Şurada kaldık
🙂 Benim gözümde, müzik endüstrisinin müziğe yaklaşımını özetleyebileceğim iki olaydan bahsetmek istiyorum.
Öncelikle, yazdıklarımın çoğu tecrübe ettiklerimdir. Bir kısmı gözlediklerim, bir kısmı da kafa yorduktan sonra ulaştığım sonuçlardır, farazi sallamıyorum.
İzmir’de sevilen bir grup var, bu grubun adını vermiyorum, çünkü anlaşmalı oldukları yapım şirketi ile sorun yaşamalarını istemem.
Bu arkadaşlar bundan 5-6 yıl önce güzel bir albüm hazırladılar, ve bitmiş kayıt ile yapım firmasının karşısına çıktılar. Firma işi çok beğendi, elemanları görüşmek için İstanbul’a çağırdı. Görüşmek için gittiklerinde ise cebren, önlerine bir kontrat kondu. Kontratı imzalamazlarsa o kapıdan bir daha giremeyecekleri gibi (veya o anlama gelen) bir uyarı yapıldı. Elemanlar biraz düşünüp, hem içlerindeki heyecan yüzünden, hem de böyle bir fırsatı geri tepmiş olmamak için imzayı atıp İzmir’e döndüler. Beklentileri en kısa sürede albümlerinin raflarda yerini almasıydı.
Albüm çeşitli bahane ve oyalamalarla tam 3 yıl sonra çıkarıldı. Çünkü firmanın elinde daha önce yatırım yaptıkları başka sanatçılar vardı ve bahsettiğim grubun albümünün yayınlanması, para yatırdıkları diğer sanatçıların işlerini gölgede bırakabilirdi. Firma, bu grubu başka bir firmanın da kapmasına izin vermedi. Böylece onları bir kafese koyup, zamanı gelince salarak, yatırımlarını en iyi şekilde idare etmiş oldular. Fakat bunu süper yetenekli genç insanların hayatlarından 3 sene çalarak başardılar.
Diğeri daha basit bir olaydı, fakat yaptığım çıkarım çok daha büyük oldu. Konu DJ'lik. Bir kaç sene önce bir arkadaşımız Miller’ın düzenlediği yarışmada finale kaldı. Sonra da canlı performans için final gecesine davet edildi. Kendisi de bana ve @
nastymachine ‘e sahnede çalmamız için ricada bulundu. Gittik. Güzel bir organizasyondu, çaldık indik. Fakat finalde, hem electronica tarzı çalışanlar, hem DJ'ler, hem beste ile katılan rock grupları hem cover yapan rock grupları birbirleri ile yarıştı. Bu bana biraz tuhaf geldi. Elmalar-armutlar..
Finalistin ödülünü de o gece öğrendim. Her kim birinci olacaksa ABD’de bir festivalde çalacaktı. Gerçekten büyük ve güzel bir ödül. Ama bir dakika! Ne yani şimdi 1.olan bir rock grubu olursa, beş kişiyi birden ABD’ye mi götürecekti organizasyon? Tabi ki hayır. Zaten birinci de 1 adet insan olan bir DJ oluverdi, 5 ayıdan mütevellit bir rock grubu değil. Neyse, zaten içtiğimiz bedava biralar bile bizim beklentimizin kat kat ötesindeydi. (bizde de vizyon bu kadarmış )
Ama doğru şimdi, amacı reklamını yapıp gitmek olan bir şirket, niye onca masrafa girsin? 1 tane DJ işte. Bir sandıkta tüm ekipmanı, diğer elinde bavulu, bir elinde pasaportu. Soundcheck yok, mikrofon yok, müzisyen kaprisi yok. Kısacası çok ama çok temiz, en önemlisi çok ucuz!
Birden yıllardır çözmeye çalıştığım şu DJ’lik müessesesinin akıl almaz yükselişine akıl erdirebilir olmuştum. Bu gün bile bir DJ’in ne yaptığını gerçekten ama gerçekten bilmem. Neden DJ’lik dersi verildiğini, neden DJ’lik yaparak bir insanın meşhur olabildiğini, hangi DJ’in iyi hangisinin kötü olduğunu kavrayamam. İnanın o gece de pür dikkat dinledim, yine anlamadım.
N’olur delikanlı olalım biraz. DJ’liği “aa kolay mı öyle”, “ bir sürü inceliği var o işin” ile lafa başlayarak çok yüce bir sanat gibi yedirmeye çalışmayalım irbirimize. E hakaretse de öyle olsun, ki kesinlikle hakaret etmiyorum, yok yok tamam etmiş olayım. Eyvallah, kapıda beklemenin de bir inceliği var dolmuşa binmenin de, limon sıkmanın da. Ama bunlar o işleri bir sanat yapmıyor benim gözümde. DJ’in DJ olmasının tek bir sebebi var, düşük maliyeti. Hem, eğlenen insanların, yukarıda bir cam kabinde oturan, karizmatik cihazları kontrol eden, sağ eliyle kulaklığını tutan ve kalabalığı yöneten bir ulaşılmaz tarafından yönlendiriliyor olduklarını bilmek hoşlarına gidiyor.
E o zaman? “Why pay more” demez mi gavur? Der. Sonuçta bu bir sanayi. Günün sonunda dükkan kar ile kapatılmalı. Bu da en ucuz ham maddeyi en yüksek kar ile satmakla mümkün.