Ugurokus arkadaşın bir sayfa önce yazdıkları hayattan bir örnek. Çok doğru bir örnek. Dikkat edilmeli.
Kapitalizmle ahlakın ilişkili olmadığını söyleyen arkadaşlar var. Hayata biraz daha geniş bakmalarını önermekten başka yapabileceğim birşey yok.
Ben işletmeyi bitirmiş bir T.C. vatandaşıyım.
Denk bütçe vermek, büyüme falan filan bunlar olayın hikaye kısımları. Bir ülke ürettiğinden fazla tüketiyorsa elbette biryerde ipler kopacak.
Ülkemizde 50 lere kadar zaten hiç olmayan bir ekonomik yapılanmanın temelleri atılmaya çalışıldı. Birinci dünya savaşından sonra ülke resmen bitikti. Ne ev vardı oturulacak ve iş vardı çalışılacak, ne mal vardı tüketilecek, vs.. Tüm bu dönemden ülkeyi 30 yıl gibi bir zamanda çıkarmak harbiden çok büyük bir başarı demek. Fabrikalar kurmak, tarlaları işlemek, yeni tarım ürünlerini ülkeye getirip yetiştirmek, vs... Bunlar büyük başarılar.
Peki bundan sonra ne yaşandı. 50 lerden sonra hızla gelişmesini devam ettiren kapitalizm. Ürünler çoğaldı. Yeni alışkanlıklar, değişen hayat, yeni alışkanlıklar, yeni tüketim istekleri..... Tabiki bu yaşayış düzeni ve bu yaşayışı özendiren (aslında bu kaçınılmaz, yaşanması gereken bir durum) ahlaki yapı ülkeye girmeye başladı.. İnsan eskiden sosyal yaşamı içerisinde, belli tüketim alışkanlıklarıyla yaşarken zamanla kendini daha farklı bir hayatla yüzleşir buldu. Tüketim ihtiyaçları çoğaldı. Daha fazla tüketmeye başladı. Bu gereksinim ortaya çıktığında ülkenin dikkat etmesi gereken bir durum vardır. Bu alışkanlıklar belirlenmeli ve bu tüketim alışkanlıkları dış yatırımcı veya ülkelerin eline bırakılmamalı, ayrıca ülke içinde bu tüketimi karşılayacak üretim uygulanmaya konulmalıdır. Tabi Türkiye modern olacak ya, hemen bu alışkanlıklar kazanılır, benimsenir uygulanır, vs.. Peki bunu karşılayacak üretim? Aman boşver biz onlara tarım ürünü satalım onlar bize bu malları satsınlar fikirleri devraye girer, ülke sebze meyve ihraç eder, coca cola, viski, filtreli sigara, araba, teknoloji, ...... ithal etmeye başlar.. Sonuç malum.. Bu tarz mamullerin değerlerinin yüksek oluşu ya da yüksek sunuluşu ithalat ihracat dengelerini bozar. Borç alımları başlar. Artık siyasiler ''Büyük sanayi atılımını biz başlatacağız'' sloganlarıyla köylünün, işçinin, memurun, halkın beynini yıkamaya başlarlar.. Nedense bu büyük sanayi atılımı bir türlü gerçekleşmez, 30 yıl boyunca ülke siyasi olaylarla da sallanır (burada devrimci insanlar katledilir, işçiler, memurlar bastırılır hakları ellerinden alınır) 80 lere gelinir. Özallar başa geçer. Mantık aynı mantık.. 90 lara gelinir hala başta aynı kafalar. 90 lardan sonra artık Türk sermayecisi paralanmıştır. Artık kapitalizm yerleşmesini tamamlamaya hazırdır (ben bunu süreç olarak görüyorum 50 lerden günümüze kadar geçen süreç kapitalizmin yerleşme sürecidir, bundan önceki direnmeler kapitalizme karşı değil, kapitalizmin ülkeye girişine karşıdır, o bakımdan ülkemiz tarihi br o kadar önemli bir tarihdir). Bu dönemden sonra büyük sermayedarlar yatırımlarını büyütür, dünya devlerine dönüşür (ucuz işgücü, halk bastırılmış, sermaye birikmiş). 2000 lere geldiğimizde de artık Türkiye büyük sanayi atılımlarına hazırdır, girişimlere, organizasyonlara hazırdır. Tabi bi dünya dış borçla, kapitalist tüketim yaşayışına alıştırılmış bir dünya sığır halkıyla, kapitalist gücün koşulsuz kölesi olmuş bir ülke olarak. Hatta yeni dünya sanayi çağını, ağır maliyetlere sebep olan büyük sanayi üretimleri çağını bitirip, bilgi, bilişim, teknoloji, buluş çağına girerken. Biz büyük sanayi kuraduralım, adamlar yeni dünya alışkanlıklarına cevap veren bilişime yatırım yaparak (bilgisayarlar, bilgi teknolojileri....) zaten yeni dünyanın büyük babaları olma zeminlerini hazırlamaktadırlar.. Bizse bu teknolojileri büyük paralar ödeyerek almaktan başka çaresi olmayan fakir ve borçlu ülke durumunda kalmamızı pekiştiriyoruz adeta.
Güçlü olan kazansın, güçsüz olan elensin...
Aman ne güzel. O zaman arkadaşlar bu ülke elenenler arasında olacak bunu unutmayın...
İyi geceler.