Kimse kusura bakmasın. Marx okudukça herife hayran kalmamak mümkün değil. Birinin dehasını görmek ve bunu itiraf etmek benim için hiç kolay değil ama Marx'ın daha 25 yaşıdaki yazılarını okudukça etkilenmemek mümkün olmuyor.
...
Marx'ı savunmak, onu okumadan, güncel burjuva söylemlere dayanarak eleştirmelerine uyuz oluyorum. Bunun yanında felsefe cephesinden çıkan Russell gibi eleştirenlere de hayretle bakıyorum. Bertrand Russel gibi bir adamın Marx'ı "Ricardo'nun nüfus teoremlerinin bir tür versiyonu" oalrak nitelemesi çok ilginçtir. Yahu felsefenin içindeki bir adam Marx'ın kendisinin dediği gibi "Ricardo'nun eleştirisi üzerinden" çıkardığını ve bunuda diyalektik bir yöntemle ortaya koyduğunu hiç mi göremez.
...
Diğer saldırılarda diyalektiği anlamadan eleştirenlerdir. Atilla İlhan gibi, gençler anlasın diye yazılmış diyalektik materyalizm anlatıları üzerinden çıkarak, son derece sığ bir bilgiye ve anlaka dayanarak yaptığı eleştirler midemi bulandırıyor. Diyalektik Marx'a ait değildir. Diyalektik materyalizmle, alman idealizminin diyalektiği arasında çok ince ama önemli farklar vardır. Diyalektik materyalizmi felsefi bir yöntem oalrak anlamak için, Hegel'in diyalektiği ve alman idealizminin kurucuları Kant Leibniz gibi kilometre taşlarınında bilinmesi şart. Zaten o kadar derine inipte, diyalektik materyalizmi eleştireni görmedim. Bu konuda epey araştırma yaptım. En umutlu olduğum Bertrand Russell'ın eleştirleri beni hayrete düşürdü.
...
Diğer bir iddia da Marx'ın "insan" olgusunu sadece ekonomik bir çerçeveden baktığıdır. Hayır, sadece Marx değil, aydınlanmadan beri bir çok filozoflar insan varoluşunun ekonomik temellere dayandığının farkındaydı. Tarihçilerin ve filozofların bugün bunu reddettiği görülmez.
Ekonominin insan yaşamındaki ve tarihsel sürecindeki varlığı yadsınamaz. Marx'ta buradan yola çıkmıştır. Marx'a göre kapitalizmde emekçi, emeğinin katkısıyla oluşan ürüne yabancılaştığını söyler. İnsanın kendi ürünü, insanın kendisinden bağımsızlaşır ve ona karşıt bir erk oalrak ortaya çıkar. Emekçinin kendi özünü katarak ürüne verdiği değer, emekçiye yabancılaşır; dolayısıyla emekçi kendi insansal özüne yabancılaşır. Önce emeğine yabancılaşan insan, bununlşa beraber kendine yabancılaşır, kendi öznelliği yerine, kendini esneleştirmiş olur. Hal böyleyken, emekçi, diğer insanlarıda nesneleşmiş olarak bulur. Bu da insanın insana yabancılaşması sonucunu doğurur. Üretim ilişkileri içerisinde önce insan yabancılaşıyor. Kendi emeğine yabancılaşmasıyla ortaya kendisinin sahip olmaadığı bir özel mülkiyet çıkıyor. Aslında sanılanın tersine özel mülkiyet kapitalizmin nedeni değil sonucudur, ürünüdür.
...
Söz konusu yabancılaşma insana ait olan her fenomende etkisini gösteriyor. Kültür, aile, ahlak, bilimler, sanat ve her türlü şeyde. Kaç kişi bilimsel bir keşfi kendisine, kendi insansal varoluşuna yönelik bir kazanım olarak görüyor ki? Bilimsel keşif bir bireyin emeğinin parıltısı olsa bile, bütün insanlık bundan yararlanıyor. İnsan, üretim sürecinde bireysel olarak sadece kendi emeğine değil, toplumsal olarakta insansal kazanıma yabancılaşıyor.
"İnsanlar bozuldu", "insan zayıf acınası bir yaratıktır" "koca evrende insan nedirki?" şiarlarının yükselmesinin nedenide budur. Hayır! İnsan belkide evrende bu denli doğaya karşı çıkan en güçlü bilinç öğesidir. İnsan doğaya hükmediyor ama bu sırada diyalektik oalrak kendi kendisinin karşıtı oalrak çıkıyor. Emek sömürüsünde vuku buluyor.
...
İnsan önce hayvanın üstüne çıkıyor, doğayı "olumsuzluyor", daha sonra kendine yabancılaşıyor. İşte marxist devrimin getireceği komünist toplum ise, isnanın insana yabancılaştığı bu tarihsel süreci aştığı bir toplum olacaktır. İnsanın, insanı aştığı bir toplum...
İnsanlığın kurtuluşu, bu yüzden emekçinin kurtuluuna bağlıdır...