Kount demiş ki:
Her şeyden önce konunun açık ve net belirtilmesi gerekli zannımca. Rahatça tam anlaşılmaması sebebiyle ortadan kayboluyor konu. İnançsız hayat amaçsızdır, inançlı hayatın bir amacı vardır, mı? Araç ve amaç arasındaki fark ve buna inancın etkisi mi?
Kusura bakma, geissler, okuduğundan bile şüpheli olsam da bu yazıyı, konu açtığında asla ne ile ilgili olduğunu belirtmiyorsun. Geri kalanlarımız, karman çorman yazının içinden konu çıkartmaya uğraşıyoruz ve görüldüğü gibi konu sapıyor.
Diyeceksiniz ki, be adam, konuyla ilgili ne dedin ki, üsluptasın hala? Diyeceğimi dedim ben. İnancın kişiselliği, tartışmayı gereksiz kılıyor. Zannımca tanrı ya da benzeri bir varlığın var olup olmadığı sorusu gereksiz; gerekli olup olmadığı sorusu daha sakin ve daha mantıklı. Hayat nasıl bir geçiş ise, Doğum nasıl bir geçiş ise, Ölüm de zannımca bir geçiş - neye doğru, bilinmiyor ve inançlar devreye girmekte.
Düşüncelerimden bir tanesi, üç kademeli gerçeklik düşüncem (eksikleri olabilir, üzerinde çalışıyorum)
Alt Kademe (Ağ) - Jung'un kolektif bilinçsizlik diye adlandırdığı, saf varlığın bulunduğu yer.
Düzlem (Temel) - bizim gerçeklik diye kabul ettiğimiz, uyanık olduğumuz zaman içinde bulunduğumuz gerçeklik.
Üst Kademe (Hakikat) - Ölüm'den sonra bilincin serbest kalması ve başka bir düzleme geçmesi ile geçeceğimiz nokta.
Bunun bağlantısı şu, Hakikat'in muhtemelen başka bir varlık düzleminin alt kademesi olabileceği olasılığı. Veya, reenkarnasyon olarak düşünürsek, ki bu da değerlendirdiğim bir olasılık, Ağ'a geri dönüş ve/veya Ağ'ın içerisinde iken bulunulan saf varlık durumuna bir kez daha ulaşmak gibi bir sonuca varabiliyor olması.
Kısaca bu düşünceyi konuya ya da konuyu bu düşünceye bağlamam gerekirse... ontolojik bir bakış açısından, bilincimizin içine yerleştirildiği bedenler (''Aracı''/''Kabuk'') sadece bilincimizin ardındaki saf varlığın, ki ruh denebilir fakat ben sadece ''Varlık'' demeyi tercih ediyorum (dini bağlantılardan uzak en azından), sınırsızlığı ve/veya sınırsız bir açıklığı, Hakikat'i, deneyimlemeden, sınırın ne olduğunu anlaması için varolan depolar sadece. Ölüm, bilinci, Varlık'ı özgür bırakır; bahsetmiş olduğum diğer düzleme yükselmek ve/veya tekrar başlamak için.
Ölüm, son değil. Hayat, deneyim kazanmamız için var. Amacı var ise, ben bu olduğunu düşünüyorum; Varlık'ın deneyim kazanmasına yardımcı olmak, çünkü bir cümleyi, ancak sonuna noktayı koyduktan sonra anlayabilirsiniz.
Zannımca tanrı ya da benzeri bir varlığın var olup olmadığı sorusu gereksiz; gerekli olup olmadığı sorusu daha sakin ve daha mantıklı.
Sevgili Kount,ben bu düşüncenin tersine katılıyorum.Bence sorun tanrının varlığı sorunu .Çünkü var olan bir şeyin gerekliliğinden bahsedilirse anlamlı olur.
Eğer gereklilikten varlığın/yokluğun kanıtına gideceksen bilemem.Örneğin gerekmediği için yoktur.Yada gerektiği için vardır diyebilirsin ama buda ne kadar gerçekçi olur bilemem.
İnsanlık tarihine bakıldığında,insanda sürekli değişmeyen bir "öz" olduğu görülüyor.Birde bu "öz"ün insan aklı tarafından somutlaşmasıyla ortaya çıkan değişken figürler.
Öncelikle bu "öz"den bahsetmek isterim.
Uygarlık seviyesi ne olursa olsun insanın aklındaki kendisini yaratan bir varlığın olduğu fikri.Bu öz,insana hiçte sihirli değneğin değdirilmesi gibi yerleşmiyor.Tamamen insanın doğal koşullarına uygun veya doğayla arasındaki ilişkiye uygun bir biçimde yerleşiyor.
Örneğin insanın anne karnına dönme eğiliminden doğan tanrıya inanma ihtiyacı gibi
veya
doğanın mükemmel işleyişini kendi sınırlı aklıyla değerlendirerek tanrıya inanması gibi.
yani birşekilde insan aklına bu öz yerleşiyor çevresi ve zihninin muhakemesi sonucu.
Ben buna "öz" ün insan aklındaki zorunlu varlığı diyorum.Bu "öz" insanda zorunlu olarak varolacaktır hep ve olmuştur.
İnsanın tarihine baktığımız zaman ise bu öz sürekli somutlaştırılmaya çalışılmış
Mısır da Ra olmuş,İnkalarda İnti,eski Türkler de Tengri ve Sümerlerde An gibi isimlerle tanrılar "öz" tarafından somutlaştırılmaya çalışılmış.
Somutlaştırmaların hepsi insan aklının evrimiyle değişmiş ve gitgide daha kozmik tanrı figürlerine dönüşmüş.Ancak değişen hep özün somutlaştırmaya çalıştığı figürdür ki bu değişme "öz" ün değişmesi değildir.
İnsan aklı mükemmel değildir.Sürekli evrilerek gelişir ve olgunlaşır.İnsan aklının evrimleşmesiyle evrensel gerçeklere yaklaşım o derece artar.İşte evrensel gerçeklere yaklaşan akılda "öz" ü somutlaştırırken gerçeğe sürekli yaklaşmaktadır.Ama asla gerçeği yansıtmaz.Çünkü insan aklı asla mükemmel olmayacaktır.Bu nedenlede mükemmel olan tanrı öz ünü tarif edemeyecektir.
Ateistler insadaki "öz" e değil,somutlaşan tanrı fikrini inkar ederler.Buna da insan aklının mükemmeli somutlaştırmasına tepki diyorum.Veya insan aklında özün oluşumunu doğanın bir parçası görüp mükemmelikten uzak tutarlar.Yani "öz" insan aklına doğal koşullarla yerleşmiştir.Örneğin korktuğu için.
Evet doğal koşullarla yerleşmek zorunda zaten.Çünkü biz bu doağl koşullar içinde varız ve oluşuyoruz.Önemli olan oluşması ve insanlık tarihinde yerini hep varetmesidir.
Ben bu öz ün oluşumuna varlığın gerekliliği diyorum.
Bence yaratıcı vardır çünkü ussaldır.
Elbette benim inançlarım bu şekilde.Herkezin inancına da saygı duyuyorum.Bence birbirinize bu kadar hakaret etmemelisiniz.Daha önce de yaratıcı tartışması yapılmıştı ve aynı durum yine yaşanmıştı.Hakaret içeren tartışmalar karşılıklı bilgi aktarımı amaçlı değildir bence.Bu şekilde olmayan tartışmalarında insana hiçbir faydası olmaz diye düşünüyorum.
Saygılar.