ama ben gene de başlangıç olarak (konu çok uzun çünkü) zamanında yazdığım başka bir yazıyı aynen yazıyorum :
Kolektivist Toplumda Ücretli Emek*
Şöyle bir geçmişe ve dünyanın geneline baktığımız zaman, ister ulusal ister kent parlamentolarının, temsili yönetim birimleri olduğu coğrafyalardaki halkın, bu yönetim şekli ve birimlerinin, işleyişleri bir yana, doğrudan temel ilkelerine yönelik acımasız eleştirilerine ve parlamentarizmin her yerde nasıl bir çöküş içerisinde olduğuna tanık oluyoruz. Ama hala, şu sosyalistler, savundukları bu siteme yabancılaşmıyorlar…
Burjuvazinin bir yandan monarşizme karşı koyabilmek için, bir yandan da işçi sınıfı üzerindeki egemenliğini genişletmek ve güçlendirmek için geliştirdiği bir sistem olan parlamentarizm, tarihte daha çok burjuva egemenliğine özgü bir siyasal yönetim biçimi olarak bilinir. Temsili yönetim sistemi, halk, kendi çıkarlarının bilincine vardığından, ve bu çıkarlar çoğalıp çeşitlendiğinden beri elverişsizliğini belli etmiştir. Parlamentoların bir ulusu veya kenti temsil etmediği ve halka özgürlük sağlayamadığı doğal süreç içinde kanıtlanmıştır.
Ücretli emeğe gelirsek; özel mülkiyetin ortadan kaldırılması gerekliliği ve üretim araçları üzerinde kolektif mülkiyetin zorunluluğunun kabulü ardından, kapitalist metodolojiyi meşru kılarcasına ücretli emek sistemini – kolektivistlerin işçi çekleri savunusuyla yaptıkları gibi – desteklemek, anlamsızdır.
Zamanında, ingiliz sosyalistlerinden Robert Owen’ın sistem önermelerinden olan işçi çeklerini, burjuva ekonomistlerinin de şu ya da bu biçimde kabul etmeleri anlaşılabilir.
Sonuçta onlar için önemli olan özel mülklerinin (evler,fabrikalar,tarlalar vs..) yağmadan birşekilde kurtulabilmesidir ki işçi çekleri de, bunun için, gayet uygun araçlardır. Burada sorun şudur; bir şekilde devrim gerekliliği öne koyularak, “evler, tarlalar, fabrikalar özel mülkiyete konu olamaz, bunlar tüm toplumun ortak malıdır” saptaması yapıldıktan sonra, ücretli emeğin devrim ahlakına uyarlanmaya çalışılmış hali olan işçi çekleri nasıl savunulabilir ki ?
İşçi Çeki Nedir ? Fransız, alman, ingiliz ve itallyan kolektivislerine göre; devletin sahip olduğu çeşitli iş alanlarında (fabrika, okul, hastane vs..), devletin belirlediği koşullarda çalışan işçiler, emeklerinin karşılığını mevcut sistemde kullanılan banknotlarla değilde, işçi çekleri ile alacaklar. Bu çeklerin üzerinde, çalıştıkları toplam saatin karşılığı olan ücret birimi yerine çalıştıkları saatin kendisi yazacak, ve bu çekle işçi çeşitli tüketim mallarını çalıştığı saat karşılığı satın alabilecek. Ayrıca bu işçi çeklerinin değerleri, egaliter bir şekilde değilde, aralarında Marx’ın da bulunduğu çoğu burjuva ekonomistlerinin belirlediği karmaşık iş / basit iş (kafa / kol emeği) ayrımını baz alarak belirlenecek. Fransız marksistleri gibi başka kolektivistlere göre de, emek ayrımı yanlış bir şey ve ücrette herhangi bir ayrım yapmadan eşitlik olması gerekiyor. Kimileri ise, ücrette ayrıcalık kötü, sağlıksız çalışma koşulları olan işçilere tanınmalı diyorlar. Ya da, bazı kolektivistlerse, ücret dağılımının, belli bir korporasyonda çalışan işçilerin kendi aralarındaki örgütlenmeleriyle belirlenmesi gerektiğini savunuyorlar.
Yani ; kısaca, kolektivistlerin devrim ardından, varmak istedikleri toplum model(ler)i bunlardır. İlkelerinin özünü, üretim araçları üzerinde kolektif mülkiyet, ve herkese üretim için harcadığı zamana göre (emeğinin üretkenliği de göz önünde bulundurularak) ödeme yapılması oluşturmaktadır.
Kolektivistlerin belirlediği siyasal yapıya gelince, bu, parlamenterlerin belirli, zorunlu yetkilerle donatılması şeklinde bir değişikliğe uğratılmış parlamentarizm ve referandum yani tüm halkın katıldığı ve herkesindüşüncesini belirttiği oylamadır. Ayrıca, kolektivistler hem üretim araçları üzerinden özel mülkiyetin kaldırılması gibi devrimci bir yöntemi benimsiyorlar, hem de üretim araçları üzerinde özel mülkiyetin sonucu olarak ortaya çıkan üretim ve tüketim örgütlenmesinde hiçbir değişikliğe gitmeyerek reddettikleri şeyi yeniden benimsemiş oluyorlar.
Ama şunu hep atlıyorlar ki, hiçbir toplum birbirine tümüyle ters ve sürekli çelişen ilkeleri temel alarak bir yapı kuramaz. Kendine böyle bir örgütlenme modelini seçmiş bir ülke ya da topluluk, çok kısa bir süre sonra ya yeniden özel mülkiyeti benimsemek zorunda kalacak ya da komünizme dönüşecektir.
Böylelikle, bazı kolektivistlerin, karmaşık iş / basit iş gibi bir ayrımı savunduklarını görmüş bulunuyoruz. Ne var ki, bu toplumu birbirinden apayrı iki sınıfa; bilgi aristokrasisiyle, onların altında yer alan, elleri nasırlılar sınıflarına bölmek demek olacaktır. Bu da bir yana, çağdaş burjuva toplumların en karakteristik özelliklerinden birini benimsemek demek, onun toplumsal devrim üzerindeki otoritesini göçlendirmek demek olacaktır.
Bu ayrımı yapanlar, Marx ‘a ve bazı burjuva ekonomistlerine göndermeler yaparak, önümüze, mesela bir mühendisin yetiştirilmesi için karşılanan bedeli “üretim vedeli” adı altında sunacaklar ve bir kafa emekçisinin ayrıcalığını bu şekilde meşrulaştırmaya çalışacaklardır. Ama şöyle ki, bu durum onların “üretim bedeli”nin yüksek oluşundan değil, bilgi üzerindeki tekelden ya da kapitalistin çıkarının böyle gerektirmesinden kaynaklanmaktadır. Mühendis, bilgin ya da doktorun yaptığı, elindeki diplomayı, sanki bir sermayeymişçesine kullanmaktan ve bundan faydalanmaktan başka bir şey değildir (tıpkı bir işlik sahibi gibi).
Aslında bu ücret basamakları, vergilerin, devlet korumasının, kapitalist gaspın, tekeller gibi bir dizi koşulun yarattığı karmaşık bir sonuçtur, ki buna devlet ve sermaye denebilir. İşte bu nedenle, ücret sıralamasına ilişkin kuramlar, mevcut adaletsizliğin meşrulaştırılma çabasından başka bir şey değillerdir. O zaman bahsi geçen kolektivist toplum modellerini hayata geçirmek, karşı çıktığımız herşeye en baştan sahip çıkmak olacaktır ve bu yüzden devrim, ya komünizme dönüşecek ya da kan içinde boğulunacak ve ümitler tükenecektir.
Bir işle başka bir işin farkını gözetmeye çalışmaksızın, insanların ihtiyaçlarını, onların yaptığı işten yüksek tutmak ve önce yaşama hakkını, sonra da üretime katılıp katılmadığına, katıldıysa ne ölçüde katıldığına bakmaksızın, herkesin üretilen herşeyden yararlanma hakkını tanımak gerekir. Ki zaten, eğer şu anda burjuva toplumu çürümüşse ve biz içinden ancak geçmişin kurumlarını yerle bir ederek çıkabileceğimiz bir boğuntu içinde yaşıyorsak, bunun nedeni kendimizi aşırı bir şekilde hesap işlerine vermemiz, almadan vermeyi unutmamız ve toplumu da gelir gider esasına dayalı bir ticari şirket gibi görmek ya da böyle bir şirkete dönüştürmek istememizdir.
Eski düzen bütün kurumlarıyla prolateryanın yumruğu altında darmadağın olurken, dört yandan “ekmek” isteyen, sığınacak yer isteyen, herkes için bolluk ve refah isteyen sesler duyulacak. Ve Proudhon ‘un dediği gibi “yıkarak yapacağız” ! Komünizm adına, anarşizm adına, yıkarak yapacağız.
* : Kropotkin "Ekmeğin Fethi" bazlı bir derleme.