A
albani
Horace Engdahl (ya da böyle bir şey) Nobel töreninde yazar hakkında yaptığı yararlı konuşmasında "Orhan Pamuk romanlarının temel itici gücü kıskançlıktır" tarzında bir şeyler söylemişti. çok doğru bir tanımlama olmuş bence; zaten Orhan Pamuk'un ödülü kabul konuşmasından İstanbul'a, Öteki Renkler'deki öyküsü Pencereden Bakmak'a kadar uzun uzun anlattığı ve diğer romanlarında da izi görülen babası/ailesiyle ilişkisini dikkate alırsak, bu tanımlamanın psikanalitik temelini sağlamış oluruz.
baştan söyleyeyim ben Orhan Pamuk'un büyük bir hayranıyım, Cevdet Bey ve Oğulları'ndan Gizli Yüz'e hatta son çıkan Babamın Bavulu'na kadar tüm kitaplarını okumamın dışında, canım sıkıldıkça Kara Kitap'tan, Benim Adım Kırmızı'dan bölümler açıp okurum: Kara Kitap'ı sıkıcı buluyorsanız bile bence alıp Galip'in hikayesini okumadan Celal Salik'in köşe yazılarını okuyarak ilerleyin: daha ilk yazı Boğaz'ın Suları Çekildiği Zaman'dan sizi etkisi altına alacağından eminim, beğenmediniz ise bir de Hikaye Anlatamayanların Hikayesi'ne, Uyuyamıyor Musunuz'a, ilginç bir akrostişi olan Öpüş'e atlayın; -Pascalvari bir mantıkla söylersek "kaybedecek bir şeyiniz yok ama beğenirseniz size çok şey katacağına eminim". her neyse diyordum ki kendim şahsen önyargılara varan bir Pamuk hayranı olduğum için yaptığım yorumlar tam olarak objektif olmayabilir, yine de tarafsız olmaya çalışıyorum ama yine de olamadığım yerler için şimdiden özür dileyeyim, en azından sağlıklı bir tartışma için, özgür dünya için! (bkz: altıkırkbeş yayınları arka kapak yazıları) 😀
bence orhan pamuk iyi bir yazar, çünkü:
müthiş bir hayalgücü var. bu hayalgücü özellikle romanlarının kurgusunda ortaya çıkıyor; özellikle Benim Adım Kırmızı ve Kara Kitap'ta. olayları değişik açılardan ele alan (objelerden hayvanlara!), "öteki"yi "ben"le aynı kılan yaratıcı bir kurgu sayesinde kitapları çok akıcı hale geliyor. evet, çoğu kişiye okuması zor gelen, sıkıcı bulunan Pamuk'un romanları bence en az Kara Kule kadar akıcı bir şekilde okunabilir.
bunun nedeni; kimilerine itici gelen, yazarın Tahsin Yücel'den Selim İleri'ye hatırı sayılır yazar tarafından Türkçe'yi kötü kullanmakla suçlanmasıyla aynı nedenden ileri geliyor: sonuna gelindiğinde başı zaten unutulmuş olan, uzuuun, (yazarın mimari okumasından oldukça iyi yaptığı) somut eşya/mekan tasvirleriyle ve psikolojik tasvirlerle dolu cümleler, hatta bazen cümle-paragraflar 😀. bence bu uzun, içten, çoğunlukla çocuksu bir hüviyette olan cümleler romanı sıkıcılıktan uzaklaştırıyor. zira tasvirler klasik romandaki gibi yapay, yapmacık değil; bir victor hugo'yla, balzac'la, henry james ile karşılaştırdığımda bu sonuca varıyorum en azından ben (iddia ettiğim pamuk'un onlardan daha iyi yazarlar olduğu değil, yanlış anlaşılmasın sadece üslup olarak akıcı olup olmama konusunu ele alıyorum. bence bir orhan pamuk romanı, bir h. james romanından daha hızlı okunur). üstelik okuduğum birçok iyi roman orjinal dilinden çevrildiği için dilde bir şeylerin kayboluğunu hissediyor insan. orhan pamuk okumanın bir ayrıcalıklı yanı da bu, yani her kitabı can yücel çeviremez öyle değil mi 😀. o yüzden hiç anlamam maureen freely ve güneli gün ingilizce'ye çevirince pamuk'u romanları daha iyi anlaşılmış, nobel almış diyenleri; devrik-uzun-dil bilgisi kurallarına uygun olmayan cümlelerin de bir güzelliği olamaz mı?
sonuç olarak bir orhan pamuk romanını, Hakkı Devrim köşe yazısı okuyormuş gibi okumak yerine Perihan Mağden köşe yazısı gibi okumak daha anlaşılır olacaktır. bu şekilde Türkçe'ye hakim olmayan ama zaten romanlarında da dil oyunları yapmayan (misal Sessiz Ev'de karakterler kendi yaşlarına özgü şekilde konuşmazlar, herkes Orhan Pamuk'tur) yazarın bu kendine has üslubunun aslında romanın kendisine güçlü bir hava kattığını anlayabilirsiniz. bunun için en iyi örnek herhalde Yeni Hayat'tır. "bir gün bir kitap okudum, hayatım değişti" diye başlar kitap ama başlangıçta asıl dikkat edilmesi gereken Novalis'ten yapılan alıntı: "aynı masalları dinlemelerine rağmen, ötekiler hiç böyle bir şey yaşamadılar". bence kitabın bütününde görülen o şairane, serbest dil romanın okunmasını daha eğlenceli bir hale getirip dramatik etkisini arttırdığından olumluyken, bir başkası bu üslubu itici, dilin kurallarına bağlı olmadığı için sevmeyebilir (orhan pamuk da kitabı içinden geldiği gibi yazdığını belirtmiştir --Benim Adım Kırmızı'dan sıkıldığı için başlamış bkz: Öteki Renkler) . bu kitapta da görülen yazarın ayrıntı takınıtısı da bu boyutta incelenebilir: bence ayrıntılar doğru kullanıldığı takdirde romanda atmosferi oluşturmada etkili. şöyle diyeyim kısaca: "benim zekamdan kuşkuya düşen saldırgan ve alaycı okura ben de saldırgan bir şekilde elinde tuttuğu kitabın her köşesine yeterince dikkat ve zeka gösterip göstermediğini sorayım mı?"
romanları modernlik ve postmodernlik arasında gidip gelen ve tam olarak ikisinden birine ait olmayan orhan pamuk'un postmodern taraflarından biri (belki de en önemlisi); arada hikaye bütünlüğünden koparak kendi sesini gerek "romanı yazan" karakter aracılığıyla, gerekse de bizzat kendi ismiyle duyurması: yeni hayat'ta yukarıdaki cümleyi yazan bir yerde kitabı yazdığını söyleyen baş karakter osman (pamuk öteki renkler'de osman isminin kendi ismine olan benzerliğine dikkat çeker), kara kitap'ta kitabın sonunu anlatan storyteller orhan pamuk, kar'da şair ka'nın arkadaşı romancı orhan, beyaz kale'yi aslında yazan sessiz ev'deki kardeşlerden faruk darvınoğlu vs vs...
şimdi bu da şöyle yapısal bir sorun oluşturuyor: orhan pamuk beyaz kale'de intihal yaptı, hayır faruk darvınoğlu yaptı! orhan pamuk yeni hayat'ta çok acemi bir dil kullandı; hayır osman yazdı! (metaforik konuşmuyorum 😀)
"ben yapmadım mickey yaptı" gibi olduğunu fark ettim ama mesela beyaz kale'nin sonuna orhan pamuk yazdığı incelemede kurguya bağlı olarak yazar faruk darvınoğlu'nun başka kitaplardan esinlenebileceğini belirtmiş, dostoyevski'nin beyaz gecelerinden evliya çelebi'ye birkaç isim de saymıştı.
intihal da tabi çok ağır bir suçlama. "gönderme, esinlenme, beğendiğin bir yazara/kitaba/filme saygı duruşu" gibi konseptleri biz internet çocukları daha iyi bilmeliyiz esasında (bkz: trivia). şimdi adamın biri çıkıp derse ki "orhan pamuk yeni hayat ismini dante'nin vita nova kitabından çaldı" tabi ki ciddiye alınmaz. bunlardan en dikkate değer olanı sanırım murat bardakçıoğlu'nunki. bardakçıoğlu'nun alıntıladığı yerleri okudum ve romandakiyle karşılaştırdım. ben orhan pamuk'un avukatı değilim en iyi savunmayı kendisi yapar ama bunca zaman yapmadığına göre herhalde ciddiye dahi almamış adamı. neden? bence:
bardakçıoğlu'nun intihal dediği yerler zaten kısacık olan romanın sadece basit birkaç giriş cümlesi. şöyle söyleyim: porno filmlerde hani asıl olaya geçmeden bir konu uydurulur ya; ama tabi sonra kimsenin umrunda olmaz, hatırlamayız bile bunu... işte pedro'nun günlüğünden alındığı iddia edilen cümlelerin/olayın da romanda tuttuğu yer bu. ki bunlar da çok basit cümleler ve çok basit bir olay: venedikten napoli'ye giden bir adam osmanlı korsanları tarafından tutsak edilir (ya da bunun gibi bir şey). anlatılan olay bu, birkaç da yazılması benim için dahi zor olmayan (haliyle Nobel ödüllü bir yazar tarafından hazmı daha kolay) birkaç cümle. bence fazla takılmayıp tamamen özgün olan romanın kalan bölümlerinden devam etmek gerek.
zira beyaz kale dr jekyll-mr hydevari bi "döppelganger" temasıyla Doğu-Batı ilişkisini oryantalist olmanın ötesinde - özgün bir şekilde anlatan hem politik bir allegorie, hem de orjinal bir Efendi-Köle öyküsü. farklılıkların, öteki-ben, doğu-batı, efendi-köle ayrımının yok olduğu; üstelik fonunda İhsan Oktay Anar'da gördüğümüz türde bir Osmanlı İstanbulu olan bir hikaye, bir masal.
ayrıca Murat Bardakçıoğlu'nun aynı yazısından orhan pamuk'a kızmasının asıl nedeni de fantastik: Pamuk'un İstanbul romanında Reşat Ekrem Koçu'yu eşcinsellikle "suçlaması". suçlamasısuçlamasısuçlamasısuçlaması...
İstanbul Hatıralar ve Şehir kitabını okuduysanız pamuk'un çok sevdiği "İstanbul milliyetçiliğini" oluşturan dört hüzünlü yazardan bahsettiği dikkatinizi çekmiştir. pamuk kitabın önemli bir bölümünü bu dört yazara ayırmış, onların hayat hikayelerinden, eserlerinden sübjektif bir şekilde bahsetmiş ve onları övmüştür (geçenlerde blog'unu takip ettiğim yeni zelandalı birinin bu kitapta okuduğu bir Ahmet Rasim alıntısından bahsetmesi sizce de hoş değil mi). ama söylediğim gibi sübjektif, Orhan Pamukvari bir şekilde.
bu şeklin nasıl olduğu Kara Kitap'ta geçer. Galip'in Celal Salik'in Mevlana ile ilgili yazdıklarını yorumlamasını okuyun, Şemsi Tebrizi'yi Kim Öldürdü? bölümünde sanırsam: Celal'in nasıl kendinin yerine Mevlana'yı okuyup köşe yazılarını ona göre yazdığını hatırlayın. en meşhur modern edebiyat temasını hatırlayın: bir başkası olma arzusu, kimlik sorunları, "ben neyim ben?" beyaz kale'den gizli yüz'e, kara kitap'a çok önemli bir Orhan Pamuk teması değil midir bu? daha önemlisi Stefan Zweig gibi başarılı biyografi yazarlarını incelediğimizde, yazarın kendisini incelediği adam yerine koyup yazmasının işlevsel olduğu iddia edilemez mi?
pamuk'un yaptığı da budur: kendisini R. E. Koçu yerine koyar ve o şekilde yazar. Koçu'nun İstanbul Ansiklopedisi'nden örnekler vererek, hayatındaki olaylara işaret ederek onun eşcinsel olduğunu iddia eder, anlayışlı ve sevecen bir şekilde; Bardakçıoğlu'nun bahsettiği gibi homofobik, seksist, erkek egemen bir dilde değil, onu asla suçlamaz, böyle bir sonuca nerden vardı merak konusu!
yazara Nobel kazandıracak kadar evrensel bir diğer tema da; esrar-arayış-İstanbul. Kara Kitap'ta Yeni Hayat'ta her kitabında ya asıl konu ya yan konu olarak bir şekilde içeri sızan kaybolan esrar ve onu arayan cinsel olarak tatminsiz, ailesiyle ilişkisi pasif-agresif, sevdiği kız kendisine yüz verse de aslında başkasına aşık "looser" ama sevecen, bağlı, refleksif, kıskanç erkek karakter ve fonda İstanbul!
şimdi bu hem yazarı özel kılar hem de onu belli bir formüle hapseder. objektif olmak gerekirse Orhan Pamuk'un hep bu konu çevresinde döndüğü, üslubunun da kendini tekrar ettiği aşikardır. bu hiç şüphesiz eksi bir puan yazar için ve bence orhan pamuk'un cesaretsiz, herkese yaranmaya çalışan, siyasi olarak korkak tavrıyla birlikte en büyük zaafı.
öte yandan bu zaaf aynı zamanda orhan pamuk'u özel kılan sebep de ironik olarak: demem o ki, pamuk istanbul'da anlattığı gibi çocuksu, ailesi tarafından şımartılmış, hep ilgi isteyen bir insan. onun çocuksu üslubu, aşk ve hayatı kavrayışı, gözlem yeteneği, kıskanç/şımarık/karizmatik karakterlerinin olması için böyle bir yaşam, böyle bir kültür gerekli! böyle bir kültürün advers etkileri de bu daha önce saydığım zaaflar işte: cesaretsizlik, tutukluk, yer yer yalakalık!
mesela yazar istanbul'da şöyle bir örnek verir: küçükken yaptığı bir resmi babası/annesi/öğretmeni sevince bir süre sonra hep aynı resmi çizmeye başlar, bu şekilde onların onu daha çok sevdiğini düşünür; bu şekilde resme ilgisi başlar. herhalde kitaplarının konularındaki aynılık, formülizasyon da bununla alakalı 😀.
her neyse çok uzattım, yazarın kitapları ve siyasi düşüncelerini başka bir posta erteleyip son olarak yazarın Nobel'i hak ederek aldığını düşünüyorum: bence Yaşar Kemal ile birlikte Türkçe'de Nobel alabilecek kapasitede tek yazar oydu aldı da, ne mutlu biz hayranlarına 😉...
baştan söyleyeyim ben Orhan Pamuk'un büyük bir hayranıyım, Cevdet Bey ve Oğulları'ndan Gizli Yüz'e hatta son çıkan Babamın Bavulu'na kadar tüm kitaplarını okumamın dışında, canım sıkıldıkça Kara Kitap'tan, Benim Adım Kırmızı'dan bölümler açıp okurum: Kara Kitap'ı sıkıcı buluyorsanız bile bence alıp Galip'in hikayesini okumadan Celal Salik'in köşe yazılarını okuyarak ilerleyin: daha ilk yazı Boğaz'ın Suları Çekildiği Zaman'dan sizi etkisi altına alacağından eminim, beğenmediniz ise bir de Hikaye Anlatamayanların Hikayesi'ne, Uyuyamıyor Musunuz'a, ilginç bir akrostişi olan Öpüş'e atlayın; -Pascalvari bir mantıkla söylersek "kaybedecek bir şeyiniz yok ama beğenirseniz size çok şey katacağına eminim". her neyse diyordum ki kendim şahsen önyargılara varan bir Pamuk hayranı olduğum için yaptığım yorumlar tam olarak objektif olmayabilir, yine de tarafsız olmaya çalışıyorum ama yine de olamadığım yerler için şimdiden özür dileyeyim, en azından sağlıklı bir tartışma için, özgür dünya için! (bkz: altıkırkbeş yayınları arka kapak yazıları) 😀
bence orhan pamuk iyi bir yazar, çünkü:
müthiş bir hayalgücü var. bu hayalgücü özellikle romanlarının kurgusunda ortaya çıkıyor; özellikle Benim Adım Kırmızı ve Kara Kitap'ta. olayları değişik açılardan ele alan (objelerden hayvanlara!), "öteki"yi "ben"le aynı kılan yaratıcı bir kurgu sayesinde kitapları çok akıcı hale geliyor. evet, çoğu kişiye okuması zor gelen, sıkıcı bulunan Pamuk'un romanları bence en az Kara Kule kadar akıcı bir şekilde okunabilir.
bunun nedeni; kimilerine itici gelen, yazarın Tahsin Yücel'den Selim İleri'ye hatırı sayılır yazar tarafından Türkçe'yi kötü kullanmakla suçlanmasıyla aynı nedenden ileri geliyor: sonuna gelindiğinde başı zaten unutulmuş olan, uzuuun, (yazarın mimari okumasından oldukça iyi yaptığı) somut eşya/mekan tasvirleriyle ve psikolojik tasvirlerle dolu cümleler, hatta bazen cümle-paragraflar 😀. bence bu uzun, içten, çoğunlukla çocuksu bir hüviyette olan cümleler romanı sıkıcılıktan uzaklaştırıyor. zira tasvirler klasik romandaki gibi yapay, yapmacık değil; bir victor hugo'yla, balzac'la, henry james ile karşılaştırdığımda bu sonuca varıyorum en azından ben (iddia ettiğim pamuk'un onlardan daha iyi yazarlar olduğu değil, yanlış anlaşılmasın sadece üslup olarak akıcı olup olmama konusunu ele alıyorum. bence bir orhan pamuk romanı, bir h. james romanından daha hızlı okunur). üstelik okuduğum birçok iyi roman orjinal dilinden çevrildiği için dilde bir şeylerin kayboluğunu hissediyor insan. orhan pamuk okumanın bir ayrıcalıklı yanı da bu, yani her kitabı can yücel çeviremez öyle değil mi 😀. o yüzden hiç anlamam maureen freely ve güneli gün ingilizce'ye çevirince pamuk'u romanları daha iyi anlaşılmış, nobel almış diyenleri; devrik-uzun-dil bilgisi kurallarına uygun olmayan cümlelerin de bir güzelliği olamaz mı?
sonuç olarak bir orhan pamuk romanını, Hakkı Devrim köşe yazısı okuyormuş gibi okumak yerine Perihan Mağden köşe yazısı gibi okumak daha anlaşılır olacaktır. bu şekilde Türkçe'ye hakim olmayan ama zaten romanlarında da dil oyunları yapmayan (misal Sessiz Ev'de karakterler kendi yaşlarına özgü şekilde konuşmazlar, herkes Orhan Pamuk'tur) yazarın bu kendine has üslubunun aslında romanın kendisine güçlü bir hava kattığını anlayabilirsiniz. bunun için en iyi örnek herhalde Yeni Hayat'tır. "bir gün bir kitap okudum, hayatım değişti" diye başlar kitap ama başlangıçta asıl dikkat edilmesi gereken Novalis'ten yapılan alıntı: "aynı masalları dinlemelerine rağmen, ötekiler hiç böyle bir şey yaşamadılar". bence kitabın bütününde görülen o şairane, serbest dil romanın okunmasını daha eğlenceli bir hale getirip dramatik etkisini arttırdığından olumluyken, bir başkası bu üslubu itici, dilin kurallarına bağlı olmadığı için sevmeyebilir (orhan pamuk da kitabı içinden geldiği gibi yazdığını belirtmiştir --Benim Adım Kırmızı'dan sıkıldığı için başlamış bkz: Öteki Renkler) . bu kitapta da görülen yazarın ayrıntı takınıtısı da bu boyutta incelenebilir: bence ayrıntılar doğru kullanıldığı takdirde romanda atmosferi oluşturmada etkili. şöyle diyeyim kısaca: "benim zekamdan kuşkuya düşen saldırgan ve alaycı okura ben de saldırgan bir şekilde elinde tuttuğu kitabın her köşesine yeterince dikkat ve zeka gösterip göstermediğini sorayım mı?"
romanları modernlik ve postmodernlik arasında gidip gelen ve tam olarak ikisinden birine ait olmayan orhan pamuk'un postmodern taraflarından biri (belki de en önemlisi); arada hikaye bütünlüğünden koparak kendi sesini gerek "romanı yazan" karakter aracılığıyla, gerekse de bizzat kendi ismiyle duyurması: yeni hayat'ta yukarıdaki cümleyi yazan bir yerde kitabı yazdığını söyleyen baş karakter osman (pamuk öteki renkler'de osman isminin kendi ismine olan benzerliğine dikkat çeker), kara kitap'ta kitabın sonunu anlatan storyteller orhan pamuk, kar'da şair ka'nın arkadaşı romancı orhan, beyaz kale'yi aslında yazan sessiz ev'deki kardeşlerden faruk darvınoğlu vs vs...
şimdi bu da şöyle yapısal bir sorun oluşturuyor: orhan pamuk beyaz kale'de intihal yaptı, hayır faruk darvınoğlu yaptı! orhan pamuk yeni hayat'ta çok acemi bir dil kullandı; hayır osman yazdı! (metaforik konuşmuyorum 😀)
"ben yapmadım mickey yaptı" gibi olduğunu fark ettim ama mesela beyaz kale'nin sonuna orhan pamuk yazdığı incelemede kurguya bağlı olarak yazar faruk darvınoğlu'nun başka kitaplardan esinlenebileceğini belirtmiş, dostoyevski'nin beyaz gecelerinden evliya çelebi'ye birkaç isim de saymıştı.
intihal da tabi çok ağır bir suçlama. "gönderme, esinlenme, beğendiğin bir yazara/kitaba/filme saygı duruşu" gibi konseptleri biz internet çocukları daha iyi bilmeliyiz esasında (bkz: trivia). şimdi adamın biri çıkıp derse ki "orhan pamuk yeni hayat ismini dante'nin vita nova kitabından çaldı" tabi ki ciddiye alınmaz. bunlardan en dikkate değer olanı sanırım murat bardakçıoğlu'nunki. bardakçıoğlu'nun alıntıladığı yerleri okudum ve romandakiyle karşılaştırdım. ben orhan pamuk'un avukatı değilim en iyi savunmayı kendisi yapar ama bunca zaman yapmadığına göre herhalde ciddiye dahi almamış adamı. neden? bence:
bardakçıoğlu'nun intihal dediği yerler zaten kısacık olan romanın sadece basit birkaç giriş cümlesi. şöyle söyleyim: porno filmlerde hani asıl olaya geçmeden bir konu uydurulur ya; ama tabi sonra kimsenin umrunda olmaz, hatırlamayız bile bunu... işte pedro'nun günlüğünden alındığı iddia edilen cümlelerin/olayın da romanda tuttuğu yer bu. ki bunlar da çok basit cümleler ve çok basit bir olay: venedikten napoli'ye giden bir adam osmanlı korsanları tarafından tutsak edilir (ya da bunun gibi bir şey). anlatılan olay bu, birkaç da yazılması benim için dahi zor olmayan (haliyle Nobel ödüllü bir yazar tarafından hazmı daha kolay) birkaç cümle. bence fazla takılmayıp tamamen özgün olan romanın kalan bölümlerinden devam etmek gerek.
zira beyaz kale dr jekyll-mr hydevari bi "döppelganger" temasıyla Doğu-Batı ilişkisini oryantalist olmanın ötesinde - özgün bir şekilde anlatan hem politik bir allegorie, hem de orjinal bir Efendi-Köle öyküsü. farklılıkların, öteki-ben, doğu-batı, efendi-köle ayrımının yok olduğu; üstelik fonunda İhsan Oktay Anar'da gördüğümüz türde bir Osmanlı İstanbulu olan bir hikaye, bir masal.
ayrıca Murat Bardakçıoğlu'nun aynı yazısından orhan pamuk'a kızmasının asıl nedeni de fantastik: Pamuk'un İstanbul romanında Reşat Ekrem Koçu'yu eşcinsellikle "suçlaması". suçlamasısuçlamasısuçlamasısuçlaması...
İstanbul Hatıralar ve Şehir kitabını okuduysanız pamuk'un çok sevdiği "İstanbul milliyetçiliğini" oluşturan dört hüzünlü yazardan bahsettiği dikkatinizi çekmiştir. pamuk kitabın önemli bir bölümünü bu dört yazara ayırmış, onların hayat hikayelerinden, eserlerinden sübjektif bir şekilde bahsetmiş ve onları övmüştür (geçenlerde blog'unu takip ettiğim yeni zelandalı birinin bu kitapta okuduğu bir Ahmet Rasim alıntısından bahsetmesi sizce de hoş değil mi). ama söylediğim gibi sübjektif, Orhan Pamukvari bir şekilde.
bu şeklin nasıl olduğu Kara Kitap'ta geçer. Galip'in Celal Salik'in Mevlana ile ilgili yazdıklarını yorumlamasını okuyun, Şemsi Tebrizi'yi Kim Öldürdü? bölümünde sanırsam: Celal'in nasıl kendinin yerine Mevlana'yı okuyup köşe yazılarını ona göre yazdığını hatırlayın. en meşhur modern edebiyat temasını hatırlayın: bir başkası olma arzusu, kimlik sorunları, "ben neyim ben?" beyaz kale'den gizli yüz'e, kara kitap'a çok önemli bir Orhan Pamuk teması değil midir bu? daha önemlisi Stefan Zweig gibi başarılı biyografi yazarlarını incelediğimizde, yazarın kendisini incelediği adam yerine koyup yazmasının işlevsel olduğu iddia edilemez mi?
pamuk'un yaptığı da budur: kendisini R. E. Koçu yerine koyar ve o şekilde yazar. Koçu'nun İstanbul Ansiklopedisi'nden örnekler vererek, hayatındaki olaylara işaret ederek onun eşcinsel olduğunu iddia eder, anlayışlı ve sevecen bir şekilde; Bardakçıoğlu'nun bahsettiği gibi homofobik, seksist, erkek egemen bir dilde değil, onu asla suçlamaz, böyle bir sonuca nerden vardı merak konusu!
yazara Nobel kazandıracak kadar evrensel bir diğer tema da; esrar-arayış-İstanbul. Kara Kitap'ta Yeni Hayat'ta her kitabında ya asıl konu ya yan konu olarak bir şekilde içeri sızan kaybolan esrar ve onu arayan cinsel olarak tatminsiz, ailesiyle ilişkisi pasif-agresif, sevdiği kız kendisine yüz verse de aslında başkasına aşık "looser" ama sevecen, bağlı, refleksif, kıskanç erkek karakter ve fonda İstanbul!
şimdi bu hem yazarı özel kılar hem de onu belli bir formüle hapseder. objektif olmak gerekirse Orhan Pamuk'un hep bu konu çevresinde döndüğü, üslubunun da kendini tekrar ettiği aşikardır. bu hiç şüphesiz eksi bir puan yazar için ve bence orhan pamuk'un cesaretsiz, herkese yaranmaya çalışan, siyasi olarak korkak tavrıyla birlikte en büyük zaafı.
öte yandan bu zaaf aynı zamanda orhan pamuk'u özel kılan sebep de ironik olarak: demem o ki, pamuk istanbul'da anlattığı gibi çocuksu, ailesi tarafından şımartılmış, hep ilgi isteyen bir insan. onun çocuksu üslubu, aşk ve hayatı kavrayışı, gözlem yeteneği, kıskanç/şımarık/karizmatik karakterlerinin olması için böyle bir yaşam, böyle bir kültür gerekli! böyle bir kültürün advers etkileri de bu daha önce saydığım zaaflar işte: cesaretsizlik, tutukluk, yer yer yalakalık!
mesela yazar istanbul'da şöyle bir örnek verir: küçükken yaptığı bir resmi babası/annesi/öğretmeni sevince bir süre sonra hep aynı resmi çizmeye başlar, bu şekilde onların onu daha çok sevdiğini düşünür; bu şekilde resme ilgisi başlar. herhalde kitaplarının konularındaki aynılık, formülizasyon da bununla alakalı 😀.
her neyse çok uzattım, yazarın kitapları ve siyasi düşüncelerini başka bir posta erteleyip son olarak yazarın Nobel'i hak ederek aldığını düşünüyorum: bence Yaşar Kemal ile birlikte Türkçe'de Nobel alabilecek kapasitede tek yazar oydu aldı da, ne mutlu biz hayranlarına 😉...