Bu arada bir ek Geissler yazını birkaç kez okudum fakat, aslında felsefi bir edebiyata benzeyen yazından neden illaki yukardaki soruyu çıkarmakta ısrar ettiğini anlayamadım açıkçası ve neden herkesi bu düşüncenin içine sokma isteğini. Israrla hayatın geçiciliğine vurgu yapıp mutlaklığın tarafında yer almayı amaç belliyorsun.
Peki ölüm ve tükenişin bir başka doğumun nedeni olmadığını nereden biliyorsun? Belki de doğanın işleyişinin önemsiz parçaları ve araçları olabiliriz pekala ve üstelik bu doğa tanrısallıktan uzak yiyici bir canavar da olabilir bizim varlığımızla beslenen. Diğer yandan amaç olduğunu sandığın akıl yürütmelerin hepsi tatminsizliğinin yarattığı bir süreklilik arzusu da olabilir bakış açısına göre. Şöyle ki yok olacaksam ne fayda dediğin anlaşılıyor; ancak sonsuza dek varolacağın garantisine sahip olma hakkın olduğunu da nereden çıkardın? Bundan yüzyıl önce kendi varlığınla ilgili bir duyumun yoktu, sen yoktun; sonrasında da olmaman çok normal. Ölümün ve tükenişimizin ardında nereden ne olarak gelip nereye gideceğimiz hakkında kesin yargılar sahibi de olamayız ve bu konuda hiç bir söylenene de güvenemeyiz. Et kemik, hücreler ve onları bir arada tutup hareket veren biyolojik yaşam enerjimizden başka bir somut gerçeklik göremediğimize göre. Bizi oluşturan parçalara baktığımızda bizden bağımsız da varolabildiklerini görüyor, insan olarak devlet kuran, populasyon oluşturan; hücre olarak da aynı biçimde organellere ve sistenmlere ve de organizmaya dönüşen türlü enerji ve madde döngülerine rastlıyoruz. Galaksiler birleşiyor,yıldızlar oluşuyor,enerjiler büyüyor,patlıyor ve aynı şekilde karşıtlar da birleşiyor ve çiftleşiyor. Eğer bu bir amaç ise bunun neyin aracı olduğunu da sormamız ve öğrenmemiz gerekecek ki işte orada bitmediği ve hiç bir şekilde bir son a ulaşılamayacağı için ana gaye anlamında tümel bir evrensel amaçtan bahsedemeyiz.(Tabi benim açımdan. İsteyen yorulup bir noktada durup her şeyi bir ilkede genelleyerek,ona "Tanrı" ya da "ana gaye", "yaratıcı" diyebilir fakat bu onun sınırıdır oluşumun değil ki. Ve bu noktanın nerede konacağının kişisel öznelliği yüzünden en başta durup zorba bir düşünceye de dönüşüp yıkıcı olabilir. Din ve inanç o yüzden dogmatizmin eş anlamlısı ve bağnazlığın tek yaratıcısıdır bana göre.)
Peki ya da ölümsüz olsaydık? O zaman bir yaratıcı bir gaye bir temel arayacak mıydın? O zaman bütün bu soruların anlamsız olacaklardı çünkü tükeniş olarak gördüğün ve asıl anlamadığın şey olan ölüm olmayacaktı. eğer ölümsüzlük gerçek olsaydı şu anki materyalist ilkeler dahilinde söyleyebilirim ki bu cansız olmak ile aynı manaya da gelebilirdi. Değişmeyen sabit bir varoluş biçimi örneğin metallerde organizmaya oranla daha baskındır. Bu noktada 5 yıl yaşasaydık ya da 500 yıl yaşasaydık algımız ve tabii ki zaman algımız da ona göre biçimleneceğinden sorduğun soru ya alacağın cevaplar da aynı olacaktı o algıya göre. (Belki zamanımız az olduğundan 3 kelime ile konuşmayı öğrenmiş,ya da uzun ömürlü isek bir yıl boyunca soru sorup 10 yıl cevabını dinleyecektik fakat ışık hızı görelilik ilkesine göre yine sabit kalacağından nesnel açıdan iki durumda da gerçekte bir şey değişmiş olmayacaktı 🙂 ) Belki de ışık hızına ulaştığımızda organik olabilip zaman durduğundan da bilimsel olarak ölümsüz olabiliriz çok uzak bir gelecekte kimbilir. Fakat şu var ki bu dünyada seçtiğin amaçların ille de bütün evreni etkkilemesi gerekmiyor. Aslında ben bu düşüncede aşırı bir egoizm de seziyorum çünkü yokolmayacak ve unutulmayacak bir amaç sahibi dilemek yani ölüyorsam ilahi kudrete bağlamak ilahi kudrete inanç yoksa bu kez kaybolacak olması yüzünden amaçsız bulmak Tanrılığa soyunmak gibi geeldi bana. Yani her şeye kadir olma arzusu mu yoksa bu ilahi amaç düşüncesinin altındaki. Öyleyse Nietzsche haklıymış insanın güç istencinin Tanrı olma arzusu (ona katılıp ulaşmak tabi olmak kılıfı içinde) olacak noktaya kadar sınır tanımayan bir açgözlülüğü olduğu konusunda 🙂 Tabi bu benim için yine de uygarlığın yarattığı bir ruh sıkıntısının neden olduğuı yan etki ama o da başka bir mevzu.
Peki ölüm ve tükenişin bir başka doğumun nedeni olmadığını nereden biliyorsun? Belki de doğanın işleyişinin önemsiz parçaları ve araçları olabiliriz pekala ve üstelik bu doğa tanrısallıktan uzak yiyici bir canavar da olabilir bizim varlığımızla beslenen. Diğer yandan amaç olduğunu sandığın akıl yürütmelerin hepsi tatminsizliğinin yarattığı bir süreklilik arzusu da olabilir bakış açısına göre. Şöyle ki yok olacaksam ne fayda dediğin anlaşılıyor; ancak sonsuza dek varolacağın garantisine sahip olma hakkın olduğunu da nereden çıkardın? Bundan yüzyıl önce kendi varlığınla ilgili bir duyumun yoktu, sen yoktun; sonrasında da olmaman çok normal. Ölümün ve tükenişimizin ardında nereden ne olarak gelip nereye gideceğimiz hakkında kesin yargılar sahibi de olamayız ve bu konuda hiç bir söylenene de güvenemeyiz. Et kemik, hücreler ve onları bir arada tutup hareket veren biyolojik yaşam enerjimizden başka bir somut gerçeklik göremediğimize göre. Bizi oluşturan parçalara baktığımızda bizden bağımsız da varolabildiklerini görüyor, insan olarak devlet kuran, populasyon oluşturan; hücre olarak da aynı biçimde organellere ve sistenmlere ve de organizmaya dönüşen türlü enerji ve madde döngülerine rastlıyoruz. Galaksiler birleşiyor,yıldızlar oluşuyor,enerjiler büyüyor,patlıyor ve aynı şekilde karşıtlar da birleşiyor ve çiftleşiyor. Eğer bu bir amaç ise bunun neyin aracı olduğunu da sormamız ve öğrenmemiz gerekecek ki işte orada bitmediği ve hiç bir şekilde bir son a ulaşılamayacağı için ana gaye anlamında tümel bir evrensel amaçtan bahsedemeyiz.(Tabi benim açımdan. İsteyen yorulup bir noktada durup her şeyi bir ilkede genelleyerek,ona "Tanrı" ya da "ana gaye", "yaratıcı" diyebilir fakat bu onun sınırıdır oluşumun değil ki. Ve bu noktanın nerede konacağının kişisel öznelliği yüzünden en başta durup zorba bir düşünceye de dönüşüp yıkıcı olabilir. Din ve inanç o yüzden dogmatizmin eş anlamlısı ve bağnazlığın tek yaratıcısıdır bana göre.)
Peki ya da ölümsüz olsaydık? O zaman bir yaratıcı bir gaye bir temel arayacak mıydın? O zaman bütün bu soruların anlamsız olacaklardı çünkü tükeniş olarak gördüğün ve asıl anlamadığın şey olan ölüm olmayacaktı. eğer ölümsüzlük gerçek olsaydı şu anki materyalist ilkeler dahilinde söyleyebilirim ki bu cansız olmak ile aynı manaya da gelebilirdi. Değişmeyen sabit bir varoluş biçimi örneğin metallerde organizmaya oranla daha baskındır. Bu noktada 5 yıl yaşasaydık ya da 500 yıl yaşasaydık algımız ve tabii ki zaman algımız da ona göre biçimleneceğinden sorduğun soru ya alacağın cevaplar da aynı olacaktı o algıya göre. (Belki zamanımız az olduğundan 3 kelime ile konuşmayı öğrenmiş,ya da uzun ömürlü isek bir yıl boyunca soru sorup 10 yıl cevabını dinleyecektik fakat ışık hızı görelilik ilkesine göre yine sabit kalacağından nesnel açıdan iki durumda da gerçekte bir şey değişmiş olmayacaktı 🙂 ) Belki de ışık hızına ulaştığımızda organik olabilip zaman durduğundan da bilimsel olarak ölümsüz olabiliriz çok uzak bir gelecekte kimbilir. Fakat şu var ki bu dünyada seçtiğin amaçların ille de bütün evreni etkkilemesi gerekmiyor. Aslında ben bu düşüncede aşırı bir egoizm de seziyorum çünkü yokolmayacak ve unutulmayacak bir amaç sahibi dilemek yani ölüyorsam ilahi kudrete bağlamak ilahi kudrete inanç yoksa bu kez kaybolacak olması yüzünden amaçsız bulmak Tanrılığa soyunmak gibi geeldi bana. Yani her şeye kadir olma arzusu mu yoksa bu ilahi amaç düşüncesinin altındaki. Öyleyse Nietzsche haklıymış insanın güç istencinin Tanrı olma arzusu (ona katılıp ulaşmak tabi olmak kılıfı içinde) olacak noktaya kadar sınır tanımayan bir açgözlülüğü olduğu konusunda 🙂 Tabi bu benim için yine de uygarlığın yarattığı bir ruh sıkıntısının neden olduğuı yan etki ama o da başka bir mevzu.