billboard dergisinde teoman yazıları
1-billboard dergisi kasım 2006 / Rock patlaması
Üniversiteye ilk başladığımda , başka başka yerlerden gelen insanlar olarak benzerlerimizi bulmaya da başladık. Müzisyen olma hayalleri olanlar müzik kulübünde, diğerleri farklı yerlerde öbekleştik.
Üniversiteye ilk başladığımda , başka başka yerlerden gelen insanlar olarak benzerlerimizi bulmaya da başladık. Müzisyen olma hayalleri olanlar müzik kulübünde, diğerleri farklı yerlerde öbekleştik.
Benim gibi müziğe küçük yaşta aşık olanlarla , yeni aşıklar farklı yollara doğru gittiler. Aynı şeylere özenmiyorduk. Daha bir yıl önce müziği “iron maiden” grubuyla keşfeden çocuklar, o sene daha saygın olduğunu düşündükleri “caz” a yöneldiler. Rock müzik daha eğlencelik, daha dünyeviyken onlar için, caz saygın bir sanattı. Rock müziği sevenler şu anda hala müzik yaparken, diğerleri hayatın diğer aşamalarında , o sıra ne saygınsa onu yapmayı seçtiler; Aile babası da oldular, genel müdür de. Allahtan aralarında caz müziği gerçekten sevenler de vardı da, bazı arkadaşlarımız hakikaten güzel yerlerdeler şimdi.
O yıllarda bir de, yapılan işler üzerine , o işlerden çok daha fazla zaman alan konuşmalar modaydı müzisyenler arasında. Benim gibi düşünenler katılmazdı o konuşmalara. Biz canının istediğini yapma, dinleme, çalma düşüncesindeydik. Geniş bir alternatif topluluğun herhangi bir üyesi olma peşinde de olmadığımızdan uzak durur, ama teker teker hepsini severdik, iyi çocuklardı.
Rock müzik içinde de ayrışmalar oldu tabi ki. Çok sert şeyler sevenler, melodi sevenler, virtüözite sevenler, “led zeppelin” den sonrasını dinlemem abi diyenler v.s. farklı yerlerde aktılar.
bu tip zorlama ayrımlar bana uzak olduğundan ve artık yeni müzik formları yeni müzikseverler kadar bildiğim bir alan olmadığından , şu ana dair örnekler veremiyorum sizlere . ama eminim ki dışarıda hala birileri kendi sevdiği müziğin , diğer müziklerden nasıl daha gerçek , daha samimi , daha kaliteli olduğuyla ilgili , bir başkasını ikna etmeye çalışmakla meşguldür.
Şu sıralar bir rock patlamasından bahsediliyor. Zannedersiniz ki, rock müziğin yükselişi şansa oldu, sanki halk birdenbire “ ben en iyisi içinde bolca gitar olan bir türe yöneleyim , pop’tan da biraz uzak olayım” dedi. Hayır, kimse bir türe yönelmedi, sadece o türün müzisyenleri hakikaten de insanları kalplerinden vuracak, çok güzel şarkılar yaptılar.
Bir kaç sene öncesini düşününce, duman grubu , “her şeyi yak”ın ardından bir sürü çok güzel şarkı sundu müzik piyasasına. Mor ve ötesi , hem çok güzel ve hem de ticari başarıyı yakalamış bir albüm yaptı, halihazırda varolan yerini sağlamlaştırdı.ogün sanlısoy, rashit, aylin aslım, hayko cepkin, yüksek sadakat –ilk aklıma gelenler bunlar, kimbilir daha kaç tane saymak gerekir?- hem çok iyi şarkılar yaptılar, hem de kendi dinleyicilerini oluşturdular. Ortak noktaları aslında bir tane ; gerçekten iyi şarkılar yaptılar.
İlk girişte anlattığım şeylerle bunları bağlayacak olursak , söylemek istediğim şey aslında kısaca şu; müzik tarzı dediğin , sen onu nasıl algılıyorsan o. Kimisi için bir saygınlık artışı ihtimali, kimisi için duygularını coşturan şey , bir başkası için de anlamını kendinin dolduracağı, kalbinde ve/veya beyninde yer alan gürültü topluluğu.
Ama dediğim gibi , olayı şarkı bitiriyor sonuçta ve patlama diye bahsedilen şey de şarkılar iyi diye var şu anda.
Yazımı ; dinlediği müzik türü eleştirilen, didiklenen , saygınlığı ölçülen insanlar için , mick jagger’ın bir sözüyle bitiriyorum.( “rock and roll” yerine istediğiniz müzik tarzını koyabilirsiniz )
“it’s only rock and roll , but i like it.”
2- billboard dergisi aralık 2006 / Şarkılar neye iyi gelir
Şarkılar nasıl yazılırlar, ne derler, siz nasıl anlarsınız? Hangileri yüreğinizden vurur? Şarkı ne zaman şarkıya, ne zaman hayata benzer? Bazıları niye sadece şarkı, bazıları yaşamın ta kendisidir? Hüzünlü şarkılar dağlayan bıçaklardır, biraz fazla kaçarlarsa pansuman niteliklerini kaybederler. En steril ve etkili olan yöntemlerinde alkol de yardım eder ve her şeyi anlatırlar, her şeyi hatırlatırlar. Hatta siz onları sevmeseniz bile. Sanki cevap üçmüş gibi gelir, şarkılar yön olarak kaça ayrılır diye düşündüğünüzde; “kendine, karşındakine, etrafa” doğru...
En az yaralayanı ve en az inanılanı üçüncü şıktır ve etrafa söylenir. En fazla inanılanı ise “ikinci şık”, karşındakine olanıdır ve bir monolog olarak söyleme-dinleme ilişkisini en özel alana kurar. Sanki yatakta ikizinizdir, sizin mecaliniz ve lafınız yoktur, o ise söyler, söyler. Aynı aşk sözleri gibidirler, siz hissetmiyorsanız duymazsınız da. Ve sizin için gerçek değillerdir, olamazlar. Şarkılar aynı sessizlikte kalır, monolog ise siz istediğinizde söylenmek üzere CD - kaset ya da plak formatında bekler. İnanacağınız zaman çalarsınız, sanki ilk kez dinlemiş gibi olursunuz. Bazen tam doğru yere dokunur. “Hah” dersiniz “tam orası, biraz daha yukarı çık, hah işte tam da orası”. “Kendine karşı” olan birinci şık ise, ikinci şık’a öykünür ve aşkın başka bir boyutuna benzer. “Ben bunları hep O’nun için yapıyorum, umarım O biliyordur, anlıyordur” durumları...Sanki yukarıdadır O ve hislerinizi, hareketlerinizi, duruşunuzu biliyor, görüyordur. İkinci tekil şahıs “Sen”e, birinci tekilde söylenir ama aslında “sen” ortada yoktur. “Sen gittin” şarkıları bunlardır. Giden miden yoktur, sadece olmayan vardır ve en acıklı şıkkımız da budur. Birinci şıkkın bir alt kolu, şarkıyı “gerçek ben”e söyler. Mesela “Bodrum Bodrum”da :
Bir zamanlar aşık olmuştum
Ama şimdi ismi neydi unuttum
Dediğinizde lafınız kendinizedir. Eskilerden bir şeyi hatırlar, tam çıkaramazsınız. Burada artık sanal bir “sen” veya “O” yoktur, şarkı “ben”e söylenir, tam bir kalp ve yarım bir ağızla...
Yarım ağızla dedik, çünkü şarkılar aslında hayatın metaforlarıdır ve çok da didiklemeye gelmez. Dinlersiniz, seversiniz, sıkılırsanız da değiştirirsiniz. Şarkının içinde söylendiği gibi.
“Başka bir şarkı söyleyelim çocuklar / Bu eskidi ve buruklaştı. / Tüm tırnaklarını görüyorum / Kırık / Tüm gemileri alev alev yanıyor
.........
Oraya bakın arkadaşlar
Hayatta kalan bir yolcu görünüyor.
..........
Başka bir şarkı söyleyelim
Bu eskidi ve buruklaştı.”
3 billboard dergisi ocak 2007 / Rock ve Yalvarma
Geçtiğimiz yıllarda Q dergisinde U2’dan Bono’nun arabasının bir resmi vardı, “Park Yapılmaz” levhasının tam altında, hem de şöyle bir ibareyle; “Very Very Rock and Roll”. Ve Roll dergisinde Marianne Faithful, Mick Jagger için şunları söylüyor; “Bulaşıkların dağ gibi olduğu o komünal evlerden hemen kaçardı temiz yuvasına...” Hiç de “Very Very Rock and Roll” değil, ama Rock’ı yaratanların herhalde sahte Rock Star klişelerine, kriterlerine uymaya ihtiyaçları yoktur.
Geçtiğimiz yıllarda Q dergisinde U2’dan Bono’nun arabasının bir resmi vardı, “Park Yapılmaz” levhasının tam altında, hem de şöyle bir ibareyle; “Very Very Rock and Roll”.
Ve Roll dergisinde Marianne Faithful, Mick Jagger için şunları söylüyor; “Bulaşıkların dağ gibi olduğu o komünal evlerden hemen kaçardı temiz yuvasına...”
Hiç de “Very Very Rock and Roll” değil, ama Rock’ı yaratanların herhalde sahte Rock Star klişelerine, kriterlerine uymaya ihtiyaçları yoktur.
Yine bir gazetede şunlar yazıyordu; “Rock şarkıcısı uzlaşmazlığı, kavgacılığı, huysuzluğu ile bizi rahatsız eder”miş. Bir şey yaptığını zannederken, tam tersini yaptığını anlayamamanın en iyi örneği. Başkaldırdığını sanırken bir türlü yalvarma “Lütfen beni farkedin ki, varolayım” dilenmesi...
Yalvarmanın yaygaraya dönüşmesine açıklayıcı bir örnek; Lennon ve Yoko Ono, dünya barışı için (!) iki gün boyunca New York’ta bir otel odasında yataktalar. Etrafta da gazeteciler ve TV kameraları vs. var. Siyaseten doğru ve Very Very Rock and Roll. Ama Mick Jagger’ın yapmayacağı bir şey bu.
Rock and Roll’un yalvarmayan kutbu. Görkemli bir aldırışsızlık, soylu bir ilgilenmeme... (Dünya barışına değil, “dışarıdan kendine bakıp beğenmeye çalışma” isteğine karşı.) Belki de Jerry Hall’un Jagger üzerindeki teskin edici etkisiyle, Yoko’ya katlanmanın dayanılmaz ağırlığı arasındaki fark bu... Hall ile sevişen, Yoko’yla niye iki günü yatakta geçirsin ki? Jagger kendine hiç tezahürat yapmıyor, Lennon ise yalvarıyor.
Ya da Sting... Karısının doğumunu gözleri sulanarak videoya çekiyor, bir kameraman da onun bu hareketini banda alıyor. Kendi kendine tezahürat, yalvarma ve yaygara; Very Very Rock and Roll. Ve bir başka ilişki biçimi yalvarma ve Rock Müzik arasında: Ne kadar çok yalvarma, o kadar az müzik. Sting ve Lennon’ın müzikal düşüşleri, yalvarmalarının dorukta olduğu zamanlara denk geliyor. Aslında Jim Morrison’ın adı olup, şarkısı olmaması da bu yüzden.
Rock şarkıcısının uzlaşmazlığı, kavgacılığı gibi palavralara karşı Rock müziğinin iyi derecesi başka bir şeyle ölçülüyor; yalvarmanın, kendine tezahüratın, dilenmenin azlığıyla... Ya da başka bir deyişle; arabalarını otoparkta bırakan Rock müzisyenlerinin bolluğuyla...
mart ayı bilboard dergisi-...YA DA OLMAMAK
...YA DA OLMAMAK
"ben sana demedim mi?"Marco'nun soluğu kulağımı yakıyordu.
"Pekala da iyi dans ediyorsun."Bir kitap için erken bi ölüm.sadece 110.sayfada kalmıştım.Gerçek final daha mı güzel sanki?
"Bütün gözler ve yüzler bana çevrildi.Knedimi onların rehberliğine bırakıp büyülü bir iple çekilircesine odaya girdim."
ya da büyük,güzel laflar...
mesele,bir kitabın,bir filmin,bir şiirin,bir hayatın nereden başladığının da,nasıl bittiğinin de öneminin olmadığı bir dünyayla "anlamlı bir ilişki kurmak"
okuma biçimleride,yaşamların paralelleri olarak aynı.
110.sayfadaki bir kıvrıkla bırakılan ya da sayfa atla******* bitirilen ya da hiç açılmayan bir kitap ile YAŞAM.
Rastgele seçilen birkaç kitap...
"otomatik portakal"sayfa olarak 76'da, "sırça fanus"251'de. "piyanoçalanalar"92'de "beyaz otel"45'te, "hocus pocus"43'te bitmişler benim için.Sadece dört kitabın sonuna gelmişim,ikisine başlayamamışım bile.
bittiğine kimin karar vereceğinin muğlak oluşu,belki de ufacık anlaşılmaz bir alan bırakabilir içimizde...
Zor bir soruya,kolayca kaçan bir cevap.biten biter....
en sevdiğim intihar notu bir adamdan köpeği Pepper'a...
Türkçeye çevirirsek şöyle birşey oluyor;
"hav hav,allahaısmarladık Pepper."
en sevmediğimseSilvia Plath'ın ki;"Lütfen Dr.Horder'ı arayın"diyor.Psikiyatrist ve doğası gereği ölülere yardım edemeyen Dr.Horder'ı...
Yani kendini öldürmeyi oyuna çevirmiş bir şairin inanmadan ve gerçekte istemeden yaptığı bir performans,yanlışlıkla bitiyor.
ve o yüzden de bu denli acıklı...
Buraya kadar gelebildiyseniz;hangisi güzel diye,bir gayret yazının başındaki alıntıları birer kez daha okuyun.Biri planlı,diğeri şansa olan...Gerçek ve alternatif finalleri..
Başarısız çabaların tüm sonuçları daha da acıklı kıldığında hemfikirsek iki tavırdan birini seçelim.
"ölüm,her şey gibi o da sanat ve ben onu en iyi yapanlardanım"
ya da
"hayırlısıyla bitsin şu hayat..."
Lady Lazarus,Yahya Kemal'e(?) karşı Batı'nın Doğu'ya,çabanın tevekküle yenildiği ender alanalrdan biri olan ölümde.
Sorulardan ve cevaplardan bahsediyorsak,Hamletin zor sorusuna şıklarla cevap vermek...
Bazen bir cesaret,ender olarak da korkaklık örneği olarak, "b şıkkı " demek...
...YADA OLMAMAK...