Raporluyorum

İnsanlar teknolojik aletleri yurtdışından getirtiyor. Ülkeye bak! Yurtdışından o aleti alıyorsun, kargo parasını veriyorsun, ülkeye girince de çoğunlukla bir sürü masrafı oluyor (mesela telefonlar için pasaport kaydı vs. 100-200 liraya yapılıyor) buna rağmen neredeyse yarı yarıya kâr ediyorsun. Türkiye; büyük firmaların sağım merkezi.

Büyüyen ekonomimiz kime büyüyor acaba? Hani "sana kabaran bişey var" sözü var ya, acaba onu mu kastediyorlar büyüyen ekonomi diye merak da etmiyor değilim hani.

Asıl anlayamadığım kısım ise, Türkiye gibi bir tarım ve hayvancılık ülkesinde nasıl olur da et, tavuk, sebze, meyve gibi ürünler Avrupa ülkelerinden daha pahalı olur? Bu konuya hiç girmiyorum.
 
Hayatımda ilk defa çalıştığım iş yerinde idareye karşı hoşgörüyü bırakıp arızaya bağladım, yağıp estim ve sonunda hakkaniyetli bir çalışma programına kavuştum! BUnu yaparken de kovulmayı dahi göze almışken haftada iki günüm boş artık 😀
 
Hayatımda ilk defa çalıştığım iş yerinde idareye karşı hoşgörüyü bırakıp arızaya bağladım, yağıp estim ve sonunda hakkaniyetli bir çalışma programına kavuştum! BUnu yaparken de kovulmayı dahi göze almışken haftada iki günüm boş artık 😀

"Develi" bir söz vardı... dikiyor muyduk yoksa... Birşeydi ama sonunda yaranıyorduk. 😉

Neyse, abi sen MEB de değil miydin?
 
Raporluyorum beyler, iş hayatında aç gözlü insanlar kadar sinir olduğum çok az şey var. Yeni yıl yaklaşıyor ya şimdi. Şirketler çalıştıkları firmalarda muhatap oldukları kişilere ajanda majanda gönderiyor. Bazı iş arkadaşlarımız da bir hevesle başkasının adına gelen paketler dahil her şeyi didik didik ediyorlar. Ayıp be. Vay ajandamı isterim diye yazmıyorum bunları, zaten şirket dışıyla diyaloğu olan biri de değilim de böyle sinir bozucu bir şey olamaz. Dün mesela yurt dışından gelen bir paketi açmışlar, zarfını yırtıp attıktan sonra içindeki evrağı cıscıbıl öyle verdiler konunun muhatabına. İthal edeceğimiz bir malzemenin 80 bin euroluk gümrük evrakları. İthalatçı arkadaş sinir oldu, eksik evrak var burda neden açıyorsunuz diye ayağa kaldırdı ortalığı. Patron bastı fırçayı en sonunda ve artık herkes kendi postasını açmakla yükümlü firmamızda. Kurumsallığa bir adım daha yaklaştık 😀
 
Sene sonu yaklaşınca koca koca şirketlerin birbirlerinden türlü yapmacık şirinliklerle bedelsiz hediyeler istemeye başlaması da cabası... Demin öyle bir mail aldım ki, duramadık güldük yani. Noel Baba'mıyız lan biz.

Neyse biraz da biz içimizi dökelim izninizle...

Şimdi hani böyle beynine gerekli ayarı verip, acıya dayanıklı hale gelen insanlar var ya... Şiş-miş sokuyorlar kendilerine, bana mısın demiyor. Hah o hesap insan kendi kendini stres moduna da sokabiliyor; ve bu, acı olayının tersine hemen hemen herkeste bulunabilen bir şey sanırım. Bende biraz daha mı fazla, emin olamıyorum.

Lan 2 cumartesi önce işten çıktım, Metrocity'de ufak bir işim var oraya gideceğim. Metroya bindim, nerede ineceğimi biliyorum yani... Girdim metroya ilk durak avantajıyla oturdum, oturduğum yerde 10 dakika boyunca kafamda "Levent mi, 4 Levent mi" sorusu dolandı durdu. Dolandı dolandı ve resmen kitledim kendimi, o anlarda dışarıdan nasıl görünüyordum allah bilir. Sonuç ne oldu? Cevabını bildiğin soruyu yanlış işaretlemek gibi, tuttum 4 Levent'te indim; ardından, "kafana sıçayım kafana" nidaları eşliğinde geriye Levent'e doğru 15 dakika yürüdüm. Dondum bir de, fazlasıyla soğuktu.

Marks & Spencer denilen yerin özellikle fanila tarzı ürünleri harika, el de yakıyor ama şöyle biraz dengeledim, gidip 2-3 ayda bir 1-2 parça bir şeyler alıyorum oradan. Terletmeyen ve üşütmeyen ürünleri var, benim cildim biraz da huylu, kaşınıp kızarıyorum bazı kumaşlarda, o yüzden çok hoşuma gidiyor ürünleri. Bu termal fanilalardan aldım bir tane sonra kasaya yöneldim, sonra baktım koyu renkli V yaka ince bir sivitşört dikkatimi çekti, hoşuma gitti onu da alayım dedim. Sivitşört hani, giyiyorsun montun altına ve dışarı çıkıyorsun.

Eve bir geldim ki faturada ".... pijama" yazıyor. Evet durak faciasından sonra bir de dışarıda giyilecek kıyafet sanarak tutup pijama üstü almışım. Şu anda üzerimde o var, ona istinaden yazayım dedim. Rahat ama köftehor.

--

Takımları kolay bir pozisyonu gol yapamayınca İngilizlerin ortak bir hareketi vardır hani, çoğu kez fotoğraflanmıştır da bu an, fonda bütün tribün kafalarını ellerinin içine alırlar aynı anda...

Peder bey biraz sakardır bizim, yakın aile içinde hafiften komedi vesilesi de olur. Ne bileyim işte çay dökmeler, ağızdan ekmek düşürmeler filan. Çok sık da yapmaz gerçi... Geçenlerde fark ettim ki bende de başlamış, tesadüf olamayacak sayılara çıktı vukuatlarım. Bizzat yaşayınca komik olmuyormuş lan cidden. : (

Fıstığı dök, yoğurdu damlat, sürahinin kapağını düşür filan derken pazar sabahı hafif mahmur şekilde altın vuruş geldi; hoparlörün kablosunu fark etmeyip basarak bilgisayarı yere düşürdüm. Öyle böyle de düşürmedim, takla/burgu/parande her şey var; aynı İngilizler gibi başımı ellerimin arasına alıp kalakaldım, yandık dedim çalışmaz bu bir daha. Monitörle bilgisayarın kendi hoparlörünün birleştiği yer çatlamış, ufak bir parça da kırılmış ama nazar değmesin bir sorun olmadan çalıştı (aha akşama bozulur). Abi uçurumdan atsan o kadar olur yahu; önce tabureye çarptı, sonra yere düştü filan çok acı bir sahneydi.

Meğer kafamızda o kadar fazla değer yüklemişiz ki bu makinelere, o kadar fazla kişisel şeylerle doldurmuşuz ki içlerini, bir an ne yapacağımı şaşırdım... İyi değil bu.
 
İş hayatı enteresan beyler..

Bazı durumlarda senden tecrübeleri insanlardan yardım isteyince, o insanların ağızlarını yamultmasına acayip sinir olmaya başladım. Sen orda eskiyken ve gayette tecrübeliyken, benim gelip sana 1-2 sormam seni rahatsız ediyorsa; insanlığının amk. Şahsen şirkete yeni gelmiş birine ben nasıl yardımcı oluyorsam, senden de aynını beklemek insanlığımda var. Kapiş? Ama o insanlık sende yoksa da bi siktir git çay koy. Bu arada bunu yapan kişi de, senin yakın arkadaşlarından ve seni o şirkete sokan kişi ha, onu da belirteyim. Neyse..

Avrupa’da insanlar egolarından arınmışken ve işleyiş artık ‘Doğallıktan’ yanayken, bizimkiler de sistem tam tersi işliyor sanırım (ki yeryüzünde tahammül edemediğim tek insan türü varsa; oda egosu yüksek insanlardır).

“Ben, benn, bennn” diye düşünürsen, “Sadece Ben!” diye devam edersin panpa. Benden söylemesi..
 
Zaten mümkün mertebe yakın arkadaş ile, aileden birileriyle aynı işte çalışmaktan kaçınacaksın bence. Ne olursa olsun insanın o arkadaşıyla arası açılıyor. Biriyle arkadaş olmak, dinlenmek ve eğlenmek için ayırdığın zamanı paylaşmak farklı. Aynı iş yerinde mesai paylaşmak farklı. İş yeri insanların çeşitli hırslarını, bencillik, kıskançlık gibi karakter özelliklerini açığa vurdukları yer. İşin ucunda maddiyat var çünkü. Çok yakın arkadaşımla ben de aynı iş yerinde çalıştım ve aramız açıldı geçmişte. Birimiz işten ayrıldıktan sonra düzeldi anca.
 
araya birilerini koyarak bulduğun işte hep o araya koyduğun kişiye minnet etme duygusu oluyor içten içe, işten çıktığında da sanki ona hakaret etmişsin gibi geliyor insana. en güzel iş bulma yöntemi internetten bulunan iştir, kabul edildiğin takdirde kimseyi tanımıyorsun mis, kendin bulmuş olmanın gururu da oluyor tabii, şu an çalıştığım iş böyle bir iş, gittim netten buldum, çağırdılar 3-4 defa gittik, kabul edildik, 2 yıldır da kafam rahat, kimseye de minnet etme borcum yok 🙂

ben de şu yılbaşı muhabbetine bir hayli kılımdır, zaten ideolojik olarak tamamen tüketimin zirve yapmasını isteyenlerin müşterilerine yedirdiği bir afyondur, her yer süslenir, insanlar çekilişlere katılır, hediye mediye alınır, tüylerim diken dilen olur, yapmacık, iğrenç dönemlerin içindeyiz velhasıl kelam.
bir de firmaların satışları patlatmak için çalışanlarına çağrı merkezlerinde motivatörler hesabı, "hadi satıyoruz, hadi daha fazla satış, hadi ciromuz en az bu kadar olmalı 31 aralık tarihi itibariyle" filan...tabi bu gibi mailler geldiğinde içimden "ulan yarrağım cironu o kadar yapıcan da bana ne faydası olacak, cirondan koklatıcan mı sanki o satışları zirve yaptıran çalışanlarına" deyip tümüne yanıtla demek istiyorum.
patronlara şirin gözükmek için hayatında hiç satış yapmamış merkez elemanlarını mağazalara satış yapsın diye göndermeye çalışan yalaka müdürler falan derken yine bu yılbaşı sürecinden de çoktan midem bulandı yani. herşey vıcık vıcık, şeytan diyor, git bi balıkçı kasabasına yerleş a.q., şehirdeki firmalarda çalışmak hakkatten adamın beynine ve ruhuna tecavüz eden birşey olabiliyor çoğu zaman.
 
Arkadaşlar anlattı, -bu aralar pek haber okumamaya çalışıyorum- sayın başbakanımız 5600 kişiyle odtüye gitmiş. 3600 polis, 2000 özel güvenlik, 8 zırhlı araç, 108 polis arabası ve muhtemelen bi kaç yüz tane motorla. Şaka mı dedim? Yok dedi. Ciddiymiş. Sanırım padişah fethe çıktı. Gazamız mübarek olsun.

--

Kredi kartım bağımsızlığını ilan etmiş durumda. Bugün baktım 8 lira boş yer kalmış. 992 lira borcum varmış. "Öğrenci adamım lan ben! Bu ne!" dedim kredi kartını masaya koyup, ama cevap vermedi. Bi kaç defa daha sordum, hafif sarstım falan ama bi tepki yok. Oysa ki bi an canlı olduğuna, o harcamaları kendi başına yaptığına inanmıştım. Bilemiyorum, belki de canlı ama beni kekliyor. Zaten buna inanmak zorundayım sevgili turkrock, yoksa kafamı dağa taşa vururum, yine de kendimi affedemem.

--

Yılbaşını hiç sevmiyorum. Eğlenemiyorum ben yılbaşında. Her yer tıklım tıklım oluyor, fiyatlar ikiye katlanıyor... Ama en fenası apaçi salgını başlıyor. İstiklal zaten onların mekanı, ama yılbaşında her yeri ele geçiriyorlar. Hepsini alın da, Kadıköyümü bırakın bana ):
 
Hepsini alın da, Kadıköyümü bırakın bana ):

Seninle bir gün tartışırsak, seni kırarsam filan bu sözünü hatırlat bana. Gözünün çapağını seveyim Kadıköyümün de Kadıköylümün de be.

Yılbaşlarını ben de oldum olası sevmem, kutlamaya da çıkmam. Herkesin salyalar saçarak dışarıda olduğu bir gecede benim yerim evim ya da eşimin dostumun evidir. Yılbaşını kutlamak biraz araba kilometresini sıfırlamaya benziyor bence, neyin kutlaması bu anlayamadım senelerdir.

Kredi kartını iptal eden her birey nedeniyle ben sevinirim. İmkan olsa da hiç kimse kullanmasa keşke. Bugün bir arkadaşımla öğle yemeği yedik, geçen hafta 2 kredi kartını iptal etmiş, tuttum öptüm bravo dedim. Bugüne kadar benim hiç kredi kartım olmadı ama şu hayattaki en yakın dostum bu kredi kartı denen meret yüzünden yuvasından oluyordu az kalsın. Eroinin dijitalidir, başka bir şey değil. Sizin paranızı çalıştırıp üstüne saçma etiketler adı altında resmen haraç kesen bankalar başta olmak üzere, kredi kartlarının köküne kibrit suyu...
 
örnek ver bakalım bi deneyelim biz de, gerçi ben şu anda birçok sitenin yasaklı olduğu bir serverdayım ama bende bile giriliyorsa kesin sende sorun vardır 😉
internet servis sağlayıcının lokal sıçması da olabilir bak, istersen bi alo de artık ne kullanıyorsan.


@Emrah'ım; abi kredi kartı konusunda ben de çok katıydım ki şu anda kullanmam bu katılığımı %100 kırmış değil. ama şunu söyleyebilirim ki piyasada kart aidatı almayan ve internette her türlü işleminden de extra ücret almayan kartlar var abi. yani bilinçli, extrelerini zamanında ödeyen bir tüketiciysen bankaya zırnık koklatmadan elektronik eşyalarını adam gibi taksitli alabilirsin.
ben taa 3-4 ay öncesine kadar senin gibi hayatının hiçbir döneminde kredi kartı kullanmamış bir adamdım. sırf birkaç elektronik eşyayı taksite böldürmek için girdim bu işe, ne yalan söyliym çok ta işime yaradı.
ama büyük fotoğrafta bu meretin çok tehlikeli birşey olduğuna hemfikirim bak, bilinçsiz ellerde gerçekten intihar vesilesi ki neler görüyoruz. mesela sen çok rahat bir şekilde kullanırsın, hiç te birşey olmaz.
mesela atıyorum; adam bana diyor ki bu laptop peşin 2000 lira, kredi kartına 24 taksit peşin fiyatına, abi bu devirde nasıl 2000 lira bağlıcan birşeye, ben bağlayamıyorum, bağlayan varsa helal olsun.
ama bana kazandırdığı tüm avantajlara rağmen yarın yasaklansa sesimi çıkartmam, bunu da söyliym ki yasaklanması şu konjonktürde imkansız, 21 aralık'ta kıyamet kopar ama kredi kartını yasaklayamazlar, öyle bir ekonomik yaptırıma sahip meret.
 
şifresiz bir ağa bağlandım,oradan oldu. olunca moralim bozuldu. son bir kez fişi çekip 10 dakka sonra takıp elektro şok yaptım,şimdilik açıldı. öyle müptelası değilim facebook-twitter ın ama insanın sinirine dokunuyor. yine de hakkın rahmetine kavuşmak üzere modem..... 😡 :banghead:
 
İstanbul'dan İzmir'e deniz otobüsü varmış, yeni öğrendim yaklaşık yarım saat önce... ki yani ben Yalova filan derken deniz otobüsleri ve feribotlar ile haşır-neşir birisiyim sözde. Lan nasıl şaşırdım ya. 6,5 saat sürüyormuş ve 40 küsür liraymış, üstelik Kabataş'tan kalkıyor şehrin göbeğinden. Denizden İzmir'e akmak kulağa çok hoş geliyor açıkçası, bir çalışalım bakalım bu işe. : )

Bu arada demin arkadaşımla konuştum, kredi kartı konusunda yukarıda bahsettiğim arkadaşım (içi temiz çocuğun), eşi I-Phone 5 alıp hediye etmiş. Lolipop alınmış çocuk kadar mutlu geliyordu sesi. 24 ay sözleşme ile 1000 dakika konuşma, 1000 mesaj, sınırsız internet ve aletin ücreti olmak üzere 159 TL aylık ödeniyormuş sanırım. Hiç merakım olmadı şu Apple ürünlerine ama maşallah yakın çevrem bu markanın propagandasını durmadan yapıyor bana. Haydi alayım desem, her şey kafama yatsa sırf şarj süresinden dolayı almam: 1 günde şarj mı biter abi? Sen o kadar teknolojik alet yap ama bataryası hemen pöflesin. Benim şu an kullandığım telefon 5 gün, hatta duruma göre 1 hafta gidiyor be.
 
Ben de karşı olmasam da kullanma taraftarı değilim hiç o tarz telefonları. Zaten telefon kullanmayı hiç sevmiyorum, zorunlu haller dışında kullanmadığım bir şeye o kadar para dökmeyi kendi adıma anlamsız buluyorum. Bir de sağladığı bütün teknolojik avantajlara rağmen çok büyük yahu o telefonlar. Boyutları bile yeterli kullanmamam için.
 

Geri
Üst