Raporluyorum

Raporluyorum beyler; foruma bir "askerlik anıları" başlığı açmamak için zor tutuyorum kendimi. Ekşi sözlükten bir alıntı yapayım misal, kimbilir bizlerden neler çıkacak yazsak 😀

tülay'dan tekmeyi yer yemez gaza gelip "kısa dönem lan, hemen geçer nasıl olsa" diye hevesle şubeye gittiğim günün amına koyayım.

siz komando okulunda piyade olmak ne demek bilir misiniz? adamlar 32 kilometrelik günlük koşularını tamamlayıp önümüzden hala rap rap geçerken "piyadeden koca olmaz" diye yürüyüş kararı sayarak öpücük atıyorlardı yüzümüze. gerçi çok da sikimde değil o zamanlar ki aşk acısını unutmak için kendimi spora vermişim; en yüksek atlıyorum, barfikste üzerime adam tanımıyorum. tülay'ın hayalini hedef tahtasına yerleştirip iki mermiyi aynı delikten geçiriyorum. onlar kadar olmasa da idmanlıyım, lafları mı koyacak bana.

işte günler böyle geçiyor demek isterdim; geçmiyor. "n'olur geri dön sensiz yabamıyoooom" demek için tülay'ı son aradığımda yarrak kafalı bi herifin sesini duymuşum fondan... siz, bir yerden çıkmak isteyip de çıkamamanın ne demek olduğunu bilir misiniz? kelebeğe dönüşeceği sırada kozaya sıkışan böcek gibi.

hırsımdan kudurmuşum; bağırıyorum askerlere, yerlere yatırıyorum, kalorifer peteklerinin arkasını bile temizletiyorum, geberene kadar koşturuyorum. günlerce uyumadan, nöbet tutan askerle nöbet tutuyorum. yeminle yüzbaşının karizmayı geçmişim, adamlar benden iyice tırsmaya başlamış.

...

"tuğgeneral geliyor sultan, karşılamaya biz de katılacağız. yanına dört tane düzgün asker al, yeni kıyafet giysin herkes." dedi astsubay.

...

hay hay! hazırlığımızı yaptık düştük yola astsubayın peşinde, çıktık sivri dağı'nın tepesine. yüzlerce komando ip gibi dizilmiş, en sona geçtik tabi. astsubay taktik veriyor: "general gelince dimdik selamda durun sakın yalpalamayın, adam size meraba deyince hemen tekmil verip ondan önce elinizi uzatın. elinizi sıkmasını bekleyin. sıkınca da sool diye bağırın"

emredersin.

ulan sırada beş yüz tane asker var. koca general hepsinin elini sıkacak da, sıra bize gelecek de ohoooo ölme eşşeğim ölme. ayrıca bana ne generalden. komando olan düşünsün. ben muhattap bile olmam. selamımı veririm, meraba meraba. okkadar!!1!!

sanki general karşılamak bizde aile geleneğiymiş gibi, tüm artistliğimle, astsubaydan duyduklarımı erlere anlatıyorum. "dimdik duracaksınız, o elinizi sıkınca siz de... hehehe noldu lan korktunuz mu mallar, korkmayın olm sıra bize gelene kadar ohooo..."

...

vay amına koyum adam helikopterle indi lan önüme.

...

adamı ilk gördüğünde diyorsun ki: bu herif bana yat dese domalırım. siyah gözlük, kırış kırış bir surat, kel kafa, ifadesiz dudaklar.

herkes selam durdu, general başladı sıranın öbür ucundan. meraba asker, savol. adam sadece meraba deyip geçmiyor. bir de muhabbet ediyor askerle. "yemeklerden memnun musunuz asker, baban ne iş yapıyor asker ..."

sıra bize geldi, adam şapkalara, tipimize falan bir baktı şöyle. bizim erlerle muhabbet etti, ipneler de ehu ehu çoh memnunuz gomtanım falan diye yalakalığa girmiş, herkes relaks. karşımda durdu, benim bacaklar çözüldü. selam duran elim sallanıyo heyecandan. helikopterle bir yerden bir yere merabalaşmaya giden adam mı olur amınakoyum. tekmil verdim olanca sertliğimle. "çavuş! sizler de bu birliğin askerisiniz. bu adamları komando gibi eğiteceksin tamam mı?" dedi.

kulaklarımda bir uğultu var, konuyu anlamadım. yere düşmüş demir para gibi sağa sola göt sallayarak titriyorum. sessizlik uzayınca astsubay ayağıma vurdu. birden "eeeaaağoooooreeeee hooomtanım" diye bağırıp ruhumu teslim ettim. general şöyle bir durdu, iki yanağımdan tuttu beni: "ne tatlısın sen" deyip sağa sola salladı kafamı, hafif sırıttı.

abartısız bütün askerlerden aynı anda "fffıpppsss" diye bir ses çıktı. herkes yanağını ısırıyor.

...

geri dönüş yolunda astsubay "oğlum sen orda ne cevap verdin adama?" diye sordu. "emredersiniz komtanım dedim komutanım"

"öyle emredersini sikiyim" dedi.

arkadan gelen erlerden biri kulağıma eğilip "çavuşum çok tatlısın" dedi. astsubay kafayı başka bir yere çevirdi.

...
o sekiz ayın kalan iki ayında kimse doğru düzgün temizlik yapmadı, yat dediğimde yatmadı, nöbete zamanında kalkmadı. çay istediğim her asker: "yeni bitti tatlışım" diye cevapladı. ve o sekiz aylık askerliği bitirdiğim gün, askerlik hizmeti altı aya düştü.

tülay hiç geri dönmedi.
http://www.eksisozluk.com/show.asp?id=31689966
 
* Gece vakti yatmamak için direndiğim dakikalar... Hani her gün ortası esnerken, "bu gece erken yatıyorum mk" dediğin ve gecesinde o lafı yuttuğun anlar var ya, hah onlar işte. Aldım kumandayı, uzandım yatağa, televizyona bakacağım biraz. Kanalları gezerken şu soyları kuruyasıca lise dizilerinden biri denk geldi, Pis Yedili. Zaten biz neyle dalga geçsek tutuyor, tavan yapıyor anasını satayım... Lan arkadaş o lise yıllarındaki kızları canlandıran oyuncuların makyajları nedir öyle ya. Surat Fringe'deki observerlar kadar pudralı, dudaklar desen 2 dakika önce 1 kova çileği yalamayı bitirmiş kadar kırmızı... Bu mu yani hakikaten? Gerçi okullarda cep telefonunun serbest bırakıldığını bile yeni öğrendim sayılır, kim bilir belki neler değişti neler...

* Her taraf gurme programları doldu. Şöyle eğlenceli, baskınlı bir şeyler olsa da izlesem diyorum. Vedat Milor'u gördüm mü kaçırmam gerçi, onu ayırıyorum. Ama şahsen, sembol durumdaki "dıt dıt dıt dırıııııı" şeklindeki fon müziğiyle karanlık ve dolambaçlı merdivenlerden hep bir telaş halinde kameramanıyla birlikte çıkıp baskın yapan Uğur Dündar'ın Arena'sı tarzı bir şey olsun isterdim televizyonda... O sağlıksız koşulları, karşısında gördüğü kameraya kendi literatüründe izah etmeye çalışan abiler nerede hani? Lan onların bile kendine göre bir samimiyeti vardı sanki. Şimdi açıyorsun, herkes parande atıp ağzından alev püskürtüyor. Yıllar önce demişti Şener Şen; paşa dediğin yiğittir, atılgandır, gözlerinden ateş saçar diye. Yalansa yalan deyin?

* Kıyafetlere karşı cilt huyluluğu, ta çocukluğumdan beri benimle olan bir olay. Halen hatırlarım, sabahın köründe önlüğümün altına boğazlı penye giydirmeye çalışan anamı bile pes ettirdiğimi. O boğazlıyı giyeyim, ister kalın kazak olsun ister ince penye fark etmez, hemen kızarmaya ve kaşınmaya başlarım; çekiştirip helak ederim o kumaşı. İyi bir şey değil. Milleti görüyorsun televizyonda ya da dışarıda, ne güzel renk uyumları ve ürünsel kafiyeler yakalayıp giyinmişler, geziyorlar. Ama yok, ben yapamıyorum. Giyimde rahatlık, benim için her şeyin önünde, bu hep böyle oldu. İş yerinde bile "business dress code" denilen saçmalığın (evet, elbette ki ve mutlaka İngilizce bir terimle belirtmeliler bunu, ne sandınız?) pazarlığını yaptım, bunu uygulamaya koyduklarında, gömlek ve kazak giymem ben arkadaş dedim. Riskti ama kabul ettirdim. Merak içindeyim var mı bu konuda benim kadar huylusu... Boğazımıza değen yegane şey takımın atkısı.

* Balık severim, ailecek severiz, hem de çok. Balık deyip geçme, o kadar geniş bir şey ki inanılmaz fark ediyor. Balık seviyorum evet ama mesela hayatta alıp da karagöz yemem. Millet karagöz yiyor lan! Hafta sonu Antalya'daydım, hani darılmaca-gücenmece olmasın; Antalya'da, biz Karadeniz damak tadına sahip insanlara göre, balıktan pek anlayan bulunmuyor. : ) Çinekop, hamsi, mezgit, barbun (ki irisi tekirden daha lezzetli gelir bana), dil balığı varken karagöz yenmez be iki gözüm; yapmayın etmeyin, beni üzmeyin. Antalya'lı arkadaş varsa bilir, Komaş'ın balığı fena değil orada... Orada tam balık alırken yandan bir aile geldi: 15 yaşlarında çocuk, anne ve baba. Uzuuuunca bir balığı fileto çıkarıp boylamasına koymuşlar tezgaha, abla geldi oradaki görevliye sordu, "fırında hangisi olur?" diye. Görevli o balığı gösterdi ve sorgusuz-sualsiz o balığı alıp gittiler. Balık böyle alınır mı ya, az kalsın müdahale edecektim kendimi tutamayıp. Herkesin damak tadı elbet, yapacak bir şey yok...
 
Valla tereddütsüz bastım like butonuna. Daha 5 dakika önce baktığımda 800 binlerdeydi şimdi 1 milyon küsür. Dolayısıyla kardeşimiz Petter seks iddiasını kazandı. Şimdi Cathrine düşünsün.
 
Kaderin bokluğu mudur bilmem; geçen gün genç bir kız hakkında, "1 milyon dolar bulamazsa ölecek" diye bir haber okumuştum. Herkesin dertleri farklı...

--

Dün akşam yürürken, sokakların hali nedeniyle Perfume: The Story of a Murderer filmi geldi aklıma. Orada Paris'te zamanın çarşısını gösteriyorlar, gerçi çoğu eski zaman filminde bu böyledir, sokaklar çamur ve pislik içinde... İşte bu çalışmalar başladığından beri aynen öyleyiz, Taksim'in hali de içler acısı. Sokaklar çamur ve balçık dolu, bata çıka yürümekten bir giydiğimizi bir daha giyemez olduk. Otobüslerin yerleri de değişti, bakalım ne zaman bitecek bu açık hava şantiyesi durumu...
 
* Gece vakti yatmamak için direndiğim dakikalar... Hani her gün ortası esnerken, "bu gece erken yatıyorum mk" dediğin ve gecesinde o lafı yuttuğun anlar var ya, hah onlar işte. Aldım kumandayı, uzandım yatağa, televizyona bakacağım biraz. Kanalları gezerken şu soyları kuruyasıca lise dizilerinden biri denk geldi, Pis Yedili. Zaten biz neyle dalga geçsek tutuyor, tavan yapıyor anasını satayım... Lan arkadaş o lise yıllarındaki kızları canlandıran oyuncuların makyajları nedir öyle ya. Surat Fringe'deki observerlar kadar pudralı, dudaklar desen 2 dakika önce 1 kova çileği yalamayı bitirmiş kadar kırmızı... Bu mu yani hakikaten? Gerçi okullarda cep telefonunun serbest bırakıldığını bile yeni öğrendim sayılır, kim bilir belki neler değişti neler...

* Her taraf gurme programları doldu. Şöyle eğlenceli, baskınlı bir şeyler olsa da izlesem diyorum. Vedat Milor'u gördüm mü kaçırmam gerçi, onu ayırıyorum. Ama şahsen, sembol durumdaki "dıt dıt dıt dırıııııı" şeklindeki fon müziğiyle karanlık ve dolambaçlı merdivenlerden hep bir telaş halinde kameramanıyla birlikte çıkıp baskın yapan Uğur Dündar'ın Arena'sı tarzı bir şey olsun isterdim televizyonda... O sağlıksız koşulları, karşısında gördüğü kameraya kendi literatüründe izah etmeye çalışan abiler nerede hani? Lan onların bile kendine göre bir samimiyeti vardı sanki. Şimdi açıyorsun, herkes parande atıp ağzından alev püskürtüyor. Yıllar önce demişti Şener Şen; paşa dediğin yiğittir, atılgandır, gözlerinden ateş saçar diye. Yalansa yalan deyin?

* Kıyafetlere karşı cilt huyluluğu, ta çocukluğumdan beri benimle olan bir olay. Halen hatırlarım, sabahın köründe önlüğümün altına boğazlı penye giydirmeye çalışan anamı bile pes ettirdiğimi. O boğazlıyı giyeyim, ister kalın kazak olsun ister ince penye fark etmez, hemen kızarmaya ve kaşınmaya başlarım; çekiştirip helak ederim o kumaşı. İyi bir şey değil. Milleti görüyorsun televizyonda ya da dışarıda, ne güzel renk uyumları ve ürünsel kafiyeler yakalayıp giyinmişler, geziyorlar. Ama yok, ben yapamıyorum. Giyimde rahatlık, benim için her şeyin önünde, bu hep böyle oldu. İş yerinde bile "business dress code" denilen saçmalığın (evet, elbette ki ve mutlaka İngilizce bir terimle belirtmeliler bunu, ne sandınız?) pazarlığını yaptım, bunu uygulamaya koyduklarında, gömlek ve kazak giymem ben arkadaş dedim. Riskti ama kabul ettirdim. Merak içindeyim var mı bu konuda benim kadar huylusu... Boğazımıza değen yegane şey takımın atkısı.

* Balık severim, ailecek severiz, hem de çok. Balık deyip geçme, o kadar geniş bir şey ki inanılmaz fark ediyor. Balık seviyorum evet ama mesela hayatta alıp da karagöz yemem. Millet karagöz yiyor lan! Hafta sonu Antalya'daydım, hani darılmaca-gücenmece olmasın; Antalya'da, biz Karadeniz damak tadına sahip insanlara göre, balıktan pek anlayan bulunmuyor. : ) Çinekop, hamsi, mezgit, barbun (ki irisi tekirden daha lezzetli gelir bana), dil balığı varken karagöz yenmez be iki gözüm; yapmayın etmeyin, beni üzmeyin. Antalya'lı arkadaş varsa bilir, Komaş'ın balığı fena değil orada... Orada tam balık alırken yandan bir aile geldi: 15 yaşlarında çocuk, anne ve baba. Uzuuuunca bir balığı fileto çıkarıp boylamasına koymuşlar tezgaha, abla geldi oradaki görevliye sordu, "fırında hangisi olur?" diye. Görevli o balığı gösterdi ve sorgusuz-sualsiz o balığı alıp gittiler. Balık böyle alınır mı ya, az kalsın müdahale edecektim kendimi tutamayıp. Herkesin damak tadı elbet, yapacak bir şey yok...

Site yönetimi şuraya bir de "çok beğen" butonu koysa valla ona basardım.
 
O değil de şimdi aklıma geldi... İş yerinde bir arkadaş var, abi herif sürekli iddada son maçtan yatıyor. Son maç olsa yine biraz iyi, yani son maç bile değil tam olarak, son golden/1 golden yatıyor. Yani internette bir yerde yazılsa da görsem, sktir lan abartma derim. Abi kuponlar elimde ya, yok böyle bir şey, getiriyor gösteriyor.

Hafta başında Tottenham'ın United'a attığı 90+2 golüyle 1200 lira bıraktı. Geçen gün Sevilla-Zaragoza maçında maç kopmuş ve sonuç belli olmuşken 9 kişilik takıma amaçsızca saldıran Sevilla'nın yine 90+2'de 4. golü atmasıyla yaklaşık 1500 lira bıraktı. Dün akşam da Standart Liege-Kortrijk maçının 2-0 bitip 1 gol farkla üst olmamasıyla 700 lira bıraktı. Bunlar son vukuatlarından ilk aklıma gelenler fakat bundan önce de defalarca ama defalarca böyle yattı bu adam. Lan dedim bari son maç olarak oynamaya niyetlendiğin maçı yazma, öyle dene. Son maç olarak niyetlendiğimi yazmadım, Standart maçı son maç oldu onda da yattık diyor. 😀

Kuponları görseniz var ya kafanıza sıkarsınız, olamaz böyle bir şey. Ben görmesem kesin maval okuyor derdim.
 
1 kasa Corona gönderdik sana Fenerbahçe tayfası olarak, gelmedi mi?

İzmir şıkşıkşık İzmir şıkşıkşık
hacı hic corona icmedi lan nası güzelmi aşırı pahalı gelio kıyamıyorum paraya sora yarısı su olan kokteyllere 30 tl veriomn ağoıjaodhf

Hepi börtdey çılgın İzmirli. Kaç yaşına girdin onu da söyle lan bari 😀

29a girdim hacı ama görsen 18lik deleganlı gibiyim adosgasdf =)
 
Sen de kartlamışsın : )

Valla Corona'yı bizimkilerden pek seven yok fakat ben hastasıyım, bizim tayfadan 1 arkadaş daha var benim gibi seven. Tabii ki damak tadları değişebiliyor fakat şu anda şöyle bir sıralama yaparım bira konusunda;

1- Corona
2- Tuborg Gold
3- Hoegaarden
4- Budweiser
5- Becks/Bomonti

Yani dene derim... Ha kafamı hızlısından kurtarayım ortamdan uzaklaşayım derdinde olduğun anlar için tavsiye etmem fakat muhabbettir/maçtır/filmdir bu aktiviteler için harika bir bira bence. Evet ucuz değil fakat artık ucuz içki mi kaldı? Marmara 34 bile kendi sınıfında pahalı artık... O yüzden +2 liraya daha filan hiç takılmıyorum ben. Ayrıca evet Alsancak'ta mohitolara/bacardilere paraları veriyorsunuz, iş biraya gelince ouuuuu 😀

İzmir'e de acayip gelesim var, seni her forumda görüyorum İzmir geliyor aklıma. Kısmet bu işler.
 
O değil de şimdi aklıma geldi... İş yerinde bir arkadaş var, abi herif sürekli iddada son maçtan yatıyor. Son maç olsa yine biraz iyi, yani son maç bile değil tam olarak, son golden/1 golden yatıyor. Yani internette bir yerde yazılsa da görsem, sktir lan abartma derim. Abi kuponlar elimde ya, yok böyle bir şey, getiriyor gösteriyor.

Hafta başında Tottenham'ın United'a attığı 90+2 golüyle 1200 lira bıraktı. Geçen gün Sevilla-Zaragoza maçında maç kopmuş ve sonuç belli olmuşken 9 kişilik takıma amaçsızca saldıran Sevilla'nın yine 90+2'de 4. golü atmasıyla yaklaşık 1500 lira bıraktı. Dün akşam da Standart Liege-Kortrijk maçının 2-0 bitip 1 gol farkla üst olmamasıyla 700 lira bıraktı. Bunlar son vukuatlarından ilk aklıma gelenler fakat bundan önce de defalarca ama defalarca böyle yattı bu adam. Lan dedim bari son maç olarak oynamaya niyetlendiğin maçı yazma, öyle dene. Son maç olarak niyetlendiğimi yazmadım, Standart maçı son maç oldu onda da yattık diyor. 😀

Kuponları görseniz var ya kafanıza sıkarsınız, olamaz böyle bir şey. Ben görmesem kesin maval okuyor derdim.
o benim iste. kuponlari biriktirip guiness'e girmeyi dusunuyorum :banghead:
 

Geri
Üst