İnançsız Hayatın Amacı Nedir?

Öncelikle DRAKKAR a bir kaç şey söyleyeyim. Bu arkadaşın yazdıklarına çok rahatlıkla cevap verebilirim ama maalersef internet kafeden giriyorum ve fazla vaktim yok. Düşüncelerimi sonuna kadar savunabilirim. psychedelic_starship e gelince yazdıklarını okurken gülmekten kırılacaktım 😆 bir konu bu kadar mı saptırılabilir arkadaş :alkıs: bravo diyorum sana. işine gelen cümleleri seçip bol bol felsefeyi kullanarak kendini haklı göstermeye çalışıyorsun. aslında senin çocukluk dönemini psikologlar incelese eminim kayda değer bir paranoyaya neden olmuş, üzerinde aşırı etki bırakmış olaya rastlarlar 😆 sen tutturmuşsun bir aynı yol at gözlüklerini de takmışsın kim söylediğinin aksini söylerse onun üzerinde 1 sn kafa yormayıp dogmalarını tekrar ediyorsun. ölümden sonraki yaşamada inanmıyorsun eminim eğer öyleyse inasanın fazla bir vakti yok her saniyeni iyi değerlendir aklından geçen tüm kötülükleri yap nasıl olsa sana hesap soran biri de olmuycak toprak olup gideceksin 😀 daha fazla cevap yazıp vaktimi harcamak istemiyorum nasıl olsa yazdıklarımı düşünmeyip bozuk plak gibi düşüncelerinizi tekrarlıyorsunuz. abiyogenezci olup çıkmışsınız. Saygılarımla beni dinleyen herkese teşekkür ederim görüşmek üzere 😀
 
Aha ha vay canına. Hadi evlat güle güle boşuna bir varmış bir yokmuş 159. fendersquare varmış sayıyla geliyonuz heralde demedik; 160. sını bekleriz sürekli geliyonuz siz akıldışı varsayımlarınızla ztn. 😆 Abiyogenez ne alaka onu materyalizm, biyogenez i yaratılış yoktan varsayımı olarak mı gösterdiler sana hangi okulmuş o. Çocukluk döneminde düzmüşler seni gibisinden olayı terbiyesizlik boyutuna getirip bir de pis pis sırıtıp ahlakımı bozma ben sana ne diyeceğimi bilirdim ama forum müsait değil. (Sağolsun yöneticilerimiz bu tür ucuz bel altı sözlü tacizlere de fonetik açıdan bakıp tartışmadan sayar ve karşılığı olan küfürü edince bize kızarlar zayıflar ve küfürbazlar böyle kazanmışlardır hep. Forum için başka çare olmaması da durumu değiştirmez.) Ama tartışamayıp öfkelenerek ortaya atılan olumsuz fantaziler ve kişisel saldırılar kişinin kendine dair gizli arzu ve bilinçaltının yansımalarıdır diyebilirim bu da bazı bilimsel kitaplarda ayrıntısıyla anlatılır. Ne kötülüğü ne öbür dünyası zaten nasıl bir amaç ve düşünce ile geldiğini açık ettin iyice bu saçmalamalarla da. Seni insan zannedip konuşanda kabahat üsluba bak nasıl da çirkinleşiyorsun hemen işine gelmeyince. Bu arada DRAKKAR a verdiğin cevap süper evet 🙂 Bana kötülük yap bilmem ne diye de ahlak dersi vermeden önce madem inanç sahibisin saygı göster karşındakinin bilgisine varlığına atıp tutup olmayınca da küfür etme. Evet bak ben hiç kötü konuşuyor muyum seni şöyle bilmem ne etmişler diyor muyum. Haa bu arada sakın savunma paranoya falan diye o anlamda söylemedim gibisinden çünkü başka anlamı yok dikkatli konuş ve kendine gel ondan sonra Din İman dan bahset öbür dünya kısmına gel sonra da yaratılış tartışıyorum Din değil diyerek yalan da söyleme. 15-20 yi geçmeyen kelime dağarcığınla da karşıma çıkıp ben biyoloğum valla bak Yaratılış var dikkatli okursan yazdıklarımı harflerin içinde şifresini görürsün gibisinden zırvalama. Saygıyı kendin göster önce laf olsun diye de saygılar deme oraya. Olaya bak yaa güleyim mi ağlayayım mı bu yobazlık ve bağnazlığa biyoloji de okuyomuş muş şu tarz a bak daha yazı yazmayı bilmiyor imla ve yazım hatası dolu. 🙂 :evil:
 
Biyoloji öğrencisiymiş :kicsalla Takke düştü kel göründü. 🙂

Moderatörlerden rica ediyorum ki herhangi bir temizlik yapmasınlar. Bu yaygın propogandacı zihniyetin gerçek yüzünün bir örneği sergilensin burada bir süre.
 
Her şeyi gözlemliyoruz. Bilimsel verileri, uygun yer ve zamanda hakedenlere en uygun bir şekilde kapak gibi takanları da, kaypakça duygu sömürüsü ve komik cümlelerle edebiyat ve metafizik felsefe yapmaya çalışıp bunuda beceremeyen inanç sömürücülerini de. Tüm bunların sonucunda yalnızca hakaret etme acizliğine sığınıp, ayaklarını arkalarına vurarak komik bir şekilde minder dışına kaçışlarını da. Sonuç olarak keyifli bir tartışma, ailece severek izliyoruz. 😆
 
Her şeyden önce konunun açık ve net belirtilmesi gerekli zannımca. Rahatça tam anlaşılmaması sebebiyle ortadan kayboluyor konu. İnançsız hayat amaçsızdır, inançlı hayatın bir amacı vardır, mı? Araç ve amaç arasındaki fark ve buna inancın etkisi mi?

Kusura bakma, geissler, okuduğundan bile şüpheli olsam da bu yazıyı, konu açtığında asla ne ile ilgili olduğunu belirtmiyorsun. Geri kalanlarımız, karman çorman yazının içinden konu çıkartmaya uğraşıyoruz ve görüldüğü gibi konu sapıyor.

Diyeceksiniz ki, be adam, konuyla ilgili ne dedin ki, üsluptasın hala? Diyeceğimi dedim ben. İnancın kişiselliği, tartışmayı gereksiz kılıyor. Zannımca tanrı ya da benzeri bir varlığın var olup olmadığı sorusu gereksiz; gerekli olup olmadığı sorusu daha sakin ve daha mantıklı. Hayat nasıl bir geçiş ise, Doğum nasıl bir geçiş ise, Ölüm de zannımca bir geçiş - neye doğru, bilinmiyor ve inançlar devreye girmekte.

Düşüncelerimden bir tanesi, üç kademeli gerçeklik düşüncem (eksikleri olabilir, üzerinde çalışıyorum)
Alt Kademe (Ağ) - Jung'un kolektif bilinçsizlik diye adlandırdığı, saf varlığın bulunduğu yer.
Düzlem (Temel) - bizim gerçeklik diye kabul ettiğimiz, uyanık olduğumuz zaman içinde bulunduğumuz gerçeklik.
Üst Kademe (Hakikat) - Ölüm'den sonra bilincin serbest kalması ve başka bir düzleme geçmesi ile geçeceğimiz nokta.

Bunun bağlantısı şu, Hakikat'in muhtemelen başka bir varlık düzleminin alt kademesi olabileceği olasılığı. Veya, reenkarnasyon olarak düşünürsek, ki bu da değerlendirdiğim bir olasılık, Ağ'a geri dönüş ve/veya Ağ'ın içerisinde iken bulunulan saf varlık durumuna bir kez daha ulaşmak gibi bir sonuca varabiliyor olması.

Kısaca bu düşünceyi konuya ya da konuyu bu düşünceye bağlamam gerekirse... ontolojik bir bakış açısından, bilincimizin içine yerleştirildiği bedenler (''Aracı''/''Kabuk'') sadece bilincimizin ardındaki saf varlığın, ki ruh denebilir fakat ben sadece ''Varlık'' demeyi tercih ediyorum (dini bağlantılardan uzak en azından), sınırsızlığı ve/veya sınırsız bir açıklığı, Hakikat'i, deneyimlemeden, sınırın ne olduğunu anlaması için varolan depolar sadece. Ölüm, bilinci, Varlık'ı özgür bırakır; bahsetmiş olduğum diğer düzleme yükselmek ve/veya tekrar başlamak için.

Ölüm, son değil. Hayat, deneyim kazanmamız için var. Amacı var ise, ben bu olduğunu düşünüyorum; Varlık'ın deneyim kazanmasına yardımcı olmak, çünkü bir cümleyi, ancak sonuna noktayı koyduktan sonra anlayabilirsiniz.
 
cesareborgia demiş ki:
hiç yakışmıyor yahu.
maskaralık düpedüz.
yapmayın

Smiley için dediysen, "sen onu benim külahıma anlat" efendiliğinde müstesna bir smiley olmadığı için "ben buna bi tarafımla gülerim" imasında argo bi smiley kullandım. Naapayım yani 😀

Bir de hiç mi Leman,L_Manyak,Lombak,Kemik kültürünüz yok yahu. : ))

fendersquar159 demiş ki:
Öncelikle DRAKKAR a bir kaç şey söyleyeyim. Bu arkadaşın yazdıklarına çok rahatlıkla cevap verebilirim ama maalersef internet kafeden giriyorum ve fazla vaktim yok.

Evet, tıpkı arkadaşın dediği gibi birkaç saniye vücudumuza bakıp düşününce yaratıcının varlığını hissediveriyorsak, birkaç saniye verebileceği cevapları düşündüm ve korkudan ne yapacağımı şaşırıyorum şu anda. Tevazunuzdan Vaktinizin olmadığını söylüyor olmalısınız, büyüklük edip acıdınız herhalde bana :tap:

Cesareborgia gibi, Kount gibi bireysel ve gerçek duygu düşüncelerle oluşturulmuş şeyler yazılsın, katılmasam da saygı duyarım. Özellikle Kount'un yazdıkları tamamen bireysel ve hoş. En azından saygılı bir biçimde başlık okunmuş, anlaşılmaya çalışılmış ve fikirler bu saygıyla belirtilmiş. Ama konuyu okumadım diyecek yüzsüzlüğüyle bodoslama girip propogandasına başlayan, daha nickindeki gitarın modelini doğru yazamayan, bi de aklı sıra insanlarla dalga geçen kişilerden; bozuk plaktan da öte H.Y. gibilerden çekilmiş paslanmış, köhnemiş "subliminal" kasetlerden hışırtılı ve hastalıklı vaazlar dinlemeye tahammülüm yok.
 
Mesele zaten, sevgili DRAKKAR, senin dediğin; ''katılmasam da saygı duyarım'', yapılması gereken budur; saygı kısvesi altında kendi inancını dayatmaya çalışmaktan ziyade, belirtip geri çekilmek, ve/veya soru sorulur ve karşı-argüman sunulur ise, karşı tarafı aşağılayarak bütün tartışmayı rezil etmek yerine kendi düşüncesinin savunulmasıdır... ipin ucu kaçmakta, fakat özünü zaten DRAKKAR arkadaşımız belirtmiş.

Dolayısıyla, hem teşekkürlerimi, hem saygılarımı sunuyorum...
 
Kount demiş ki:
Her şeyden önce konunun açık ve net belirtilmesi gerekli zannımca. Rahatça tam anlaşılmaması sebebiyle ortadan kayboluyor konu. İnançsız hayat amaçsızdır, inançlı hayatın bir amacı vardır, mı? Araç ve amaç arasındaki fark ve buna inancın etkisi mi?

Kusura bakma, geissler, okuduğundan bile şüpheli olsam da bu yazıyı, konu açtığında asla ne ile ilgili olduğunu belirtmiyorsun. Geri kalanlarımız, karman çorman yazının içinden konu çıkartmaya uğraşıyoruz ve görüldüğü gibi konu sapıyor.

Diyeceksiniz ki, be adam, konuyla ilgili ne dedin ki, üsluptasın hala? Diyeceğimi dedim ben. İnancın kişiselliği, tartışmayı gereksiz kılıyor. Zannımca tanrı ya da benzeri bir varlığın var olup olmadığı sorusu gereksiz; gerekli olup olmadığı sorusu daha sakin ve daha mantıklı. Hayat nasıl bir geçiş ise, Doğum nasıl bir geçiş ise, Ölüm de zannımca bir geçiş - neye doğru, bilinmiyor ve inançlar devreye girmekte.

Düşüncelerimden bir tanesi, üç kademeli gerçeklik düşüncem (eksikleri olabilir, üzerinde çalışıyorum)
Alt Kademe (Ağ) - Jung'un kolektif bilinçsizlik diye adlandırdığı, saf varlığın bulunduğu yer.
Düzlem (Temel) - bizim gerçeklik diye kabul ettiğimiz, uyanık olduğumuz zaman içinde bulunduğumuz gerçeklik.
Üst Kademe (Hakikat) - Ölüm'den sonra bilincin serbest kalması ve başka bir düzleme geçmesi ile geçeceğimiz nokta.

Bunun bağlantısı şu, Hakikat'in muhtemelen başka bir varlık düzleminin alt kademesi olabileceği olasılığı. Veya, reenkarnasyon olarak düşünürsek, ki bu da değerlendirdiğim bir olasılık, Ağ'a geri dönüş ve/veya Ağ'ın içerisinde iken bulunulan saf varlık durumuna bir kez daha ulaşmak gibi bir sonuca varabiliyor olması.

Kısaca bu düşünceyi konuya ya da konuyu bu düşünceye bağlamam gerekirse... ontolojik bir bakış açısından, bilincimizin içine yerleştirildiği bedenler (''Aracı''/''Kabuk'') sadece bilincimizin ardındaki saf varlığın, ki ruh denebilir fakat ben sadece ''Varlık'' demeyi tercih ediyorum (dini bağlantılardan uzak en azından), sınırsızlığı ve/veya sınırsız bir açıklığı, Hakikat'i, deneyimlemeden, sınırın ne olduğunu anlaması için varolan depolar sadece. Ölüm, bilinci, Varlık'ı özgür bırakır; bahsetmiş olduğum diğer düzleme yükselmek ve/veya tekrar başlamak için.

Ölüm, son değil. Hayat, deneyim kazanmamız için var. Amacı var ise, ben bu olduğunu düşünüyorum; Varlık'ın deneyim kazanmasına yardımcı olmak, çünkü bir cümleyi, ancak sonuna noktayı koyduktan sonra anlayabilirsiniz.

Zannımca tanrı ya da benzeri bir varlığın var olup olmadığı sorusu gereksiz; gerekli olup olmadığı sorusu daha sakin ve daha mantıklı.

Sevgili Kount,ben bu düşüncenin tersine katılıyorum.Bence sorun tanrının varlığı sorunu .Çünkü var olan bir şeyin gerekliliğinden bahsedilirse anlamlı olur.
Eğer gereklilikten varlığın/yokluğun kanıtına gideceksen bilemem.Örneğin gerekmediği için yoktur.Yada gerektiği için vardır diyebilirsin ama buda ne kadar gerçekçi olur bilemem.

İnsanlık tarihine bakıldığında,insanda sürekli değişmeyen bir "öz" olduğu görülüyor.Birde bu "öz"ün insan aklı tarafından somutlaşmasıyla ortaya çıkan değişken figürler.
Öncelikle bu "öz"den bahsetmek isterim.
Uygarlık seviyesi ne olursa olsun insanın aklındaki kendisini yaratan bir varlığın olduğu fikri.Bu öz,insana hiçte sihirli değneğin değdirilmesi gibi yerleşmiyor.Tamamen insanın doğal koşullarına uygun veya doğayla arasındaki ilişkiye uygun bir biçimde yerleşiyor.
Örneğin insanın anne karnına dönme eğiliminden doğan tanrıya inanma ihtiyacı gibi
veya
doğanın mükemmel işleyişini kendi sınırlı aklıyla değerlendirerek tanrıya inanması gibi.
yani birşekilde insan aklına bu öz yerleşiyor çevresi ve zihninin muhakemesi sonucu.
Ben buna "öz" ün insan aklındaki zorunlu varlığı diyorum.Bu "öz" insanda zorunlu olarak varolacaktır hep ve olmuştur.
İnsanın tarihine baktığımız zaman ise bu öz sürekli somutlaştırılmaya çalışılmış
Mısır da Ra olmuş,İnkalarda İnti,eski Türkler de Tengri ve Sümerlerde An gibi isimlerle tanrılar "öz" tarafından somutlaştırılmaya çalışılmış.

Somutlaştırmaların hepsi insan aklının evrimiyle değişmiş ve gitgide daha kozmik tanrı figürlerine dönüşmüş.Ancak değişen hep özün somutlaştırmaya çalıştığı figürdür ki bu değişme "öz" ün değişmesi değildir.
İnsan aklı mükemmel değildir.Sürekli evrilerek gelişir ve olgunlaşır.İnsan aklının evrimleşmesiyle evrensel gerçeklere yaklaşım o derece artar.İşte evrensel gerçeklere yaklaşan akılda "öz" ü somutlaştırırken gerçeğe sürekli yaklaşmaktadır.Ama asla gerçeği yansıtmaz.Çünkü insan aklı asla mükemmel olmayacaktır.Bu nedenlede mükemmel olan tanrı öz ünü tarif edemeyecektir.
Ateistler insadaki "öz" e değil,somutlaşan tanrı fikrini inkar ederler.Buna da insan aklının mükemmeli somutlaştırmasına tepki diyorum.Veya insan aklında özün oluşumunu doğanın bir parçası görüp mükemmelikten uzak tutarlar.Yani "öz" insan aklına doğal koşullarla yerleşmiştir.Örneğin korktuğu için.
Evet doğal koşullarla yerleşmek zorunda zaten.Çünkü biz bu doağl koşullar içinde varız ve oluşuyoruz.Önemli olan oluşması ve insanlık tarihinde yerini hep varetmesidir.

Ben bu öz ün oluşumuna varlığın gerekliliği diyorum.

Bence yaratıcı vardır çünkü ussaldır.

Elbette benim inançlarım bu şekilde.Herkezin inancına da saygı duyuyorum.Bence birbirinize bu kadar hakaret etmemelisiniz.Daha önce de yaratıcı tartışması yapılmıştı ve aynı durum yine yaşanmıştı.Hakaret içeren tartışmalar karşılıklı bilgi aktarımı amaçlı değildir bence.Bu şekilde olmayan tartışmalarında insana hiçbir faydası olmaz diye düşünüyorum.

Saygılar.
 
"Birbirinize bu kadar hakaret etmemelisiniz" diye bakacak olursak, yolladığım mesajın "maskaralık" olarak değerlendirilmesini de bir hakaret olarak algılayabilirdim ben hatta belki de algılamışımdır. Ama böylesi ciddi hakaret olmadığı sürece söylenen kimi tepkisel davranışların doğal ve normal olduğunu düşünüyorum. Bir de burada fendersquarın yaptığı çok ciddi bir saygısızlık var ve hiçbir şekilde geri adım atmıyor. Yani "birbirinize hakaret etmeyin" den öte, olayın özüne de biraz bakın. Çok net bir şekilde adam konuyu okumamış ve propoganda yapıyor. İsterseniz aksini söyleyin ve tartışalım.

Bu sizin mantalitenize göre, forumu hayattan ve güdülerden tamamen soyutlamak ve steril hale getirmek gerekiyor. Ama nasıl ki pis mikrop dolu bir sokakta yaşıyorken ve evden her gün çıkmak maksadıyla bu mikropları bünyenize zaten alıyorken; evinizi bal dök yala kıvamında günde iki kez temizleyerek ultra-steril hale getirmek size faydadan ziyade zarar getirecekse (bağışıklık sisteminiz, bu steril ortamda geçirdiğiniz zamana doğru orantılı olarak zayıflayacaktır); gerçek hayatta da arada sırada yaşanan ufak sürtüşmelerin ve kimi tatsızlıkların sanal ortamlarda tamamen yok edilmesini sağlamak, forumu iyice yapay hale getirecek ve forumlarda geçirdiğiniz süre ne kadar artarsa da, gerçek hayatla olan bağınız o kadar kopacaktır...

Bence...
 
DRAKKAR demiş ki:
"Birbirinize bu kadar hakaret etmemelisiniz" diye bakacak olursak, yolladığım mesajın "maskaralık" olarak değerlendirilmesini de bir hakaret olarak algılayabilirdim ben hatta belki de algılamışımdır. Ama böylesi ciddi hakaret olmadığı sürece söylenen kimi tepkisel davranışların doğal ve normal olduğunu düşünüyorum.

Bu sizin mantalitenize göre, forumu hayattan ve güdülerden tamamen soyutlamak ve steril hale getirmek gerekiyor. Ama nasıl ki pis mikrop dolu bir sokakta yaşıyorken ve evden her gün çıkmak maksadıyla bu mikropları bünyenize zaten alıyorken; evinizi bal dök yala kıvamında günde iki kez temizleyerek ultra-steril hale getirmek size faydadan ziyade zarar getirecekse (bağışıklık sisteminiz, bu steril ortamda geçirdiğiniz zamana doğru orantılı olarak zayıflayacaktır); gerçek hayatta da arada sırada yaşanan ufak sürtüşmelerin ve kimi tatsızlıkların sanal ortamlarda tamamen yok edilmesini sağlamak, forumu iyice yapay hale getirecek ve forumlarda geçirdiğiniz süre ne kadar artarsa da, gerçek hayatla olan bağınız o kadar kopacaktır...

Bence...

Katılıyorum üstad
Ok.Dediğin gibi olsun.Maskaralık lafı için de özür.Bu laf benim günlük hayatta da kullandığım bir laftır ve espiri amaçlı kullanırım.Bunu hakaret olarak almamanı rica ediyorum.
 
Burada tanrı vardır çünkü, şuralar buralar bilinmiyor denilmekte...

Ama verilen örneklere bir göz gezdirdiğimde ki ilk aklıma gelen ''okyanusların derinlikleri gizemini korumakta'' gibi ve bunun gibi onlarca örnek havalarda uçuşmuş durumda...

Bilinmediğini sandığınız şeylerin neredeyse hepsi araştırılmış durumda... Örneğin Mariana Çukuruna ki derinliği 11 km. dir ve yıllar yıllar önce inilmiştir...

Onun dışında uydudan olsun oseonografik çalışmalar olsun türlü türlü yöntemlerle o gizem çoktan çözülmüştür... 400 C derece sıcaklıktaki okyanus tabanının etrafındaki canlıların fotoğrafları çekilmiş incelenmiştir...

Yediğiniz yiyecekler işaretlenerek Carbon atomlarının beyindeki ilerlemeleri vs. incelenmektedir... Ama bilim insanıyım adı altında yalan yanlış bilgiler gerçekmiş gibi öne sürülmekte... İçler acısı...

Kolay gelsin sizlere
 
Her şeyden önce konunun açık ve net belirtilmesi gerekli zannımca. Rahatça tam anlaşılmaması sebebiyle ortadan kayboluyor konu. İnançsız hayat amaçsızdır, inançlı hayatın bir amacı vardır, mı? Araç ve amaç arasındaki fark ve buna inancın etkisi mi?

Kusura bakma, geissler, okuduğundan bile şüpheli olsam da bu yazıyı, konu açtığında asla ne ile ilgili olduğunu belirtmiyorsun. Geri kalanlarımız, karman çorman yazının içinden konu çıkartmaya uğraşıyoruz ve görüldüğü gibi konu sapıyor.

Ben kendim için temel olan bir düşünceyi buraya yazıyorum ve başkalarının bu düşünce için ne düşündüklerini merak ediyorum...
Ama galiba benim temelliğim başkaları için ayrıntı geliyor veya benim yazdığımı okumadan sadece konunun başlığına bakıp kendi açılımlarını genişleterek kendi temelliklerini savunmaya başlıyorlar ve ister istemez konu sapıyor, ben de müdahale etmedim, "aranızda konuşmayın bana cevap verin" demedim,gayet güzel tartıştılar...

Konunun ana fikrini baştaki mesajımda gayet açıklayıcı bir biçimde anlattım, fikri kendi düşünce kalıbınıza göre şekillendirmeyin, bir kereliğine sizin düşünceniz benim fikrimin kalıbına girsin ve ne gördüğünü anlatsın...

Ahiret inancı konusuna hiç girmedim, kendime göre bir mantık buldum ve sizinle paylaşmak istedim, gayet de güzel tepkiler aldım bu yazı için...

Tamam, şimdi saygı çerçevesinde herkes kendi fikrinin savunuculuğunu yapmaktan çok ana konunun yoluna girsin ve üçüncü, dördüncü cevaplar da gelsin, yazılanlardan ben kendim için çok az bir kısmını alabildim kusura bakmayın...
 
geissler demiş ki:
kosovian demiş ki:
yaşamın amacı yaşamın kendisidir

😀 Ne güzel şey yaşamak...
Ya ben sana "sıfırı ikiyle çarparsak sıfır çıkacağını bildiğimiz halde neden ikiyle çarpıyoruz" diyorum...
sen bana " iki kere sıfır sıfırdır" diye cevap veriyosun ama, olmaz kine... 🙁

Burda amaç kaygısı güden sensin =)

İnanılmaz çelişmişsin..

Kolay gelsin..
 
Evet geissler her zaman yaptığın gibi kendinle çelişmeye devam. Aslında yazdığınn başlık da çelişik çünkü sadece inançlı biri olduğunu açıklayıp inançsızlara giydirme yapmışsın o cümlecikte. "İnançsız hayatın amacı nedir" Bu başlıbaşına felsefi hatalarla dolu felsefi kavramlar açısından tartışışlamayacak bir soru. Bu nedenlwe de başka türden yani felsefeyle alakası olmayan bazı kişilerin önüne atılmış bir olta halini alıyor ister istemez. (Ki onlar da yazılanı değil, başlığı okuyup atlıyorlar bu yüzden zaten) Şöyle analiz edersek;

İnanç: Belli önkabullere dayanarak mutlak bir hakime ulaşan tümdengelimsel yani "her şeyin ötesinde bir şey" den hareket ederek oluşturulmuş düşünce ve yaşam biçimidir. Duruma göre her ayrıntı sorgulanabilse de inancın temelini oluşturan temel kabul edilmiş varlığın varolup olmadığı eşit olasılıklar dahilinde objektif olarak sorgulanamaz. İnancın varolabilmesi koşulsuz kabul etmeye ve şüpheyi reddetmeye dayalıdır.
Amaç: Belli bir hedefe ulaşma arzusudur kısaca. Örneğin inançlı biri için hacca gitme gayesi gibi. Ancak amaç ile inanç arasında doğrudan bir ilişki yoktur. İnsan mutluluğa da inanabilir anlık olarak fakat buna bir koşul olarak eş bulmayı amaçlaması genel bir inanç sahibi olmasını gerektirmez yani pekala Ateist ya da nihilist kişinin de amaçları vardır fakat o bu amaçları ilahi bir kudretten değil kendi varoluşundan aldığını kabul etmiş kişidir. (Sartre ın "varoluş özden önce gelir" düşüncesinde "öz" ü de bir nevi reddetmiş olduğu şekilde) Bu noktada "inançsız hayatın amacı" denirken amaç olması için illaki bir mutlak ilahi kudret e dayalı inancın olması gerekiyormuş anlamı çıkar ki işte tam da bu noktada Kurumsal dine bağlı kitlenin dogmatik saldırısı ile karşılaşırız. "Dini imanı olmayan kişi, bizim toplumsal amaçlarımızı paylaşmadığından amaçsız varsayılıp dinde lanetlenerek insanlıktan aforoz edilmelidir" der tüm kutsakl metinler doğrudan ya da dolaylı yollarla ki bu akıllara doğruluğun yergane temsilcisi olarak çakılmış düşüncenin bir eylem biçimidir. Akıl, doğru,gerçeklik kavramları kurumsal Din ve inancın tekelindedir. Karşıtları ise felsefede en çok nihilizm e olan kitlesel saldırıda da görülen hayali yokluk, hiçlik, gerçek dışılık olarak yaftalanır ki ateistlere Tanrısal kavramlara hayali ve gerçek dışı dediğinde şiddetle tepki gösterilmesinin ardında da bu tutum yatar, çünkü bu olasılık asla düşünülmek bile istenmez.
Bu noktada "inançsız hayatın amacı nedir?" sorusu bir bakıma da "nasıl olur da inanmazsınız amaçsızsınız" demektir fakat maalesef inançlılar açısından özgürlük kısıtlanmış, duyular ve gerçeklik sadece ilahi kudret e tabi olduğundan,inançsız birinin bunu onlara anlatabilmesi mümkün değildir yaşamak gerekir. Çünkü bir ateist ya da nihilist için inançlının amaç ya da gerçeklik olarak düşündüğü şey bir yanılsama veya bilgi eksikliği olarak görüldüğünden söz konusu amacın öznel olduğunu da bilir.
Kısacası inançsız kişinin amacı hakikate bağlılık bakımından inançlının mutlak varsayımına dayalı olmaması dışında insanca gereklilikler açısından bir farkı ifade etmez. Sadece ilahi ünvanın gereksizlik ve yanılgılarını ve de tabi tamamıyla farazi olan varsayımını amaç olarak görmez. Ve aynı şekilde şu soruyu sorabilir.
İnançlı kişiler neden kendilerine ve doğaya sürekli erekler yüklerler ve onları mutlak ilke olarak benimsemek ve benimsetmek isterler?
 
çok klişe bir laf olduğu için hiç sevmem ama doğru:"hayat bir yolculuktur,hedef değil."hayatın boyunca hedeflerin olacaktır,gerçekleşip bitecektir.hayatın bir amacı yoktur bence.ama mesela birinden intikam almak için yaşayan insanlar var.yada "asla yalanı örtbas etmem diyen insanlar var.2.si prensiptir bikere.1. bir amaç sayılabilir ama güzel bir tuzaktır bu,bir şeyin yaşam amacın sayılması için onun için doğmuş,nefes almış,yemiş,içmiş olman gerekir.e böyle birşeyde olamayacağına göre.
 
çok klişe bir laf olduğu için hiç sevmem ama doğru:"hayat bir yolculuktur,hedef değil."hayatın boyunca hedeflerin olacaktır,gerçekleşip bitecektir.hayatın bir amacı yoktur bence.ama mesela birinden intikam almak için yaşayan insanlar var.yada "asla yalanı örtbas etmem diyen insanlar var.2.si prensiptir bikere.1. bir amaç sayılabilir ama güzel bir tuzaktır bu,bir şeyin yaşam amacın sayılması için onun için doğmuş,nefes almış,yemiş,içmiş olman gerekir.e böyle birşeyde olamayacağına göre.
 
Sevgili cesarborgia, belki de ben agnostik düşünceyi kendime daha yakın bulduğumdan diğer sorulara odaklanmayı tercih ediyorum. Gerekliliğe önem vermemin sebebi budur; varlığının bilinemeyeceğine inanmam (ya da bunu düşünmem de denebilir). Daha çok niteliği ile uğraşıyorum 😆

Verdiğin örnek, anne karnı örneği, aslında, Freud'un sunmuş olduğu bir önermeyle benzer aslında; uygarlığın bir yan ürünü olarak tanrının bir tür baba figürü olarak oluşturulduğu ki bu oluşumun ve/veya farkındalığın ussal olduğu önermesi de çok sapmıyor. Aynı zamanda tanrının varlığına dair psikolojik kanıta da uymakta. Şimdi bu kadar zırvalamış olmamın tek bir sebebi var; konu oraya geldiğinde, bir yaratan varlığın olması olasılığına açığım ve çoğunlukla var olduğunu farz ederek düşünüyorum; ki bu noktada nitelik sorusu gündeme geliyor. Bence yaratan bir varlığın var olduğunu kabul ettiğimiz zaman, aynı zamanda müdahele etmeyen bir varlık olması sebebiyle inanç ve/veya inançsızlık sorunu ortaya çıkıyor. Ki bir örnek Akhen Aten'in zamanında, tamamen politik sebeplerden olduğu düşünülse de (çoğunlukla ruhban sınıfının elindeki gücü almak için yaptığı söylenir), Mısır'ı ''Tek Tanrı'' olan Aten altında birleştirme çabasında bulunmasıdır.

Konuyla ilgili üzerinde düşünmeye devam ettiğim bir şey tanrı kelimesinin anlamındaki (en azından bana göre oluşan) bozulma. İnsanlık tarihinin en başında putlaştırılan ya da bir şekilde fiziksel bir yansıması olduğu farz edilen tanrının (Ra'nın güneşin çevresindeki ışıma ile kendisini gösterdiğine inanılması, Gök Tanrı'nın gözü olduğuna inanılan nazar boncuğu) giderek bütün varlık düzlemlerinde var olan, mistik, gizemli bir varlık haline getirilmesi. Bu noktada duruyorum, çünkü sen zaten bu noktadan sonrasını gayet güzel açıklamışsın.

Katkın için teşekkür ediyorum, hatta allah iyiliğini versin, düşünmeye zorladın beni🙂

Sevgili DRAKKAR, forumdaki sürtüşmeleri olabildiğince savaşa dönüşmeden engellemek amacımız olmalı sadece; elbet birileri sürtüşecektir ki bu durumda elimizden ancak kavga çıkmadan alabildiğine bunu engellemek geliyor.

Sevgili geissler, bu konuda şunu söyleyebilirim, Heidegger de elinden geldiğince açık yazıyordu... fakat yazamıyordu. Mesele tamamen burada; yazını okudum, hatta birkaç kez okudum, ve konu sapana dek (çok uzun sürmedi bunun olması) konu ile ilgili olduğunu düşündüğüm bir cevap verdim. Akabinde de konu saptı. Çünkü, bir kez daha, açık değil; benim anladığım şu, inançsız olanlar hayatı amaç olarak kabul eder, inançlı olanlar araç. Amaç olarak kabul ediyor isek, ama bu hayattan sonra bir başkası ve/veya varlığımızın devamı var ise, bu dünyada ne yaptığımız önemli mi; hayat 'amaç' mı 'araç' mı olmalı... ben bunu anladım.

sevgili mer_ve, bu benim dediğimle örtüşen ve dolayısıyla sevdiğim bir cümle oldu... büyük ihtimalle hayatın amacı değil eğilimi nedir diyebiliriz; o da zaten sona ermektir.
 

Geri
Üst