İnançsız Hayatın Amacı Nedir?

Bu arada bir ek Geissler yazını birkaç kez okudum fakat, aslında felsefi bir edebiyata benzeyen yazından neden illaki yukardaki soruyu çıkarmakta ısrar ettiğini anlayamadım açıkçası ve neden herkesi bu düşüncenin içine sokma isteğini. Israrla hayatın geçiciliğine vurgu yapıp mutlaklığın tarafında yer almayı amaç belliyorsun.

Peki ölüm ve tükenişin bir başka doğumun nedeni olmadığını nereden biliyorsun? Belki de doğanın işleyişinin önemsiz parçaları ve araçları olabiliriz pekala ve üstelik bu doğa tanrısallıktan uzak yiyici bir canavar da olabilir bizim varlığımızla beslenen. Diğer yandan amaç olduğunu sandığın akıl yürütmelerin hepsi tatminsizliğinin yarattığı bir süreklilik arzusu da olabilir bakış açısına göre. Şöyle ki yok olacaksam ne fayda dediğin anlaşılıyor; ancak sonsuza dek varolacağın garantisine sahip olma hakkın olduğunu da nereden çıkardın? Bundan yüzyıl önce kendi varlığınla ilgili bir duyumun yoktu, sen yoktun; sonrasında da olmaman çok normal. Ölümün ve tükenişimizin ardında nereden ne olarak gelip nereye gideceğimiz hakkında kesin yargılar sahibi de olamayız ve bu konuda hiç bir söylenene de güvenemeyiz. Et kemik, hücreler ve onları bir arada tutup hareket veren biyolojik yaşam enerjimizden başka bir somut gerçeklik göremediğimize göre. Bizi oluşturan parçalara baktığımızda bizden bağımsız da varolabildiklerini görüyor, insan olarak devlet kuran, populasyon oluşturan; hücre olarak da aynı biçimde organellere ve sistenmlere ve de organizmaya dönüşen türlü enerji ve madde döngülerine rastlıyoruz. Galaksiler birleşiyor,yıldızlar oluşuyor,enerjiler büyüyor,patlıyor ve aynı şekilde karşıtlar da birleşiyor ve çiftleşiyor. Eğer bu bir amaç ise bunun neyin aracı olduğunu da sormamız ve öğrenmemiz gerekecek ki işte orada bitmediği ve hiç bir şekilde bir son a ulaşılamayacağı için ana gaye anlamında tümel bir evrensel amaçtan bahsedemeyiz.(Tabi benim açımdan. İsteyen yorulup bir noktada durup her şeyi bir ilkede genelleyerek,ona "Tanrı" ya da "ana gaye", "yaratıcı" diyebilir fakat bu onun sınırıdır oluşumun değil ki. Ve bu noktanın nerede konacağının kişisel öznelliği yüzünden en başta durup zorba bir düşünceye de dönüşüp yıkıcı olabilir. Din ve inanç o yüzden dogmatizmin eş anlamlısı ve bağnazlığın tek yaratıcısıdır bana göre.)

Peki ya da ölümsüz olsaydık? O zaman bir yaratıcı bir gaye bir temel arayacak mıydın? O zaman bütün bu soruların anlamsız olacaklardı çünkü tükeniş olarak gördüğün ve asıl anlamadığın şey olan ölüm olmayacaktı. eğer ölümsüzlük gerçek olsaydı şu anki materyalist ilkeler dahilinde söyleyebilirim ki bu cansız olmak ile aynı manaya da gelebilirdi. Değişmeyen sabit bir varoluş biçimi örneğin metallerde organizmaya oranla daha baskındır. Bu noktada 5 yıl yaşasaydık ya da 500 yıl yaşasaydık algımız ve tabii ki zaman algımız da ona göre biçimleneceğinden sorduğun soru ya alacağın cevaplar da aynı olacaktı o algıya göre. (Belki zamanımız az olduğundan 3 kelime ile konuşmayı öğrenmiş,ya da uzun ömürlü isek bir yıl boyunca soru sorup 10 yıl cevabını dinleyecektik fakat ışık hızı görelilik ilkesine göre yine sabit kalacağından nesnel açıdan iki durumda da gerçekte bir şey değişmiş olmayacaktı 🙂 ) Belki de ışık hızına ulaştığımızda organik olabilip zaman durduğundan da bilimsel olarak ölümsüz olabiliriz çok uzak bir gelecekte kimbilir. Fakat şu var ki bu dünyada seçtiğin amaçların ille de bütün evreni etkkilemesi gerekmiyor. Aslında ben bu düşüncede aşırı bir egoizm de seziyorum çünkü yokolmayacak ve unutulmayacak bir amaç sahibi dilemek yani ölüyorsam ilahi kudrete bağlamak ilahi kudrete inanç yoksa bu kez kaybolacak olması yüzünden amaçsız bulmak Tanrılığa soyunmak gibi geeldi bana. Yani her şeye kadir olma arzusu mu yoksa bu ilahi amaç düşüncesinin altındaki. Öyleyse Nietzsche haklıymış insanın güç istencinin Tanrı olma arzusu (ona katılıp ulaşmak tabi olmak kılıfı içinde) olacak noktaya kadar sınır tanımayan bir açgözlülüğü olduğu konusunda 🙂 Tabi bu benim için yine de uygarlığın yarattığı bir ruh sıkıntısının neden olduğuı yan etki ama o da başka bir mevzu.
 
geissler demiş ki:
kosovian demiş ki:
yaşamın amacı yaşamın kendisidir

😀 Ne güzel şey yaşamak...
Ya ben sana "sıfırı ikiyle çarparsak sıfır çıkacağını bildiğimiz halde neden ikiyle çarpıyoruz" diyorum...
sen bana " iki kere sıfır sıfırdır" diye cevap veriyosun ama, olmaz kine... 🙁

daha kısır bir örnek göremezdim herhalde :roll: yaa bize dünyaya gelemeden önce "bak 70-80 yıl yaşadıktan sonra ölceksin yani sonsuz değil ona göre yaşamayı istiyomusun istemiyomusun" diye sorulduda yinede yaşayalım biz dedik.niye yaşıyoruzu varmı?ölümden sonra tekrar dirilmeyeceğin kesinleşcekse gidip ölcekmisin?

haa ayrıca o soru sorulmuş olsa yine evet derdim..çünkü ben önce kısa bir hayat yaşamak ardından o yaşadığın hayata göre ödül yada ceza sistemi gibi işleyen sonsuz bir hayatın güzel bir fantezi olduğunu düşünmüyorum 🙂
 
burada inanmaktan kasıt sanırım tanrı inancı. tanrı inancı olmayanların da amacı vardır. hayatta tek amaç cennet değildir yani. mutlu olmak, bilgin olmak, herşeyin sırrına ulaşmak, zengin olmak, en iyi olmak falan filan... bunların hepsi varlığımızı tatmin şekilleridir. yani amacımız varlığımızı tatmin etmektir. bunların hepsiyle üretim ve tüketime katkıda bulunuruz. zamanla kendimizde tükeniriz ve biter. yeni varlıklar farklı şekillerde etkileşime devam eder. bu da böyle sürer gider. belki de nietzche'nin düşündüğü gibi sonsuz bir döngüdür bunlar. başka bir varlığa itaat etmek yerine sadece kendime itaat etmek daha güzel bir amaçtır bence
 
zaten başlı başına yaşamı cazip kılan bu degil mi? bir çok insan nesnel yaşarken sebepsiz duaların supheciliginin verdigi tedirginlikle yaşıyor.Asıl boyle hayatın amacı nedir? Derken bir bakmışsın yaş yetmiş alkol adamı bitirmiş.İnançsız hayatın adrenalini boldur bir kez.GoZ'e geldiginde inanç duyguların baskısında kalırsın,rahatın getirdigi bir inançsızlık bira gibidir.Sonunda bunların hesabını verecegin dusunceside saglam adrenalinlerden biridir.Toprak olmakta hesaptır mekruben.
 
dönem dönem amacı olur.
ortaokulda lgs yi kazanmak lisede öss yi kazanmak gibi. başarılı olmak gibi. birrrrrrrrrrrrrrrrrrrrr sürü amacı vardır. "cennete gitmek için bütün hayatını 'hmm acaba bu günah mıdır,hmm sevaba gircem bunu yapmalıyım, sevdiğim adamla yatmak istiyorum ama günah cehenneme giderim, arkadaşlarım çok eğleniyolar bende katılmak istiyorum ama içki içmek günah cehenneme giderim ,şu kadına mini etek çok yakışmış bende giyebilsem keşke ama günah cehenneme giderim, haşemayla denize girmek istemiyorum hazır gençken bende bikini giysem keşke ama günah cehenneme giderim," diye kasmadan geçirir. dolu dolu yaşar. torunlarına anlatcak anıları olur yaşamdan zevk alır.
 
hayatın amacı ve anlamı konusu insan zihninin çaresizliğinin ürünüdür. insan zihni sonsuz olmak ister, varlığını sürdürmek ister. yaşam, "bir amaç yerini bulsun" diye yoktur. mevcut fiziksel ortam el verdiği için yaşam vardır. bu hayata amaçsal bakış aristonun "ereksel neden" konusuna kadar gider. yani, "insanlar yaşasın diye yağmur yağar" der aristo. oysa, "yağmur yağdığı için insanlar yaşar" cümlesi bize varolan gerçeği gösterir. ve alında olay bu durumu kabul edip edememekten ibarettir.
 
amaç,hedef uğrunda yapılan herşeydir.peki hedef nedir.hedef her zaman bilinmeyeen olmuştur,bilinmeyeni bilmeye çalışmaktır,bilmeye çalışmak amaç olmuştur her anlamda,hedefe ulaşıldığı nokta her varlığa göre değişebilir.fakat en sonunda muhakkak ulaşılacak bir yer vardır,kara toprak.esas amaç o kara toprağa girmezden evvel hedefe ulaşmk arzusu dur,bu ada amaç tır.kimi bilinçli kimi bilinçsiz fakat amaç hep ortaktır,sadece o amaca koyduğumuz isimler farklıdır,bu da aynı imkan ve sosyalitede büyüyüp yaşamadığımız içindir.
 
inançlı ya da inançsız hayatın amacı da aracı da mutluluktur ki mutluluğun geçtiği çok fazla yol vardır, daha önce bahsedildi mi bilmiyorum ama inançsızlar inanmadıklarına inanmaktadırlar bi yerde!ve inananlar da inanmayanlar da kendi düşünceleri hakkında kesin kararlılardır, ve tartışma yersizdir, kimsenin fikri değişmeyecekse tartışmanın da yeri yoktur diye düşünür dururum.
 
mantarpano demiş ki:
inançlı ya da inançsız hayatın amacı da aracı da mutluluktur ki mutluluğun geçtiği çok fazla yol vardır, daha önce bahsedildi mi bilmiyorum ama inançsızlar inanmadıklarına inanmaktadırlar bi yerde!ve inananlar da inanmayanlar da kendi düşünceleri hakkında kesin kararlılardır, ve tartışma yersizdir, kimsenin fikri değişmeyecekse tartışmanın da yeri yoktur diye düşünür dururum.

tartışmanın yeri yoktur demeyin, hem tartışmak başka bişey ben düşünce alış verişi yapılsın istiyorum, toprağı eşelemeden hazineye ulaşılmaz, derin düşünmeden doğruyu bulmak da imkansız, herkesin düşünce sistemi farklı çalışır, ben bu farklı düşüncelerin ufuklarını merak ediyorum ama çok yüzeysel sözler söylenecekse gerçekten de bu kimseye bir şey kazandırmaz o zaman söz söylememek daha mantıklı gelir fakat bakın işte insanlar robot olmaya doğru gidiyorlar yaşamın görünen üst kaymağını yiyoruz artık sadece ve tartışmayın boşverin zaten çözülmez bunlar dedikçe de bir kalıba girip ot gibi devam ediyoruz...
 
inançsız hayatta derineinildimi gerçekte bi amaç yoktur.yapılmak istenen bi çok şey vardır.hedefler vardır.sırasıyla hepsini gerçekleştirebilirsin.ama insan biyerde tıkanır kalır.doğamız gereği bişeylere inenmaya ihtiyaç duyarız.korktugumuzda,bisaylere yanıt bulamadıgımızda,sıkıstıgımızda.cunku biz aciz yaratıklarız.elbet bigun herseyı eldeettıgımız ve artık bızı doyuracak hıç bişe kalmadıı zaman bazı sorularımıza kendimiz cevap veremedıımızde artık bıseylere sıgınma ıhtıyacı duyarız.kendıızı boslukta hıssederız.bu ınanc kendımıze veya yaratıcıya olabılırç.sonunda bı seye ınancı olmayan kısıler bulamadıkları cevapları baska kotu yollardan aramaya veya bosverıp hayatlarını beyınlerınde sonlandırırlar ve bitki gibi yaşamaya devam ederler.biz insanız mutlaka birineveya bişeye inanmaya ihtiyacımız var......
 
Ya aslında güzel bir yazı denebilir ama ancak inançlı biri için bir anlam arzeder.

Zira inançlı olan bir insan hayatının amacı olsun diye inanmıyor ki... O zaman inanç olmaz bu. Oyalanmak için seçilen bir uğraştır burada din, gerçekten inanmış olmazsın.

İnanmayan biri ise sırf amacı olsun diye inanmayacaktır mantıklı biri ise...
Yalnız "inanmıyorsam amacım nedir? Bir amacım olmayacak, hayatımın anlamı olmayacak, inanmanın bir güzelliği de budur" demek inançlı biri için anlamlıdır. Ama inançlı olmak ya da olmamayı etkilemez.

Asıl amacın soru sormakmış gerçi. Yani inançsız biri için hayatın amacı ve anlamı nedir? Şahsen inançsıza yakın bir yaşam benim geçtiğim bir yol olduğundan anlam yüklemenin çok zor olmadığını düşünüyorum. Belki ahiret gibi bir anlam kadar tatmin edici değil ama ahirete inanmayan biri için daha yeterli bir anlam. Bu anlam aşk olabiliyor mesela... AMa çok da sizi sonuna kadar götürebilecek bir anlam değil. Çünkü sevgiliniz ölebilir, ya da yalancının teki çıkar, artık sizi sevmez vs... Ya da insanlara yardım etmek olabilir. Bu hem insanın bir görevini yerine getirmesidir ki inançlı insana göre de bu böyledir, hem de kişiyi diğerlerinden çok daha fazla tatmin eder çünkü bir hayat kurtarıyorsunuzdur ki bu da inançlı bir insan içinde böyledir. Başka anlam ve amaçlar da yüklenebilir.
Ya da sadece "hayat anlamsız ama gelmişken mutlu olmak gerek..." demek de yeterlidir inançsız bir kişi için.

Bu yüzden hayatın anlamı açısından inançlının, inançsıza bir avantajı olduğu söylenemez.

Yine de konuşmak için güzel bir konu.

Ayrıca yorumları okudum, ben yanlış anladım galiba konuyu gibi geldi 🙂(bu bir ima değil gerçekten öyle olduğunu düşünüyorum) Ama bunların da konuya dahil olduğunu düşünüyorum.

Bu arada Kount insan yaratıcıyı bilmez ona inanır demişsin. Katılmıyorum buna. İnanmak bir kere şüphesiz olarak içten bunu bilmektir. Allah'a inanmak açısından en azından böyle. Ve benim inancım da bilmek olarak da açıklanabilir. "Allah bilinmez Allah'a inanılır" tezinin kendim için çok doğru olmadığını düşünüyorum.
Şayet Allah'ı bilmesem ibadet vs şeylerin hiçbirini yapmayabilirdim. Din aşamasına gelmiş bir inanç artık bilmektir. Allah'ın varlığının kesin olduğunu bilmek yani...
 
Zamanım kısıtlı olduğu için sadece başlığa bakarak ve özür dileyerek birkaç şey söylemek istiyorum... (Bilinmesi gereken özel bir not: Allah'tan internet kafe "Ramazan Ayı" münasebetiyle sahura kadar açık. Yoksa bu saatte işim olmaz)

En inançsız, en ruhsuz, en dengesiz, en akıllı, en kurnaz, en uysal...vs insanların (amma uzattım yani, her insanın işte) hayatta doğru olduğunu düşündüğü, bir tane bile olsa, inancı vardır, olması da gerekir...

Ama bilinçaltmız; bizleri (insanoğlunu) aldatmada en başarılı varlık olan şeytanla işbirliği ederek, sahip olduğumuz doğruları (yani bir nev-i inançlarımızı) bir bir elimizden alıp bizi kendi kölesi haline getirmeye çalışarak ve yeryüzüne dikilmiş beyaz bayraklardan bir tanesini daha karalamak için (eğer bu bayraklar karaysa onları daha da karartmak için) elinden gelen her türlü yola başvurur...

Peki saf bir inanca (ki bu inancın doğruluğuna vicdanımız da "Evet" demeli) sahip bir insan için, bu tehlikelerin daha fazla olması mı gerekir? Eğer insan karanlık gücün eline çoktan geçmişse ve bunun farkına varamayacak bir durumdaysa, bunun için artık ne yapılabilir?
 
Sevgili crnky... bilmek, inanmaktan farklıdır. Tanrı'nın var olduğuna inanıyor olabilirsin, fakat bu Tanrı'nın var olduğunu ''bilmek'' değildir - elinde Tanrı'nın varlığına dair bir ''bilgi'' yok; milattan önce ve az bir vakit sonra yazılmış ve günümüze dek de orijinalinden uzaklaşmış olan, üç tane adamın ''Tek Tanrı'dan geldiğini'' iddia ettikleri dogmatik felsefe sistemleri var sadece.

Bilgiye sahipsen; misal, Tanrı'nın temel özellikleri kesin ve objektif olarak kanıtlanmış ise, bilgi elimizdedir ve Tanrı'nın en azından nasıl bir varlık olduğu tam olarak ''bilinebilir''.

Fakat, gel gör ki, bu başlığın altındaki tartışma bile, Tanrı'nın ya da benzer şekilde inanç sistemlerinin gerektirdiği ''ilahi'' figürün (metafizik bir figür olarak da yorumlayabiliriz esasen) varlığının şüphe götürmeksizin kanıtlanması imkansızdır. Görüş ayrılıkları, bilginin kesin olmamasından veya ortada bir ''bilgi'' olmamasından kaynaklanır; yoksa, misal, Malcolm X'in öldüğünü bilir miyiz yoksa buna inanır mıyız? Biliriz; çünkü ortada, en azından sabit bilgiler var - otopsi raporu gibi. Ha, şayet, Malcolm X birden ortadan kaybolsaydı, öldüğüne de inanabilirdik, bilmediğimiz için olurdu bu da, ölmediğine de. Bu sadece basit bir örnek.

İnanmak, etrafına baktığında bu inanca/düşünceye yönelik ya da o düşüncenin/inancın kapsadığı objeler, sujeler, olaylar, vs. görmek, inancın gözlüğüyle görülmesinden dolayı oluşan bir perspektiftir sadece. Mesela, sen doğada ilahi bir elin yarattığı dengeyi görürsün, ben gereklilikten ileri gelen, kendi yolunu bulmuş bir hayatta kalma sistemi görürüm.

Üç ana dinin ve pek çok başka yan dinin mensupları evreni Tanrı'nın yarattığını ileri sürer, ben, ''Varlık'' diye adlandırdığımız konseptin, ''Hiçlik''in bir sonucu olduğunu (Hiçlik'in paradoksik yapısı sebebiyle kendi kendisini tutarlılığa çevirerek yok etmesi sonucu oluştuğunu) ileri sürerim. Ben de bilmiyorum gerçekten bir zamanlar Hiçlik'in varolup da doğasındaki paradoksu Varlık tutarlılığıyla halledip halletmediğini. Ama aklıma yattığı için bu düşünceyi seçtim. Elimde ne Hiçlik'in neye benzediği ya da tam olarak nasıl tutarlılığa dönüştüğüne dair bir bilgi, ne de bu düşüncemi şüpheye yer bırakmaksızın kanıtlayabilirim, ''bilgi''ye çevirebilirim. Ben bunun doğruluğuna inanıyorum.

Sonlandırırken, bildiğin şeye inanmana gerek kalmaz, çünkü onu bilirsin; bilginin inanç ile ilgisi yoktur, çünkü bilgi sabittir - onu ya bilmezsin, ya da bilirsin; inanç işin içine girmez. İnanıyorsan, o zaman inancın tartışmaya her zaman açıktır.

Bir de dipnot; bu başlıkta hala ne tartıştığımızı bilen kaldı mı? Ya da ciddi anlamda bir şey tartıştığımıza inanan var mı?
 
Kount demiş ki:
Sevgili crnky... bilmek, inanmaktan farklıdır. Tanrı'nın var olduğuna inanıyor olabilirsin, fakat bu Tanrı'nın var olduğunu ''bilmek'' değildir - elinde Tanrı'nın varlığına dair bir ''bilgi'' yok; milattan önce ve az bir vakit sonra yazılmış ve günümüze dek de orijinalinden uzaklaşmış olan, üç tane adamın ''Tek Tanrı'dan geldiğini'' iddia ettikleri dogmatik felsefe sistemleri var sadece.

Bilgiye sahipsen; misal, Tanrı'nın temel özellikleri kesin ve objektif olarak kanıtlanmış ise, bilgi elimizdedir ve Tanrı'nın en azından nasıl bir varlık olduğu tam olarak ''bilinebilir''.

Fakat, gel gör ki, bu başlığın altındaki tartışma bile, Tanrı'nın ya da benzer şekilde inanç sistemlerinin gerektirdiği ''ilahi'' figürün (metafizik bir figür olarak da yorumlayabiliriz esasen) varlığının şüphe götürmeksizin kanıtlanması imkansızdır. Görüş ayrılıkları, bilginin kesin olmamasından veya ortada bir ''bilgi'' olmamasından kaynaklanır; yoksa, misal, Malcolm X'in öldüğünü bilir miyiz yoksa buna inanır mıyız? Biliriz; çünkü ortada, en azından sabit bilgiler var - otopsi raporu gibi. Ha, şayet, Malcolm X birden ortadan kaybolsaydı, öldüğüne de inanabilirdik, bilmediğimiz için olurdu bu da, ölmediğine de. Bu sadece basit bir örnek.

İnanmak, etrafına baktığında bu inanca/düşünceye yönelik ya da o düşüncenin/inancın kapsadığı objeler, sujeler, olaylar, vs. görmek, inancın gözlüğüyle görülmesinden dolayı oluşan bir perspektiftir sadece. Mesela, sen doğada ilahi bir elin yarattığı dengeyi görürsün, ben gereklilikten ileri gelen, kendi yolunu bulmuş bir hayatta kalma sistemi görürüm.

Üç ana dinin ve pek çok başka yan dinin mensupları evreni Tanrı'nın yarattığını ileri sürer, ben, ''Varlık'' diye adlandırdığımız konseptin, ''Hiçlik''in bir sonucu olduğunu (Hiçlik'in paradoksik yapısı sebebiyle kendi kendisini tutarlılığa çevirerek yok etmesi sonucu oluştuğunu) ileri sürerim. Ben de bilmiyorum gerçekten bir zamanlar Hiçlik'in varolup da doğasındaki paradoksu Varlık tutarlılığıyla halledip halletmediğini. Ama aklıma yattığı için bu düşünceyi seçtim. Elimde ne Hiçlik'in neye benzediği ya da tam olarak nasıl tutarlılığa dönüştüğüne dair bir bilgi, ne de bu düşüncemi şüpheye yer bırakmaksızın kanıtlayabilirim, ''bilgi''ye çevirebilirim. Ben bunun doğruluğuna inanıyorum.

Sonlandırırken, bildiğin şeye inanmana gerek kalmaz, çünkü onu bilirsin; bilginin inanç ile ilgisi yoktur, çünkü bilgi sabittir - onu ya bilmezsin, ya da bilirsin; inanç işin içine girmez. İnanıyorsan, o zaman inancın tartışmaya her zaman açıktır.

Bir de dipnot; bu başlıkta hala ne tartıştığımızı bilen kaldı mı? Ya da ciddi anlamda bir şey tartıştığımıza inanan var mı?

Konu biraz değişti evet. Bu yüzden ben de çok uzatmadan kısaca bir açıklama yapayım.
İnanmakla kastettiğin eğer doğruluğunun büyük muhtemel olduğunu kabul etmek ise hayır Allah'a olan hissettiğim inanç değil bilmek oluyor. Elimde 2 adamın söyledikleri var evet ama özellikle 3. adam benim için özel bir kişilik.
Söyleidklerinin genelinden hareket ederek de ben o adamın söylediklerini zaten bilgi oalrak kabul ediyorum. Ve yeterli bir delildir benim için o adamın söyleidkleri... Allah'ın varlığına dair hiçbir şüphem yok buna senin dediğin manada inanmak denmiyor.
Eskiden Allah'a karşı hissettiğim inanmaktı diyebilirim. Ama şuanda Allah'ın varlığı biliyorum.
Sen o üç adamın söyleidklerinin delil olamayacağını söylediğinden bu konuda uzlaşamayacağımızı biliyorum.

Konu buraya kadar gelmiş. Allah'ın varlığını bilmek şeklinde bir tanımlama yapan arkadaş bunu dil alışkanlığından kullanmış olduğundan daha fazla söyleyeceğin bir şey yoksa konuya olduğu yerden devam etmek gerekiyor.

Başlığın konusu sapmış biraz, okuyunca başlığı direkt olarak diğer başlıklarla aynı içerikte bir başlık haline gelmiş. Ama sorulan soru açık. Aslında uzun uzun tartışılacak bir şey yok. İnançsız bir hayatın ne amacı vardır diye soruyor arkadaş. Buna cevap arıyor. Daha fazlası değil anladığım kadarıyla.
 
Sevgili crnky, görüş ayrılıklarına rağmen üslubun için teşekkür ederim. Çok fazla adam yok zira.

İnanmaktan kastım, nötrel tutarsak, ''Herhangi bir şeyi doğru (ya da ana konuda var) kabul veya farz etmek'' idi; ki bunun kişisel bir görüş olduğu tartışılmayacaktır. Ne var ki, kişisel görüşler bilgi değildir. Bilgi'den kastım ise, ''Tartışmasız kanıtlar ışığında doğruluğu sabit kriter/kategori/yargı'' idi. İkimizin fikir alışverişinde de görülebileceği üzere, ikimiz de bir şeylere ''inanıyoruz''; ben, iki olasılık değerlendiriyorum, sen de bir olasılık değerlendiriyorsun. Elimizde ikimizden birinin haklı olduğuna dair herhangi somut ve kişisel perspektiften bağımsız bir kanıt yok, dolayısıyla elimizde bir bilgi yok.

Öte yandan, başlığa dönersem... ''İnançsız hayatın amacı nedir?'' sorusuna gelirsem; ''hayat'' diye adlandırdığımız vakanın amacı yok; inançlı, inançsız gibi alt kategorilere girmeye gerek duymadan, genel olarak hayatın amacı yoktur. Ha, biraz zorlarsak, söyleyebilirim; hayatın amacı sona ermektir. Her vaka başlar, ilerler, ve biter ve başından itibaren tek amacı da sona ulaşmaktır. Hayatın da amacı bu; sona ermek. Hayatın bir anlamı yok. Hayatın bir amacı yok. İNSANLARIN amaçları var.

İnançsız ya da sabit bir dogmaya inanmayanların, misal benim, amacı nedir sorusu ise daha basit. İnançlı ya da sabit bir dogmaya inananların amacı ne ise (ki ''büyük bir amaç'' olduğu düşüncesini de absürd bulduğumu belirtmeliyim) onlarınki de odur. Birdir; o anda neyi istiyorlar ise odur amaçları. Amacımın ne olduğunu belirteyim istiyorsanız; bir yazar olmak ve yazar olarak tanınmak istiyorum. Ölümümün ardından hatırlanmamı sağlayacak bir eser, bir şey bırakmak istiyorum, bir anlamda dünyada izimi bırakmak. Hayatımdaki en makro amaç budur.
 
Anlıyorum ianmakla kastın bu ise ben inanmış değil bilmiş oluyorum. Çünkü benim için zaten kitaplar yeterli delildir. O kitapları yazan kişilerden çok içinde yazanlarla ilgili bir durum bu.

Asıl konuda yazdığın da ilginç... Fakat öldükten sonra seni hatırlamalarını neden istiyorsun bunu anlamadım aslında. Yani öldükten sonra da insanlara faydalı olan bir eserinin bulunmasını istemeni anlıyorum ama hatırlanmak neden isteniyor?
 
mer_ve demiş ki:
geissler demiş ki:
kosovian demiş ki:
yaşamın amacı yaşamın kendisidir

😀 Ne güzel şey yaşamak...
Ya ben sana "sıfırı ikiyle çarparsak sıfır çıkacağını bildiğimiz halde neden ikiyle çarpıyoruz" diyorum...
sen bana " iki kere sıfır sıfırdır" diye cevap veriyosun ama, olmaz kine... 🙁

daha kısır bir örnek göremezdim herhalde :roll: yaa bize dünyaya gelemeden önce "bak 70-80 yıl yaşadıktan sonra ölceksin yani sonsuz değil ona göre yaşamayı istiyomusun istemiyomusun" diye sorulduda yinede yaşayalım biz dedik.niye yaşıyoruzu varmı?ölümden sonra tekrar dirilmeyeceğin kesinleşcekse gidip ölcekmisin?

haa ayrıca o soru sorulmuş olsa yine evet derdim..çünkü ben önce kısa bir hayat yaşamak ardından o yaşadığın hayata göre ödül yada ceza sistemi gibi işleyen sonsuz bir hayatın güzel bir fantezi olduğunu düşünmüyorum 🙂

ben hayata "sıfır" diyenler için diyorum arkadaşım, anlamsız diyenler için diyorum... örnek gayet yerinde...
 
bu sayfada yazılanlar dışında pek bir şey okumadım, şunu sormak isterim inançsız insanın hayattaki beklentisini mi soruyorsun? o zaman nihilistlere sormak lazım derim ben de.
 

Geri
Üst