Turkrock Sinema Kulübü

MV5BMTgwMzUxMjc0M15BMl5BanBnXkFtZTcwMzQ2MjYyOA@@._V1_SX640_SY720_.jpg


seven psychopaths:

in bruges insanı tiyatro yönetmeni martin mcdonagh'ın 2.filmi. muhteşem diyaloglarıyla ağzım kulaklarımda izledim bu şiddetli kara mizahı. adı üstünde 7 tane psikopatın hikayeleri var. enteresan muhabbetler ve beklenmedik anlarda patlayan şiddet. özellikle sam rockwell'e bayıldım. önceleri pek tutmazdım herifi ama yıldızlaşmış burada. in bruges kadar olmasa da sevenini çokça tatmin edecektir.

5.jpg


captain phillips:

kaptan filipis 2013 ün çok iyilerinden. sonunda Somalili korsanlar olayına el atıldı. gerçek bir olaya dayanan kaçırma hikayesi. 2 saatlik nefessiz izledim. tom hanks tamam ama esas gerçekten Somalili olan korsan rolündekiler çok gerçekçiydi. bundan sonra da iş bulur bunlar. ve sadece "kötü korsanlar,mazlum Amerikalı" gibi bir anlatım da yok. velasıl kelam çok iyi film.

aeon_flux.webp


aeon flux:

aşkım charlize oynuyor diye izledim bunu. çok çok kötü film çıktı. bilimkurgu da çok iyi yaptığını sanmakla-sıçıp sıvamak arasında ince bir çizgi vardır. bu sıvamak tarafında. mtv yapımıymış zaten. kariyerinden sildirsin bu filmi. lütfen aşkitom...
 
Aeon Flux'ı askerde izlemiştik de o asker kafasıyla bile beğenmemiştik hey gidi. Tam bilmiyorum ama çizgi roman veya anime dizisi var da onun uyarlaması galiba bu (edit: aha illnino'nun dediği gibi mtv çizgi dizisiymiş ya la). Birbirlerine çok gizli bilgiler aktarmak isteyen örgüt üyeleri yolda yürürken tesadüfen karşılaşır gibi yapıp öpüşüyorlar. Dilleriyle birbirlerine data aktarımı yapıyorlarmış öyle. İşte neymiş gizli bilgiymiş de bilmem ne. Yürü git lan ordan maksat dikkat çekmemek, sen yol ortasında tanımadığın insanı ağzından öpüyorsun yuh. Belki aslına sadık kalmışlardır gerçi bilemiyorum 😀

Seven Psychopaths de keyifli film ha. Sam Rockwell gerçekten belli bir tarzın aranan adamı olmuş Şimdi hangi tarz olduğunu yazmıştım sildim çünkü spoiler oluyor. Filmin sürprizi kaçmasın. Colin Farrell sevmeyen Purga'ya Abbie Cornish var diyelim de aklını çelelim ayrıca 😀
 
7 Psychopats izledim 4-5 ay önce, sıkıldım filmde. Bu sefer beni saymayın muhteremler.

Ayrıca Jagten'i izledim de gerçekten sinirlerime dokundu. Çok fena durum.
 
Olympus Has Fallen'ı bilmem izlediniz mi ama izlemeyen varsa buraya not düşüyorum; izlemeden silin. Senaryosu, oyuncuların performansları (Morgan Freeman dahil) ve özel efektleri oldukça kötü bir film. Sinemada fragmanı görünce iştahla evde indirip izleyeyim dedim ama Kanaltürk gece kuşağındaki vasat ötesi filmlerden farkı yok. Net.
 
Okumaya başlarken Olympus Has Fallen'ı kafamda listeye aldım, biraz ilerde u dönüşü yapıp sildim. Cümle içinde gittim geldim vay arkadaş.

Böyle güzel ve güneşli pazar günlerinde benim gibi evde yatan asosyallere birkaç pazar filmi yazayım daha önce izlediklerimden 😀 Daha doğrusu yaz tatili temalı çocukluk/gençlik filmleri de diyebiliriz.

Adventureland
Liseden yeni mezun olan ergen Avrupa'yı gezmenin hayalini kurarken ailecek maddi sıkıntılar yaşıyorlar ve planları iptal oluyor. Kendine iş bulup çalışması gerekiyor ve yakınlardaki lunaparkta işe giriyor. İş arkadaşlarından biri o donuk bakışlarıyla (ki hastasıyım) Kristen Stewart'tır ve olaylar gelişir. Superbad'in yönetmeni çekmiş bunu. Hikaye 80'lerde geçiyor ve dönemin atmosferini bence güzel yansıtmışlar. Başrolde Jesse Eisenberg var ki ben hep Michael Cera ile karıştırıyorum lavuğu nedense.

The Way Way Back
13-14 yaşlarında aşırı utangaç ve sıkılgan bir çocuğun başrolde olduğu yazlıkçı filmi. Çocuğun anne babası boşanmış, annesinin yeni erkek arkadaşı ve onun kızıyla beraber tatile çıkıyor ve çok sıkılıyor. Gittikleri yerde büyük bir su parkı var. Orada çalışan Sam Rockwell ile tanışıyorlar ve kanki oluyorlar, bir de güzel komşu kızı giriyor hikayeye ve yine olaylar olaylar. Süresi biraz uzun ve yer yer sıkabiliyor ama Sam Rockwell'in olduğu her sahne bu sıkılmışlık hissini dağıtır. Steve Carrell bu sefer komik değil yavşak rolünde ve onu da iyi oynamış. Çocukluğunu benim gibi loser olarak geçirenlere keyifli film 😀

The Kings Of Summer
Çocukluğunda dağda bayırda oynayıp gözüne kestirdiği bir yere gizli bir kulübe inşa etmeyen bizden değildir. Biz etmiştik yani, kartondan hem de. Yağmur yağana kadar herşey iyiydi güzeldi. Bu filmde de ailelerinden sıkılıp evden kaçmak isteyen, ormanda ev yapalım orada yaşayalım kafasındaki çocuklar var. İşte arkadaşlık olsun, kız meseleleri olsun herkesin ilk gençliğinde yaşadığı şeyleri yaşıyorlar. Başlangıçta hikayeyi üzerine kurdukları iki elemanla devam etse filmin sonunu getiremezsin ama sonradan gelen bir Biaggio var ki tek başına durumu kurtarıyor . Bu çocuğu takip edin, bir 10 yıl içinde Seth Rogen, Jonah Hill ayarında bir şöhret yapacaktır kendine.

Üçü de 10 üzerinden 6 bilemedin 6.5'luk filmler ama keyifle izlediğimi belirteyim, saygılar.
 
James mcavoy abimizin "filth" diye bir filmi çıkmış. şöyle hızlıca kontrol ederken sağlam mı cd diye,baya in bruges kafasında gibi. 1-2 güne izleyeceğim.yarın da dallas buyers'ı.
 
Az önce bitirdim Filth'i, yorum yazacaktım beklentiyi herhangi bir şekilde etkilememek için yazmıyorum. İzledikten sonra senin yorumunu okuruz bakalım.
 
Evinde ölü bulundu diyen var, bu haberler yalan diyen var. Wikipedia'yı bile hemen güncelleyip ölüm tarihi girmişler. Bir umut yalan haber çıkmasını umuyorum hala.
 
En son 2 gün arka arkaya I Saw the Devil (Şeytanı Gördüm) ve La Cara Oculta'yı izledim. İlki Kore, ikincisi de İspanyol yapımı. İkisini de keyifle izledim ve herkese tavsiye ederim.
 
Mavi En Sıcak Renktir

2013 yapım, en son Cannes'da bir sürü ödül almış 2 lezbiyen genç kadının hikayesini işliyor. 2 kadın oyuncudan birisi Fransa'da oldukça ünlüymüş zaten, Emma karakterini canlandıran.
şimdi böyle sakin bir giriş yaptıktan sonra biraz beni rahatsız eden sahnelerden bahsediym.
abicim tamam cinsellik hayatın doğallığında olan birşey, insan işyerinde bile gündüz vakti canı sıkılmışken her an aklından geçirebileceği bir faaliyet, kimse yalan söylemesin herkes geçiriyordur. sinema filmlerinde de konu edilmesi gayet doğal.
inanın ki eşcinsellik işleniyor diye böyle yazmıycam birazdan yazdıklarımı, homofobik biri değilim ama sevişme sahnelerinin bu kadar ön planda ve enine boyuna, oyuncuların cinsel organlarının dahi çok net görülebilecek şekilde uzun uzun gösterilmesi insanı ekran başında "bu ne lan böyle porno mu izliyoruz" dedirtiyor.
abicim sevişme sahnesi 1-2 dakka sürer, 5-6 dakkalık sahneler var yahu, bildiğin kadınların en ince ayrıntısına kadar yalanmalarını izliyoruz filmde, duyguyu seyirciye geçir ve geç abi ne diye uzatıyosun, zaten karşı cinsle izlemek son derece güç bu filmi hele bizim ülkede, tokadı yersin valla anında, mekanı terkeder gider sevdiceğin 🙂
bunlara rağmen filmi beğendim, değişik bir duygusallık işleniyor.
o çok ünlü fransız aktrisin canlandırdığı karakterin partneri olan kıza bayıldım, filmde ismi Adele, bugün biraz araştırdım gerçek ismi de Adele imiş, Fransız-Yunan melezi 93 doğumlu bir güzellik, etrafımda olsa aşık olurum çok net, o kadar çekti beni kendine 🙂
kızın bir röportajını okudum, film galalarından birinde babasıyla izliyormuş filmi, utancımdan gözlerimi kapadım filan diyor yani kız. bak bunu avrupa kültürüyle büyümüş bir insan söylüyor.
ayrıca 2 kadın da gerçek hayatta heteroseksüelmiş, nasıl çektiniz ablalar bu filmi, ulen valla her açıdan sınırları çok zorlayan bir filmdi, buna rağmen beğendim, o duyguyu geçirdiler bana.
neyse izleyenler olursa daha konuşuruz.
umarım spoiler sayılabilecek şeyler yazmamışımdır.
 
Mavi En Sıcak Renktir

2013 yapım, en son Cannes'da bir sürü ödül almış 2 lezbiyen genç kadının hikayesini işliyor. 2 kadın oyuncudan birisi Fransa'da oldukça ünlüymüş zaten, Emma karakterini canlandıran.
şimdi böyle sakin bir giriş yaptıktan sonra biraz beni rahatsız eden sahnelerden bahsediym.
abicim tamam cinsellik hayatın doğallığında olan birşey, insan işyerinde bile gündüz vakti canı sıkılmışken her an aklından geçirebileceği bir faaliyet, kimse yalan söylemesin herkes geçiriyordur. sinema filmlerinde de konu edilmesi gayet doğal.
inanın ki eşcinsellik işleniyor diye böyle yazmıycam birazdan yazdıklarımı, homofobik biri değilim ama sevişme sahnelerinin bu kadar ön planda ve enine boyuna, oyuncuların cinsel organlarının dahi çok net görülebilecek şekilde uzun uzun gösterilmesi insanı ekran başında "bu ne lan böyle porno mu izliyoruz" dedirtiyor.
abicim sevişme sahnesi 1-2 dakka sürer, 5-6 dakkalık sahneler var yahu, bildiğin kadınların en ince ayrıntısına kadar yalanmalarını izliyoruz filmde, duyguyu seyirciye geçir ve geç abi ne diye uzatıyosun, zaten karşı cinsle izlemek son derece güç bu filmi hele bizim ülkede, tokadı yersin valla anında, mekanı terkeder gider sevdiceğin 🙂
bunlara rağmen filmi beğendim, değişik bir duygusallık işleniyor.
o çok ünlü fransız aktrisin canlandırdığı karakterin partneri olan kıza bayıldım, filmde ismi Adele, bugün biraz araştırdım gerçek ismi de Adele imiş, Fransız-Yunan melezi 93 doğumlu bir güzellik, etrafımda olsa aşık olurum çok net, o kadar çekti beni kendine 🙂
kızın bir röportajını okudum, film galalarından birinde babasıyla izliyormuş filmi, utancımdan gözlerimi kapadım filan diyor yani kız. bak bunu avrupa kültürüyle büyümüş bir insan söylüyor.
ayrıca 2 kadın da gerçek hayatta heteroseksüelmiş, nasıl çektiniz ablalar bu filmi, ulen valla her açıdan sınırları çok zorlayan bir filmdi, buna rağmen beğendim, o duyguyu geçirdiler bana.
neyse izleyenler olursa daha konuşuruz.
umarım spoiler sayılabilecek şeyler yazmamışımdır.
iyi iyi kesin izlerim onu o zaman. abaza rulesss.
 
bak olm sinema eleştirmeni dedik size, barzo barzo yazıyonuz yaw 😀
şimdi söyliym ne kadar abaza olsan da bu film belli bi yerden sonra "haydaaa" dedirtir adama bence, hakkatten o ön plandaki aşırı cinsellik adamı rahatsız ediyor çünkü ben prono film izlemek istemiyom abi, porno istesem porno film izlerim. şimdi entel dantel birinle konuşsam beni burda 2 dakkada homofobik ilan eder, ama beni rahatsız eden şey başka.
mesela "the dreamers" filminde de rahatsız oldum, porno izlemek istemiyoz abi film izlemek istiyoruz, herşey kararında iyidir.
 
Blue is the Warmest Color bence harika bir film. Bir kaç hafta önce izlemiştim, şimdi yazılınca tekrar aklıma geldi.

Belki kafamdakileri biraz çelişkili ve karmaşık şekilde ifade edeceğim ama yine de denemeye değer.

Öncelikle bir yandan seks sahneleri için ben de biraz aşırıya kaçıldığını, filmin kimi yerlerde pornografik bir yön aldığını düşünüyorum. Bu filmde bırakın kazara sevgilinizle ya da ailenizle birlikte izlemeyi filan, yakın arkadaşlarınızla bile izlemekten rahatsızlık duyacağınız saniyeler olabilir. Baya hiç durmadan dakikalarca yatağın içini gösteriyorlar çünkü... Bu yaştan sonra gece işkembe çorbası içer gibi beraberce 10 dakika sevişme sahnesi mi izleyelim olum? Ahaha

Bu seks veya çıplak kadın görmekten yana bir rahatsızlık değil elbette. Kadın vücudu sanatın en üst noktası, hepimizin hayran olduğu bir yapıt. Ama sinema kültürü ve toplumsal alt yapısı bizdeki şekil oturmuş kimseler için bu film biraz aşırıya kaçmışlık içeriyor, bunu yadsıyamayız. Fakat diğer yandan da film Fransız sinemasının bir ürünü, Fransız yapımı, bu düşünceler içindeyken bir yandan bunu da unutmamamız lazım (bu arada kız filmi babasıyla mi izlemiş lan, oraya oha derim işte).

Burada şöyle bir durum var; bir jest veya mimik X coğrafyasında Y anlamına geliyorken, Y coğrafyasında X anlamına geliyor olabilir. Dolayısıyla bize, yani bu kadarına gerek var mıydı ki dedirtecek kimi sahneler, başka bir yerde gayet olağan, hadi olağan demeyeyim de; yönetmenin yansıtmak istediği duyguları yansıtabilmesi uğrunda ortaya konulması normal kıvamda sahneler olarak karşımıza çıkabilir. Filmin yönetmeni Kechiche, Tunus doğumlu Fransız bu arada.

Filmi izledim, bu filmi tahrik olmadan izlemek namümkün, filmi bitirdikten sonra kafamda bu düşünceler dolanırken IMDB'den Adele'nin sayfasına baktım. Adele Exarchopoulos, filmde kendi adıyla aynı isimli bir karakteri oynuyor. Hatunun şöyle bir demeci var: American audiences aren't used to it. It's a choice by the director. We all have sex, it's like a drug, everyone loves it. We had to show how making love to someone is visceral.

Ben bu demeci gördükten sonra yukarıda yazdıklarımı şekillendirmedim. Dolayısıyla, filmi izleyip de kendime gelmemin ardından kafamda bu düşünceler döndüğü anlarda bu demeci okuyunca tebessüm ettim. Hatun tam da benim düşündüğüm şeye yakın bir şey söylüyor. Fransızların cinselliği ve ilişkileri yaşayışı belki diğer tüm milletlerden farklıdır, böyle bir toplumun ortaya çıkardığı yönetmenlerin/sinematografik yapının beyaz perdede yansıttıkları da haliyle farklı ve bu tarz uç şekillerde olabiliyor. Betty Blue vardır misal, o film de böyledir, hem de daha 1. sahneden.

Neyse, işin filmin yansıttığı cinsellik boyutunu geçtik. Biraz daha normal, konuşmaya alışık olduğumuz yönlere bakalım... Bir kere bence bu film senaryosu gayet sağlam, diyalogları gerçekten zengin ve insanı içine alan akıcı tarzda, oyuncu performanslarının da üst düzey olduğu bir film. Kaldı ki bir sürü ödül almış, hakkı bu yönden de teslim edilmiş. Oyuncu performansı demişken ayrı bir paragrafa geçiyorum.

Abiler şunu söylemem lazım ki; bu Adele Exarchopoulos eğer büyük aksilikler veya ne bileyim işte bazı bağımlılıklar filan yaşamazsa inanılmaz bir aktris olacaktır. Misal, burada bir çoğunuz gibi Christoph Waltz üstad ile Inglorious Basterds filmi sayesinde tanışmış bir kişiyim (daha önceden bilen varsa şanslıdır, helal olsun derim). Ben onu Inglorious Basterds'de seyrettiğimde büyülenmiştim, son yıllarda beni en çok etkileyen oyuncu performansıydı. Ve o filmi izlediğimden bu yana, beni en çok etkileyen oyuncu performansı ile karşılaştım. Bunu hiç beklemiyordum filmin başına oturduğumda.

Hatunun role kendini vermişliğini ben burada anlatamam. İfadelerinin doğallığı, gülümsemesinin gerçekliği, hakikaten yaşamış rolü ama öyle böyle değil. Gerçekten çok etkilendim. Lea Seydoux'a haksızlık etmeyeyim o da harika oynamış ama Adele'nin performansı öyle bir noktaya ulaştı ki gözümde, hani muhteşemlik için kıyas noktası gibi bir şey oldu desem abartmış olmam sanırım. Lea'yı da ilk başta tanıyamadım; Inglorious Basterds'de LaPadite ailesinden biriydi ufak bir rolde, ayrıca Midnight in Paris'te plak dükkanında çalışan kızı oynuyordu... Bu iki filmde de bebek gibi çok güzel olan hatunu alıp Ellen DeGeneres'e çevirmişler, kimi yerlerde o erkeksi lezbiyen hissiyatı tam verilmiş... Film ekibinin başarısıdır bu da.

Benim bir de öküz bir yanım var, dillerin çoğunda ifadeleri/duyguları tam anlamıyla alamam, yani öküzlük demeyeyim bu bir sorun aslında. Sinemayı seven bir insan için ciddi bir sorun hem de. Ama bu film Fransızca olmasına rağmen ben bu kadar etkilendim. Kız güzel tamam, hatta ben size bir şey söyleyeyim öyle sanıyorum ki açık tenli Fransız kadını beni hayatta en çok etkileyen kadın tipi olabilir (Marion Cotillard, Melanie Laurent, Juliette Binoche, Sophie Marceau vb. ), allah sahibine bağışlasın; ama bu dediklerimin kızın güzelliği ile hiç bir ilgisi yok. Böyle bir kızı da burnundan sümük akarken görmüş olduk ayrıca ahaha.

Duygusal ve cinsel açıdan böyle ağır bir filmi epeydir izlememiştim, bir nevi yoruldum da hani. Bir kaç gün boyunca film izlersem 1-2 geyik filmi sokarım araya büyük ihtimalle.
 
Son düzenleme:
What_Just_Happened_poster.jpg


what just happened:

good morning Vietnam ve 1-2 vasat üstü filme sahip emektar barry levinson dan sektörle ilgili kara komedi denemesi. bu kadar adamı toplayıp hiç bir şey anlatamama durumu var. olaya yapım tarafından baktığı için belki sinema-tv okuyanların ilgisini çekebilir, bunun dışındakiler için çok vasat.

The-Peacemaker-poster.webp


The Peacemaker (Barışçı)

bu filmi hemen hepimiz en azından bir defa ailecek izlemişizdir. o zamanlardan aklımda iyi film diye kalmıştı. geçen yaz dr da ucuzluk sepetinde görünce almıştım hemen. o zaman izlemek kısmet olmamıştı gelişen durumlarda. yetişkin kafasıyla izleyince gördüm ki baya ucuz bir tv filmi. anca babaların elinde kumanda uyuklamadan önce seveceği hareketli bir film. bunun dışında Nicole kidman ın bacakları gayet nefis. takasta kullanacağım bunu da.


MvLwdWQ.webp


fruitvale station:

bir festival filmi. son dönemde sempatisini artıran polislere karşı daha da "sempati" duyacağımız bir film. 2009 yılbaşı gecesi metro da polis tarafından vurularak öldürülen Oscar grant adlı gencin son 24 saati. arşivlik değil ama gerçek bir olay olduğu için etkileyici.bu yüzden izlenmeli.

edit: Ali İsmail davasının olduğu günlerde izleyince daha bir koyuyor adama galiba.
 
Son düzenleme:
Olum Blue Is The Warmest Color'ın legal dvd'si bluray'i, dolayısıyla kaliteli ripi düşmedi henüz ortamlara. Bir bu filmi bir de Her'ü haftalar aylardır bekliyorum. Bu esnada bakıyorum herkes izlemiş. Artık joseph web sitesi üzerinden, Purgator da webrip subrip ne bulduysa onu izlemiştir herhalde. Ulen birazcık bekleyeyim de cam gibi brrip düşsün öyle izleyeyim demiyorsunuz ha. Hele Purga gibi detaycı bir insan bu konuda zaman zaman nasıl bu derece paspallaşıyor aklım almıyor ulan 😀
 

Geri
Üst