın nesi mitolojik değil diyen ilk iki filmi izleyebilir), özünü zerre bozmamak. Evet, inanması güç de olsa, bunu başarıyor. Filmin kendisi son derece güzel, çok özel değil belki ya da ilk iki film kadar klişelerden bağımsız değil, fakat güzel yerlere gidiyor ve hoş bir şekilde bağlıyor.

Bir sabah, ya şunu izleyecektim diyerek ilk filmi izledim. O kadar hoşuma gitti ki, ikincisini de hemen ardından izledim. O kadar zevk aldım ki, akşama da üçüncüsünü izledim ve şu anda ciddi anlamda favori film üçlemem ilan ederim bu seriyi. Tavsiyemir herkese.
 
unknown.webp


öncelikle filmin başında basılan damgada tarihin 20 kasım 2011 olması ve benimde filmi günün ilk saatlerinde izliyor olmam hafiften bir yusuflamayla "oha lan nasıl?!" tepkisi verdirten bir tesadüfle başladı.
filme gelirsek,prof. abimiz berline karısıyla konferansa katılmak için gelir. sonra birşeyler olur ve tüm hayatının çalındığını görür. fantastik gibi gözüküyor ama.....
film berlin de geçtiği için türk taksici,türk kahvehanesi,türk komşular ve bolca türkçe konuşmalar mevcut.
 
Immortals izleyeni öldürürüm,ilk 15 dakikası size çok büyük haz verebilir hatta son yarım saatine girmeden bi 300 Sparta karesi gözünüze çarpabilir.Lakin onun dışında bir b.k yok.
 

Geri
Üst