Merhaba arkadaşlar,
Öncelikle bu forumda yeniyim, aslında bu tip tartışma platformlarının yabancısıyım ve başka bir şey ararken tesadüfen kendimi burada buldum. Öncelikle bu kadar kapsamlı bir siteyle karşılaşmak beni şaşırttığı derecede sevindirdi de. Ve samimi olarak söylüyorum; hayatımda ilk defa bir foruma düşüncelerimi yazmaktayım, o yüzden ilk adımda kendimi tanıtayım izninizle.
Ben Koray Alarslan. Müzisyenim, tuşlu çalgılarla ilgileniyorum uzun zamandır, çalmaya çalışıyorum başka bir deyişle. Son 10 yıldır da farklı tarzlarda, çeşitli grup ve müzisyenlerle müzik yapma gayretindeyim. Bu topic'in konusunu oluşturan gitarist Cem Köksal’da bunlardan biri…
Aslında buraya yazmamın sebebi sadece, insanın gerçekten iyi tanıyıp, bildiği birine karşı yapılan biraz dikkatsizce eleştirilere ve haksız ithamlara tepkisiz kalma direncinin kırılması olarak özetlenebilir. Üzüldüm gerçekten, bu iş dışarıdan böyle mi görünüyor diye..
Biraz daha öncesine gitmek gerekirse, Cem’le eski menajeri Aykan İlkan aracılığıyla tanışmamız 2003 yılı sonlarına denk geliyor. O günlerde eski grubum faaliyetlerine son verdiğinden dolayı, ben de kendi bestelerimi icra edebileceğim bir ekip toplama uğraşındaydım.
Bana Aykan tarafından Cem Köksal ile çalışma teklifi sunulduğunda açıkçası bu iki ismi de tanımıyordum. Bu nedenle evet demeyi düşünmedim ilk etapta, kendim bir grup kurma amacında olduğum için pratikte böyle bir teklife olumlu yanıt vermem akıllıca olmazdı. Ama ‘Set Me Free’ albümü bana ulaştırıldığında fikrimin değiştini söylemeliyim. Aslında müzikal anlamda benim beğenilerime çok da yakın bir çalışma değildi bu albüm. Ama duyduğum ‘şey’ güzeldi, ne kadar emek harcandığı belliydi ve en önemlisi bu ülkede iyi işler yapmaya çalışan insanların hala var olduğunun bir kanıtıydı benim için. İnanın, bunlar ‘şablon’ sözler değil, çoğunuz da bana hak vereceksiniz, inanıyorum, eğer aynanın diğer tarafından bakmaya gayret edersek, bir an için.
Cem, Çağatay (Ateş) ve Alpay (Şalt)’la çalışmaya başladıktan sonra, zamanla hepimiz müzikteki ortak noktalarımızı keşfetmeye başladık. Bu da artık bir grup olma yolunda ilerlediğimiz anlamına geliyordu ve bunu bizlere hissettiren de Cem’in kendisiydi. Kendi örneğiniyle; Bon Jovi gibiydik, yani bir üyesinin adını taşıyan bir topluluktuk. (Bunu söylemek bana düşmez ama bu da nedense yalnız müziği değil biraz da yapılan haddini aşan yorumlarla kişiliği de eleştirilen Cem’in karakteri hakkında O’nu tanımayıp, merak edenler için önemli bir ipucu olur umarım..)
Neyse uzatmayayım, çalıştık, prova yaptık, sahneye çıktık, Murat İlkan, Joe Lynn Turner ve en son Şenay Lambaoğlu gibi birbirinden değerli solistlerle. Önce JLT yadırgandı Murat’tan sonra, eleştirildi, ama zamanla benimsendi, sevildi. Şimdi Şenay Lambaoğlu için de tarih tekerrür ediyor gibi…
Siyah Beyaz Masallar, bir ‘Cem Köksal Band’ olarak çıkan ilk albüm. İnanın kolay değil bir şeyler ‘meydana getirmek’. Yukarıda yazılanları görünce küçük çaplı bir şok geçirdiğimi itiraf etmeliyim. Bu kadar basit olmamalı her şey. İnsanlar bir eser meydana getirmeye çalıştıkları için bu kadar zehirli sözlere maruz kalmamalılar… Bilgenin dediği gibi; ne kadar şey bilirsek bilelim söylediklerimiz karşımızdakinin anladığı kadar galiba. Bunun en önemli örneği olarak ben kendimi görüyorum. Çünkü yıllar önce dinleyip de, artık ne cüretse, kendimce pek kıymet vermediğim eserlere şimdi, bir parça daha gelişmiş müzik kulağım, bilgim ve yekünde -hayat görüşümle- kulak verdiğimde, o zamanlar neler kaçırdığımı fark edip cahilliğime gülüyorum. İnanın iyi, güzel bir şeyler yapıp sizlere sunmaya çalıştık ama bilmeden ayıp ettik herhalde. Bu albüm bir Dünya harikası olarak sunulmadı sizlere. Asla her şeyin dört dörtlük olmasını bekleyemeyiz, bizim de kafamızı kurcalayan noktalar oldu tabi ki. Bunları da (inşallah) bir dahaki çalışmaya yansıtmamak için aklımıza not ettik. Beğenin, beğenmeyin, gene de sağolun. Ama lütfen bunun baştan savma bir albüm olduğunu söylemeyin. Çünkü öyle olmadığını, gerçekten çaba sarf ettiğimizi biliyoruz. Bu albüm için maddi, manevi nelerin verildiği, insanların hayatlarında nelerden feragat ettikleri (ki maalesef bunların başında sevdikleri geliyor) konusunda en ufak bir fikri ya da en azından tahmini olan arkadaşların, düşüncelerini, en azından dile getirmeden önce bir kez daha gözden geçirmelerini dilerim.
Dediklerim yanlış anlaşılmasın, tabii ki burada negatif eleştirileri kastetmiyorum, mutlaka olumlu şeyler söyleyin demiyorum, bu çok saçma olur zaten. Ama ‘kötü’ bir şeyler yazmadan önce lütfen bir kez daha düşünün; buna insanların ve daha da önemlisi kendinizin ihtiyacı var mı?
Benim nacizane görüşüm, (ki bu insanlara zararı olmayan her şey için geçerlidir) beğenmediğim birşeyle ilgilenmemem gerektiğidir. Bu kadar basit. Ne bileyim, hiçbir zaman bir İsmail YK forumuna girip bir şeyler yazma ihtiyacı hissetmedim. Çünkü bana hitap etmiyor, ilgilenmiyorum, bu kadar…
Son bir şey, bu da biraz benimle ilgili sanırım ve bu yazacaklarım bir yanlış anlamayı giderme amaçlı sadece, kesinlikle bir cevap niteliği taşımıyor.
Gylena nick’li arkadaşım programda söylediklerimi biraz farklı algılamış ya da ben derdimi anlatmakta aciz kalmışım. Ağzımdan çıkanları gayet iyi hatırlıyorum, orada son birkaç yılda Dream Theater ile başlayan progressive rock/metal dünyasındaki yükselişin zamanla kısırlığa dönüştüğünü, eserlerin gittikçe ‘samimiyetsizleştiğini’ dile getirmeye çalışmıştım. Bu bir olumsuz eleştiridir ve bundan da tahmin edilebileceği üzere bu müzik türüyle ilgilendiğimin bir göstergesidir. Belki burada söylememin pek gereği yok ama düşüncelerimin daha iyi anlaşılması için belirtmem gerekirse, 15 yıldan bu yana Dream Theater grubunu severek dinlemekte ve takip etmekteyim, bunun yanında ELP, Rush, Marillion, Queensryche, Yes, Ekseption hayranıyım. Sieges Even, Ayreon, Fates Warning, Asia, Mahavishnu Orchestra, Enchant, Chroma Key, Magellan, Shadow Gallery, LTE, Renaissance gibi birçok isim de en sevdiklerim arasındadır. Hatta Ayreon’u 1996 yılında ilk kez ikinci albümüyle tanıyıp, ilk albümü kataloglarda bulup sipariş etmek için günlerini harcamış bir insanım. Ayrıca rock klavyecilerinden beni en çok etkileyenler de progressive rock müziğini yaratıp, gruplarıyla başta DT olmak üzere bugünkü birçok büyük ismi etkileyen Keith Emerson ve Rick Wakeman’dır. Buna ilaveten, bundan önce çalıştığım gruplardan biri de bugüne kadar 2 albüm yayınlamış ve sanırım artık faal olmayan prog.metal grubu Comma’dır. Şu anda da prog.power metal tarzında müzik yapan Northern Lights grubuyla ilk albüm çalışmalarını bitirmek üzereyiz. Yani özetle prog. rock/metal’e karşı değilim, tam tersine çok sevdiğim, ilgilendiğim bir müzik türü olduğu için bugün içinde bulunan durumdan biraz şikayetçiyim.
Ayrıca biraz kişisel olacak ama, 27 yaşındayım ve hayatımda beni ‘kendini beğenmiş’ olarak gören ilk insan da Gylena arkadaşım oldu. Üzülmedim desem yalan…
Uzun oldu, kusura bakmayın. Umarım derdimi bir nebze olsun sizlere anlatabilmiş ve sizlerin hayatlarından birkaç dakikayı (kendi hayatımdan da yaklaşık yarım saati) çalmamışımdır.
Okuma zahmetine katlanan herkese teşekkürler, tüm müzisyen arkadaşlara çalışmalarında başarılar.
Görüşmek üzere.