Fiziğin Elektroniğin Ve Bilumum Ilimlerin Er Meydanı

😵

Şaka bir yana, normalde kayıt işleri için aldığım fakat aldığım güne lanet ettiğim SAMSON SR850, her nasılsa, POD X3'e taktığımda gayet iyi sonuç veriyor.
Bana da lambalı amfinin similatör çıkışından en güzel sesi alabilecek kulaklık lazım. Teknik olarak da çok bilmiyorum hangi herz iyidir vs, yoksa en güzeli ortalama bir monitör-kulaklık mı almak?
 
Geçen online oyunlarda Amerika'lılarla niye oynayamıyoruz lan, teknoloji o kadar gelişti, hala dünyanın iki farklı ucu arasında düşük gecikmeli oyun oynayamıyoruz diyordum. Sonra teknoloji ne kadar gelişirse gelişsin(kablolarda oluşan kapasiteler, indüktansları göz ardı edip, dağıtım noktalarında ve modemlerde gecikmeyi 0 aldım) en fazla düşebileceğimiz gecikme kaç ms olur diye düşündüm. Ekvatorun uzunluğu 40075 km. Yani en kötü durumda 20037,5km uzaktaki biriyle iletişim kurmamız gerekecek. Serverları da gözardı ediyorum, çünkü bu varsayımda client to client çalışıyor sistem, yoksa serverın yerine göre iki client ın ona olan uzaklığını toplama gerekecek. Tamamen gecikmesiz bir serverın 2 client arasında durduğunu da düşünebiliriz. Şimdi ışık hızını düşünüyoruz, 1.079.252.850 km/saat. Yani 1079252850 km uzaklığı 1 saatte alıyor. Bu sayıyı 3600 e bölersek, 1 saniyede "299792,45" km yol aldığını buluruz. Bakalım 20037,5 km uzaklığı ne kadar zamanda alacak.

Dünyadaki birbirine en uzak iki nokta arasındaki ışık gecikmesi = (20037,5/299792,45)*1000 = 66,8ms

Buna server için gereken uzaklıkları kattığımızda(genelde oyun serverları 3-4 bin km yakınlarımızda oluyor, Amerika'daki biri için belki daha kısa oluyordur bu, o yüzden bin km ekliyorum) ise sonuç (21037,5/299792,45)*1000 = 70,1 ms

Eğer buna modemlerimizin çalışmak için eklemesi gereken gecikmeyi, ISS lerin dağıtım noktalarının eklemesi gereken gecikmeyi, serverın bilgileri işleyip geri göndermesi için gereken gecikmeyi eklersek 100-120ms arasında bir gecikme beklenebilir ileride. Şu anda 200-250 arası bir şey elde ediyoruz Amerika ile aramızda. Tabi gezegenin ortasını delip fiber kablo geçirirlerse durum başka. Ama burdan anladığımız şu ki, başka gezegenlerdeki arkadaşlarımızla oyun falan oynanmaz 😀
 
Bir soru da benden belki çok basit çözümü vardır ama ben çözemedim

Yan komşum eve gelip modemini açınca benim adsl gidiyor , cihaz sinyal almıyor nedeni ne olabilir.?

Marka model aynı ama farklı şirketlerin abonesiyiz. Tel kablosuna baktım onunkiyle benimki alakasız yerlerden geçiyor . Modemi kapatıp açınca çoğunlukla hiç gelmiyor sadece nadiren gelip 1-2 dakika içinde gidiyor.Modemde kanal değiştirdim oda işe yaramadı, zaten modemle cihazların bağlantısında kesilme vs de yok.
 
Geçen online oyunlarda Amerika'lılarla niye oynayamıyoruz lan, teknoloji o kadar gelişti, hala dünyanın iki farklı ucu arasında düşük gecikmeli oyun oynayamıyoruz diyordum. Sonra teknoloji ne kadar gelişirse gelişsin(kablolarda oluşan kapasiteler, indüktansları göz ardı edip, dağıtım noktalarında ve modemlerde gecikmeyi 0 aldım) en fazla düşebileceğimiz gecikme kaç ms olur diye düşündüm. Ekvatorun uzunluğu 40075 km. Yani en kötü durumda 20037,5km uzaktaki biriyle iletişim kurmamız gerekecek. Serverları da gözardı ediyorum, çünkü bu varsayımda client to client çalışıyor sistem, yoksa serverın yerine göre iki client ın ona olan uzaklığını toplama gerekecek. Tamamen gecikmesiz bir serverın 2 client arasında durduğunu da düşünebiliriz. Şimdi ışık hızını düşünüyoruz, 1.079.252.850 km/saat. Yani 1079252850 km uzaklığı 1 saatte alıyor. Bu sayıyı 3600 e bölersek, 1 saniyede "299792,45" km yol aldığını buluruz. Bakalım 20037,5 km uzaklığı ne kadar zamanda alacak.

Dünyadaki birbirine en uzak iki nokta arasındaki ışık gecikmesi = (20037,5/299792,45)*1000 = 66,8ms

Buna server için gereken uzaklıkları kattığımızda(genelde oyun serverları 3-4 bin km yakınlarımızda oluyor, Amerika'daki biri için belki daha kısa oluyordur bu, o yüzden bin km ekliyorum) ise sonuç (21037,5/299792,45)*1000 = 70,1 ms

Eğer buna modemlerimizin çalışmak için eklemesi gereken gecikmeyi, ISS lerin dağıtım noktalarının eklemesi gereken gecikmeyi, serverın bilgileri işleyip geri göndermesi için gereken gecikmeyi eklersek 100-120ms arasında bir gecikme beklenebilir ileride. Şu anda 200-250 arası bir şey elde ediyoruz Amerika ile aramızda. Tabi gezegenin ortasını delip fiber kablo geçirirlerse durum başka. Ama burdan anladığımız şu ki, başka gezegenlerdeki arkadaşlarımızla oyun falan oynanmaz 😀

@Casablanca sen ne yaptın ya..? Şu led tv lerdeki görüntü işlemesi yüzünden olan input lag olayına ne diyorsun? 45 ms veriyor benim Lg la860v. Bunu düşürmenin yolu var mıdır?
 
Araştırdım, televizyonu oyun moduna alırsan input lag oldukça düşüyormuş. 45ms kabul edilebilir değil yoksa. Fotoğraf, film gibi şeylerde dinamik kontrast, dinamik parlaklık gibi özellikler daha hoş bir görüntü vereceği için biraz gecikme eklemesi normal. Ama 10-15ms den fazlasını beklemezdim ben 😀 Televizyona düzgün bir işlemci koymamışlar demek ki. Bu arada görüntü işleme ile ilgili çok bilgim yok. Ama led panelden led panele değişiyor o gecikmeler. Mesela TN ler en düşük gecikmeli, ama renkler kötü. IPS ler en yüksek gecikmeli, ama renkler muhteşem. Ben Va-Led kullanıyorum. Gecikmeler TN kadar düşük değil, renkler de IPS kadar iyi değil. Tam arasında beresinde 😀
 
Plazma Tv lerde yanlış bilmiyorsam gecikme 0 ms. Ama onlarda da uzun süre ekranda kalan bir logo ya da bir tablo zamanla iz bırakıyor. 45 ms kabul edilebilir ama FPS lerde durum değişiyor, hedef alırken o kadar fark ediyor ki.. Biraz da bu yüzden ben Ps 3'ümü sattım. Bir çözüm de bulamadım. O yirmi küsür bin liraya satılan OLED lerin bazılarında gecikme 99 ms yi buluyor. Biz bu tv lerde sadece film mi izleyeceğiz 😀 bunu düzeltsinler
 
İlginç ve hoş ama tellerin gerçek titreşimini yansıtmadığını, bu görüntünün kameranın çalışma prensibi ile ilgili bir artefakt olduğunu anlatıyor yazı.

Üstteki videonun viral vine olduğu söylenmiş, zaten çok belli değil mi? bu şekilde titresmesi olanaksız. Titrestigi yönlerden genlige kadar hemen herşey olanaksız görünüyor. Gerçek titreşimler alttaki videolarda
 
Evet evet, alttaki videoları da gördüm. İlk başta gerçek olabilir mi sandım , ilginç geldi, ancak kamera oyunuymuş. Bilmeyen için heyecan verici geliyor böyle şeyler 🙂 Bu arada viral vine nedir öğrenmiş oldum. Tellerin titreşim genliği (doğru mu kullandım tanımı?) çıplak gözle gördüğümüzden daha fazlaymış.
 
Açıklama istiyorum: Şu çok dijital ton dediğiniz ton nedir? Az dijital hangisi? Dijital neden tukaka? İnanın kışkırtma falan yok sorumda. Gerçekten dijital tondan kasıt nedir bilmiyorum ve öğrenmek istiyorum.

Peşin edit: Dijital nedir diye sormuyorum!
 
Açıklama istiyorum: Şu çok dijital ton dediğiniz ton nedir? Az dijital hangisi? Dijital neden tukaka? İnanın kışkırtma falan yok sorumda. Gerçekten dijital tondan kasıt nedir bilmiyorum ve öğrenmek istiyorum.

Peşin edit: Dijital nedir diye sormuyorum!
Hemen anlatayım. Şimdi tasarım sırasında kullandığımız formüller cart curtlar, analog devre elemanlarının modellemeleridir. Transistor, diyot, opamp falan onlara hiç girmeden sadece dirençten örnek veriyorum. Dirençleri 10-20 ohm diyerek tasarım yaparken lineer çalıştıklarını varsayıyoruz. Dünyanın ohm yasasına mükemmel bir şekilde uyduğunu varsayıyoruz (V=I*R). Ama gerçek hayatta öyle değil, tüm dirençler nonlinear dir. Sıcaklığa göre, manyetik alanlara göre, ona göre buna göre değerleri değişir, dolayısıyla davranışları da değişir. Şimdi çok karmaşık bir amfi devresini ele alalım, bunun içerisinde bir sürü transistor, diyot, direnç vs var. Hepsi mühendisler tarafından aynı modeller alınarak tasarlansa da, gerçek hayatta davranışları tam tamına o model gibi olmuyor. Yok bilmemnenin bilmem kaçıncı armoniğinde bi transistor, diğerine göre bazı frekanslarda azcık fazla gain veriyorsa, ton çok çok çok çok az değişebilir. Analog dünya böyle yani, kesinlikler yok, yazdığımız formüller vs. tam tamına doğru değeri vermiyor. Sadece belirli varsayımları yaptıktan sonra, belirli aralıklarda doğruluk payı olan değerleri veriyor. Çoğu amfi modellemesi (dijital amfiler diyelim), analog amfilerin, giriş sinyallerine nasıl cevap verdiği incelenerek tasarlanıyor. Yani matematiksel modeller kullanıyor. Ve başta anlattığım gibi matematiksel modeller dünyaya göre fazla mükemmel. Ondan dolayı da ton analog bir amfiden duyduğumuz tonla aynı olmuyor. Bu mükemmelsizliği elde etme amacıyla çok akıllı algoritmalar geliştiriyorlar tabi. O yüzden gün geçtikçe amfi modellemeleri biraz daha gerçekçi oluyor. (bkz: BIAS)

Şimdi gelelim çok dijital ton nedir, az dijital ton nedir. Buna en fazla bi benzetme verebilirim 😀 Çok dijital ton kare dalgadır, az dijital ton(analog diyelim) sinüs dalgasıdır. Kare dalga, sonsuz adet sinüs dalgasından oluşur. Dolayısıyla asla sinüslerden tam doğru bir kare dalgası yapılamaz. Müziğe çevirince; analog ekipman asla dijitalin yaratabileceği kadar keskin ve doğru sonuçlar oluşturamaz. Aynı şekilde sinüs dalga da sonsuz adet kare dalgasından oluşur. Ve asla kare dalgalardan tam doğru bir sinüs dalgası yapılamaz. Müziğe çevirince; dijital ekipman asla analogun yaratabileceği kadar akıcı ve doğal sonuçlar oluşturamaz.

Ama bu işin sosyal etkilerine gelirsek, beğenme, beğenmeme, ve bunların sebepleri gibi; bambaşka sonuçlar çıkar. Belki onun için de "Sosyolojinin, Ekonominin ve Bilumum Sosyal Meselelerin Er Meydanı" başlığı açılabilir 😀
 
Açıklama istiyorum: Şu çok dijital ton dediğiniz ton nedir? Az dijital hangisi? Dijital neden tukaka? İnanın kışkırtma falan yok sorumda. Gerçekten dijital tondan kasıt nedir bilmiyorum ve öğrenmek istiyorum.

Peşin edit: Dijital nedir diye sormuyorum!

Kabinden mikrofonla alınmış kaydın 10 kanal EQ ile eğile büküle kevgir haline getirilmiş halini ifade etmek için "oha nolmuş lan bu tona" demek yerine "abi çok dijital olmuş yea" denmesiyle ortaya çıkmış söylemdir.
 
Çok dijital ton kare dalgadır, az dijital ton(analog diyelim) sinüs dalgasıdır.
Yanlış bir tanımlama. Bu tanımlamaya göre high gain amplifikatörlerin tonu daha çok dijitalleştirdiği, clean amplifikatörlerin ise daha analog çıkış ürettiği anlaşılır. Halbuki kare dalga da basbayağı analog sinyaldir nihayetinde. Yanlış anlamayın, yermek veya küçümsemek amaçlı sormuyorum; ama hayatınızda hiç herhangi bir high gain amplifikatörün EQ katının girişine (yani mesela tüplü tasarımlarda, son katot izleyicinin çıkışına) osiloskop bağlayıp gözlemlediniz mi? Girişten uyguladığınız sinüs, EQ bloğuna gelene kadar tam keskin köşeli dikdörtgen darbelere dönüşüyor. Mükemmel bir kare dalga değil belki ama epi topu pozitif ve negatif alternans genlikleri farklı, hepsi bu. N'oldu yani, ton dijitalleşti mi? Keskin köşeli darbeler olmayınca daha mı analog oldu?

Ant Ağabey'in sorusuna naçizane şöyle bir cevap vermeye çalışayım: Bir kere analog sinyal süreklidir. Dijital sinyal ise süreksizdir. Süreksizliğin olduğu yerde de, özellikle yüksek frekanslarda, rahatsız edici tek numaralı harmonikler belirgin hale gelebilir. Bu belirginliği kulak ayırt edebiliyor ne yazık ki. İşte o zaman "dijitalleşmiş" diyoruz. Mesela distorsiyonlu (high gain) gitar tonunu cep telefonu hoparlöründen veya bir hi-fi hoparlörün tweeter'ından geliyor gibi duyduğumda "dijitalleşmiş" derim 🙂
 
Yanlış bir tanımlama. Bu tanımlamaya göre high gain amplifikatörlerin tonu daha çok dijitalleştirdiği, clean amplifikatörlerin ise daha analog çıkış ürettiği anlaşılır. Halbuki kare dalga da basbayağı analog sinyaldir nihayetinde. Yanlış anlamayın, yermek veya küçümsemek amaçlı sormuyorum; ama hayatınızda hiç herhangi bir high gain amplifikatörün EQ katının girişine (yani mesela tüplü tasarımlarda, son katot izleyicinin çıkışına) osiloskop bağlayıp gözlemlediniz mi? Girişten uyguladığınız sinüs, EQ bloğuna gelene kadar tam keskin köşeli dikdörtgen darbelere dönüşüyor. Mükemmel bir kare dalga değil belki ama epi topu pozitif ve negatif alternans genlikleri farklı, hepsi bu. N'oldu yani, ton dijitalleşti mi? Keskin köşeli darbeler olmayınca daha mı analog oldu?

Ant Ağabey'in sorusuna naçizane şöyle bir cevap vermeye çalışayım: Bir kere analog sinyal süreklidir. Dijital sinyal ise süreksizdir. Süreksizliğin olduğu yerde de, özellikle yüksek frekanslarda, rahatsız edici tek numaralı harmonikler belirgin hale gelebilir. Bu belirginliği kulak ayırt edebiliyor ne yazık ki. İşte o zaman "dijitalleşmiş" diyoruz. Mesela distorsiyonlu (high gain) gitar tonunu cep telefonu hoparlöründen veya bir hi-fi hoparlörün tweeter'ından geliyor gibi duyduğumda "dijitalleşmiş" derim 🙂
Bu yüzden hemen bir önceki cümlesini okumanızı tavsiye ediyorum. "Buna en fazla bi benzetme verebilirim". Analog ve dijitali sinüs ve kare dalgaya benzeterek analog ve dijital farkını daha iyi anlatmaktı amacım. Analog kare dalga tabiki de vardır, en azından devrelerde vs. kullanılan şekliyle. Ancak o filtrelerdeki vs. kapasitörlerin şarj olma, deşarj olma karakteristikleri yüzünden tam tamına bir kare dalga değildir. Olmasına da gerek yok zaten gerçek hayatta kullanmak için. Oysa kare dalganın fourier serisini açtığımızda, sonsuz sayıda frekansta sinüs bileşeni gerektiğini görürüz. Sonsuz sayıya ulaşmadan keserek analog olarak oluşturulabilir kare dalgalar yaratabiliyoruz. Bu demek değildir ki mükemmel kare dalga oluşturmak mümkündür. Oluşturamayız. İmkansız bir durum yani 😀

Benim söylemek istediğim, kare dalganın dijitallik kattığı değildi. Sadece benzetme amacı olarak kullanmaktı. Teorik olarak mükemmel kare dalga sadece dijital olarak oluşturulabilecekken, teorik olarak mükemmel sinüs dalgası sadece analog olarak oluşturulabilir. Dijitaldeki kare ile, dijitalde mükemmel bir sinüs asla oluşturamayız. Ve Analogtaki sinüs ile, analogta mükemmel bir kare asla oluşturamayız. Buradaki "teorik olarak mükemmel" ya da direk "mükemmel" kelimelerine dikkat çekmek istiyorum. Çünkü 100% istendiği gibi olmayacaktır. %99.9999999999999999999999999999 gibi bir doğruluk oranı da sağlanabilir. Sadece 100% olmayacaktır diyorum.

"Mükemmel kare dalga -> binary -> sayı -> matematik -> matematiksel modeller->amfi simülatörleri" gibi bir bağlantı kuralım

"Mükemmel sinüs dalga -> doğrusal olmayan elemanlar -> doğrusal olmayan cevaplar -> doğa -> tüplü amfiler" gibi de bir bağlantı kuralım

Şimdi mükemmel kare dalgaları, mükemmel sinüs dalgalarına yeterince yaklaştırarak (eşit yapmadan) doğayı matematiksel olarak modelleyebildiğimizi düşünün. Tamamen eşit yapamadığımız için aradaki küçük farklılıkları düşünün. İşte dijital ton - analog ton arasındaki fark o küçük aralıkta kalıyor.

Doğa = analog
Matematik = dijital
Gibi düşünürsek belki daha anlaşılabilir olabilir 🙂
 
Dirençten örnek verdiğin için ordan cevap vereyim. Direnç değeri sıcaklıkla değişir, hatta film dirençlerin endüktans bile barındırır, lakin bu neyi değiştirir? Frekans cevabını veya aktif elemanların çalışma noktalarını ama bunların önlemini alabiliyorsun. Çünkü direnclerde dahil devre elemanlarının kritik çalışma noktaları arasındaki tüm davranışları kataloglarında mevcut. Hem testleri hem matematiksel modelleri yıllar önce yapılmış. Örneğin direncin sıcaklık ile değeri arasındaki bagıntıyı veren denklemi 70li yıllarda yazılmış bir kitapta gördüm. Buna karşı önlem olara ilk aklıma gelen örnek ise BJT leri termal kaymayı engellemek için gerilim bölücülü kutuplamak.

Transistör katologlarında ise çok daha fazla ayrıntı var, sıcaklık şartlarına göre karakteristik değişimler, jonksiyonlar arası kapasiteler gibi her durumdaki veriler mevcut. Yani frekans cevabını etkileyebilecek tüm verilere sahipsin bu sebeple herhangi bir frekansta ön görmediğin bir kazanç olması olanaksız. Demem o ki analog elektronikte bahsettiğinin tam aksine bakir hiçbir yer kalmadı.

Çok dijital ton kare dalgadır, analog ton sinüs dalgadır benzetmesi; fuzz dijital, overdrive analog gibi duyulur demek. Ben buna katılmıyorum lakin katılan arkadaşlar olabilir bilemiyorum. Lakin sinyal şekilleri ile ilgili verdiğin örneğe katılıyorum, yinede eklemek istiyorum doğadaki tüm sinyaller sinüs ile ifade edilir. Yani elinde sinüs var ise her sinyali kusursuz üretirsin Örneğin bir sinüs sinyalini tüm tek harmonikleriyle toplarsan kusursuz bir kare dalga olusturursun. Analog sinyal doğru sonucun ta kendisidir, sonsuz çözünürlükteki gerçek sinyaldir. Dijital sinyal konusunda söylediklerine tamamen katılıyorum, lakin yüksek çözünürlükteki dijital işlenmiş bir sesi analogdan ayırt etmek pek mümkün değil. Bu sebepledir ki insanlar ipod ile dinlediği grupların tonunu nasıl alırım diye başlıklar açtığında altına analog ekipman listeleri diziliyor.
Konuya cevaben, benim gözlemim ilk olarak insanlardaki dijital ses algısının eski 4-8 bit çözünürlükteki sesler barındıran başta Atari olmak üzere tüm video oyunlarından geldiğidir. İkinci olarak analog sesin dijital olduğuna dair algı ise hoparlör çok düşük akımla sürmek, di box olmadan powerampsız bir miksere direk girmek, gitar pedalına kulaklık bağlamak gibi durumlarda ortaya çıkan cılız, tweeter vari seslerden ileri geliyor.
 
Yanlış kelime kullanımından ibaret. "Ses analog bir olgudur, dijital olamaz, ses bilgisi dijital olabilir." gibi bir sürü incik-cıncık detay yanlışının yanında, yukarıda abilerimin bahsettiği gibi, ses analog olarak işlenirken, istemli veya istemsiz olarak bir sürü doğrusal olmayan işlemden geçiyor. Dijital alanda ise ancak bunun modellemesi mümkün. Modelleme ise (biraz da detayın cılkını çıkararak söylüyorum), bırakın fiziki olarak çıkan sonucu, matematiksel olarak bile hiçbir zaman analog karşılığının %100'ünü tanımlayamaz (işte bunlar hep kuantum 😀 ).

Ama teknoloji gelişiyor, %99.9... gibi doğrulukta modellenmiş bir işlem ile analog karşılığı arasındaki farkı kulağıyla algılayan adamı(varsa) özel bir yerlere getirmek lazım, o kulak çok değerli. Bir yandan da insan düşünüyor, kare, üçgen v.s. dalgalarla üretilmiş, tamamen sentezleme ile yapılan elektronik müzikleri dinlerken, insanlar farketmelerine rağmen, kabullenip "yeaa bu çok dijital" demiyor, güzel güzel dinliyor. Ama iş gitar tonu konusuna gelince hemen "dijital bu". Misal, jfet'lerle ünlü amfilerin modellemesini yapan preamp pedallar var. Doğru bilgi faşistliğimizi burada da gösterip, bunlara "dijital yeaa" diyen arkadaşların alınlarına buse (tercihen Glasgow öpücüğü) kondurmamız gerektiğini düşünüyorum. 😀
 

Geri
Üst