Sevgili fordcan, esas ihtisasım uluslararası politika, boş vakitlerimin çoğunda ise oturup düşünüyorum. Fakat, teşkkür ederim nazik iltifatın için.
DarkLegacy, gotik estetikte yer alan 'androjen' kimlik ya da kadın ve erkek kimliklerinin toplumsal yönlerinin estetik için bir kenara bırakılması 'geleneğini' diyelim, emo 'kültürü', çok çok zor ve başarısız bir şekilde kopyalamaya çalışmaktadır; bu genellikle daha uç seviyedekiler için geçerli de olsa, pek çok alt ve karşı kültürün sentezi olmayı hedefleyip, kendi başına sürü mentalitesini bir adım ileriye götürerek ne alt ne karşı kültür olmayı başarabilmiştir.
Zira, punk ve gotik kültürlerin alt ve karşı kültür olmalarını sağlayan şey, bu tip akımların (mikro ve makro olarak) genel özelliğidir - sistem, kendi tepkisini, kendi içinden yaratır; eğer herhangi bir sistemi bir makine olarak düşünürsek, destek ve karşı çıkan fikirlerin hepsinin bu makinenin zaman zaman sorun çıkartan, göze hoş gözükmeyebilen fakat son derece gerekli parçaları olduğunu söyleyebiliriz. Bu tip parçalar, ne kadar çabarlarlasa çabalasınlar, işin sonunda ya sadece görevlerini yerine getirirler, ya da ''mozaik toplum'' içerisinde marjinalize olurlar. Punk ve goth, ''sürüden ayrılmış kara koyunlar sürüsü(!)'' olmasıyla, ve ilk başlarında kendi kendisini içeriden besleyerek makineye karşı çıkan ve uyum içerisinde bulunmasını sağlamak yerine bu uyumu bozmaya çalışan bir parça konumunda bulunmalarından ötürü başarı elde edebilmişlerdir.
Fakat, kapitalizmin en güçlü yönü olan tepkisini yaratmak ve bu tepkiyi özümseyebilmek, bünyesine katabilmek ve bu tepkiden beslenmek, bu tip tepkilerin aleyhine işliyor. Zira, ''Her şey tüketilebilir'' mentalitesini insanlara aşılayan bir düzenin farklı bir açılımı bulunması imkansızdır - işin sonunda, ''karşıt tepkiler de tüketilebilir'' ve ''tüketilemez konumdaysa, o zaman, sistemin içinde dura dura yozlaşır ve işin sonunda, kendi evrimi içerisinde tüketilebilir hale gelir''. Sonuç mu? Emo, bu iki, zamanının anarşi etkileşimli akımını aldı, ve yozlaşıp bozulmaları sonucunda ulaştıkları yüzeyselliğin bir sentezi olup çıktı.
Dolayısıyla, lafı biraz dolandırdıktan sonra (paso ödev, paso sınav, sonuç bu oluyor işte!) diyorum ki, normaldir? Sonuçta ''kimlik bunalımı''nı bırak, sevgili DarkLegacy, kimliği tamamen çevre etkisi ile oluşturan bir sosyal alt-gruptan ne bekliyoruz ki? Kimliğin bunalımı olması için bir kimlik olması lazım; ''Akıl boş bir sayfadır'' cümlesini ve kast ettiğini ''ve boş kalmalıdır'' şeklinde anlamanın bir sonucudur.
Fakat, adil olalım. Ben bütün bunları zırvaladım, fakat, bunda, ben de çok etkiliyim - gözlemci, gözlemleme eyleminin en önemli parçasıdır zira. Ben her hareketini yirmibeş kere analiz eden, bir sonraki dakikayı değil, sonraki yirmibeş adımını birden ince ince planlayan, çevremdekilerin de ne yapıp ne ettiğini yine yirmibeş kere analiz eden (hem kendime, hem onlara göre) bir adamım. Herkesi bıraktım, kimseden bu tip bir 'gözlem, hipotez, analiz, deney, teori'' yaklaşımı beklemiyorum; fakat yapılabilecekken, özellikle yapmayanlar sinirimi oynatıyor.
Anlaşılan bir şeyler bu yazıya devam etmemi istiyor, zira habire kısa süren sınav ve erken biten ders gibi faktörler devam etmemi sağlıyor.
Demiştim, gelişim ve yetiştirilme diye; ikisi de birbirine bağlı şeyler. Kişinin bir ''yönlendireni'' olması, ki bu genelde ebeveynlerdir, her şeyden önce basit bir ahlaki yargı sistemini oluşturabilmesi için gereklidir. Zira, ilk örnek olarak gördüğünü kopyalayacak, ve belli bir noktadan sonra bu yargı sisteminin (ya da 'etiğin' diyebiliriz) kafasında yer etmiş olması sebebiyle, bu sistemi sorgulayacaktır. Zira, çoğunlukla normatiftir 'öğretilen' sistem, ve gerçek dünyada ancak saf idealizme eşit olabilir, dolayısıyla, çoğunlukla 'olması gereken' ile 'olan' arasındaki çatışmayı gözlemleyecek olan birey (evet, sorgulama başladığında, nesne artık bir 'birey' olma yolundadır), kendi eylemlerinin 'doğruluğunu', 'adilliğini', kendi kişiliğini ve konumunu, kısacası, bu makinenin içerisindeki yerini merak edecektir. Bu doğal bir süreç.
Fakat... bu noktada işte sorun ortaya çıkıyor. Bir çocuğun kendi kendisini anlama yoluna gitmesi için, önce, onu anlayanların olduğunu bilmesi lazım; basit, çocukça bir düşünceyle, ''Ben bilmiyordum bunu... acaba başka ne yönümü bilmiyorum?'' sorusuna rahatlıkla gidebilir... şayet, aileler İLGİ gösterirse. Şöyle ki, iki uca doğru gidiyoruz bu konuda: ya söz konusu çocuk o kadar kıstılanıyor ki, ailesinin hoşuna gitmeyeceği her şeye saldırmaya başlıyor (kendisi istediği için değil; tamam, kendisi de istiyor, fakat esas sebep ailesine olan karşı çıkma isteği) ya da aileler ''cebine parayı koyup sokağa salıyor'' çocukları. Eh, 'hayattan memnun olmamaları'na şaşmamalı, zira bir ailenin, ilgili ve yeterince özgürlük tanıyan, kendi doğru bildiğini öğreten ama kendi doğru bildiğinin dışında olanlara da (belli bir noktadan sonra) anlayış ve hoşgörüyle, kısacası, AÇIK BİR ZİHİNLE yaklaşan bir ailenin yerini HİÇBİR ŞEY tutamaz.
Sonuçta, bunun yol açtığı şey şu - iki durumda da, çocuk, kendisine ailenin yerine geçecek bir şey buluyor. Doğal psikolojik savunma mekanizması olan bu vakanın (esas terimi ''displacement''; erişilemeyen bir objenin yerini başka bir obje ile doldurmaya çalışmak) sonucu olarak, çocuk, ailenin yerini doldurmaya çalıştıkça bir o sürüye bir bu sürüye gidiyor; aradığı şey ise basit bir tatmin. TAmam, işin fazla Freud yönü bu, fakat, bir noktada doğru olduğunu düşünüyorum.
Yeter ya... ben sıkıldım kendi elitist, egoist, burnu havada beyanatlarımdan, siz sıkılmadınız mı!