Mahcem, abi, advanced course filan diyorsun ama, brutal’cıların filan yazdıklarıma bakmak isteyeceklerinden emin değilim pek.
Her zaman her dalda, her sanat akımında yeni eğilimler hemen önceki kuşaklar tarafından hor görülür, ama kendileri de kendilerinden sonrakileri hor görmeye başlar ya, havaifişek gibi patlamış gencecik bir rock’çıyken kendime aynı şeyi yapmayacağım yolunda söz vermiştim. Bizden sonrakiler –ve özellikle şimdikiler- beni ne kadar zorlasalar da sanırım bu sözümü tutabildim.
Belki de sadece rock’a özgü olan bir şey var: Bu sahnede her tür eğilim kendini gerçekleştirebiliyor. Her tür duygusal, düşünsel, politik, etnik, artistik eğilim, birbirlerinin ne kadar zıddı da olsalar kendini rock’la ifade edebiliyor, ki bu iyi bir şey.
Herkesin bir dünyası, duygusal mefhumsal alışkanlıkları var. Yürek nerede çarpıyorsa orada hayat var. Bu yüzden –konu burada teknikten ibaret de olsa- yüksek perdeden abi abi konuşuyor durumuna düşmek istemem kimse için.
Çünkü, şunu söylememek mümkün değil: Kimi bazı vokal eğilimlerini ‘vokal tekniği’ olarak kabul etmek imkansız bir şeymiş gibi geliyor bana.
Bilirsiniz ya, bir kırmızı çizgi vardır; hani ibreler filan. Bir limit çizgisi olduğu için bir uyarıdır da. Rock’çının hayattaki karakterini de güzel örnekliyor bu. Çekinik davranır ve kırmızı çizgiden uzak durursanız müziğiniz sönük ve cansız olur; dolayısıyla güçlü bir sound ve kanlı canlı ruh halleri için ona mümkün olduğu kadar yaklaşmak istersiniz. (Uçurumun kıyısında hoplayıp zıplamak ve bundan haz duymak durumu diyelim buna. Hem manzara da –bu örnek bir yandan Quadrophenia’nın son sahnesini hatırlatsa da- en çok uçurumun tepesinden bakıldığında güzeldir; görkemli ve etkileyicidir.) Ötesiyse ‘overload’dur tabii: Kırmızıyı çok da fazla aşmamak gerekir, çünkü sound bir kaosa dönüşebilir, adamımız uçurumdan düşebilir; hani alkolü fazla kaçırırsanız yatak döşek serilirsiniz falan.
Rock da genel karakterini hem sound’da, hem de –rock tarihini hatırlayın- hayat tarzlarında, ‘limitleri zorlama’ arzusuyla kazandı. Ampliler olabildiğince köklendi, Keith Moon davullarını patlatmaya, Townshend gitarlarını kırmaya girişti, speaker konisine hazmedebileceğinden yüksek sinyaller yollandı ve distortion böylece, kendiliğinden ortaya çıktı. Rock limitleri zorladığının ifadesini distortion’da böylece pek güzel bulmuş oldu.
Ancak her zaman her alanda olduğu gibi, ardıllar işi daha ileri götürmek istediler doğal olarak; ve zaman içinde, bir zamanın en hard grubu olan The Who’dan bugünkü brutal’cılara kadar geldik.
Bugünkü kimi vokal eğilimleri gırtlakta yapılabilecek distortion olayının en ileri durumu. Öyle görünüyor ki kırmızı çizginin ötesinde olmayı seviyorlar.
Sürekli olarak distorte edilen speaker konisi tabii ki normalden daha çabuk eskir. Parası olan yenisini alabilir tabii, ama gırtlak söz konusu olduğunda bu ne kadar geçerli olur bilmem.
Diğer yandan bir punk’çıya ‘no future’ desturunun pozitifleri ya da negatifliğiyle ilgili makale yazarak hitap etmek ne kadar saçma olursa, beni yeni metal imgelemlerinin temel niteliklerini sorgulamak zorunda bırakacak bu vokal alışkanlıklarını teknik gözle yargılamak o kadar yersiz olur sanırım.
Gillan ve Dio’nun teknikleri mükemmeldi; bu yüzden yaşları dinamik rock konserleri için epey ilerlemiş olmasına rağmen hala koca koca konserleri götürebiliyorlar; Brian Johnson’sa ne alemde bilmem.
Ama bu konuda son söz olarak en iyisi, ‘sürekli distorte edilen gırtlak için de mutlaka –ki arada duyuyorum- uygun stiller vardır’ demekle yetineyim.
Genele gelirsek, yeni solistlere yazıyla önerilerde bulunmak güç. Ancak belki ufak tefek birşeyler söylenebilir:
- Temrinler önemli. Hem sesinize olan hakimiyetinizi geliştirip pekiştirmek, hem kulağın seslere olan duyarlılığını geliştirmek, hem de ses tellerinin sağlığı açısından.
- Sağlık ve halihazırdalık: Temrinler ses tellerini yumuşatır: Ses telleri kullanılmadıkça gerginleşir. Bu yüzden performans öncesinde mutlaka ses açmak ve bunu gırtlağı distorte etmeden, natürel sesle yapmak lazım. (Aslında temrinlere performansın çok öncesinden başlamalı. Ses sık sık ısıtılmalı ve ses telleri çalıştırılmalı. Performanslar tek tük değilse bu temrin işini alışkanlık edinmek en iyisi.) Performans öncesinde ve sonrasında bir süre sigara içmemek en doğrusu.
- Ses kendini sağlam biryerlere dayamak ister: Vücudun ve bünyenin gücü de önemli. Bünye güçsüz düştüğünde bunun sesinize direkt olarak yansıdığını görürsünüz. Dolayısıyla sesini ciddiye alan kendisine de bakmalı. (Ciddiye alan –mümkünse- performans öncesinde sex de yapmasa iyi olur.
😉 )
- Temrinler: Genel alışkanlığı örnekleyeyim: Bir klavyede, piano gibi natürel bir sesle, tek sesle başlanabilir: Duyulan ses ‘aa’, ‘oo’, ‘uu’, ‘ii’ (ve sessiz harfli başlangıçlar da katılabilir buna: ‘ma – me – mi - mo – mu’ vs) şeklinde sesi uzatarak yinelenebilir. La’dan başladınız diyelim, aşağı inerek ya da yukarı çıkarak basılan sesler yinelenerek gezilebilir. (Gezilen alan ses açıldıkça sınırlarına dek zamanla genişler.) Sonra iki sese geçersiniz: Diyelim ki birlikte do-mi bastınız, do ve sonra mi’yi ardarda söylersiniz ve bu şekilde ‘aa’lar ‘oo’lar filanlarla yine oktav oktav gezersiniz. Sonra üç sese geçersiniz: Doo-mii-sool, vs. Sonra da dörtlülere. (Konservatuara giriş sınavlarında dört ses basarlar ve bütün sesleri net olarak duyup duymadığınıza, söyleyip söyleyemediğinize bakarlar.) Bu temrinler ses için olduğu kadar kulak için de iyi. Temrin yaptıkça kulağınızın da giderek daha iyi duyduğunu, sesleri daha iyi ayırdedebildiğini görürsünüz: ‘Do-Mii-SolDiyez-Doo’, hatta ‘La-DoDiyez-Re-Sol-SiBemoool’ falan. That’s a nice challenge!
- Nefes temrinleri: Özellikle vakit ayırmak gerekmez. Otobüs bekliyorken, yemek yapıyorken, kalorifer peteklerinin havalarını almak üzere dolanırken falan, akla geldikçe yapılabilir: Düzgün biçimde bol nefes alın ve tuttuğunuz o nefesi yavaş yavaş, titretmeden verin mesela. Veya kesik kesik verin ama bunu ani boşalmalara meydan vermeden, nefesi her seferinde aynı oranda vererek yapın. Bu egzersizler diyafram çalıştırır ve acayip faydalıdır. (Nefesi karnına almak ve göğsüne almak arasında da fark var, ama buna kafa yormamak sanırım daha iyi. Şarkı söylerken vücut nefesi ne zaman neresine alacağını zaten otomatikman ayarlıyor; fazla teknik düşünmek işin tadını kaçırabilir.)
‘Tekniğe fazla kafa yormak’ demişken söyleyeyim şunu da: Önceki kimi yazılarıma baktım da, biraz akademizm düşmanı gibi davranmışım gibi hissettim. Bu pek doğru değil; sadece içimde yerleşikleşmiş bir tepki var galiba: Teknik mantık ön plana geçince huysuzlanıyorum niyeyse. Şöyle bir duruma götürebiliyor insanı: Kırkayak yürümesini gayet iyi bilir hani. Ama aklı mantığı biraz daha gelişmiş olsa da ona yürümeye hangi ayakla başlayacağını sorsanız, hatta mesela bilmemkaçıncı ayağıyla başlaması gerektiğini söyleseniz ne yapardı acaba? Bu, doğal olarak olagelen bir şeye engel bir akılcılık sayılmaz mı? Neyse işte, teknik bilgi önemli, değerbilmez değilim aslında.
Mesela,
Atalay demiş ki:
Vokal konusu tabii ki hem teknik hem de duygusal ögelerin birleşimiyle doruğa çıkar. Kimi bunu bilmeden içten gelerek ve genetik yeteneğiyle, kim de eğitimle kendinin farkına vararak ve çabalayarak yapar.
Aynen katılıyorum. “Rock’çı adam kalıpların ötesine geçmek ve özgün (kendi sanatının efendisi) olmak istiyorsa, seri olarak operacı vs üreten bir okula (ekole) kapılmamalı” demek istiyordum orada. Çünkü o halde olsa olsa 'iyi bir icracı' olursunuz, ama rock düşlem gücü de istiyor.
(Bu arada, tekniği ön planda tutmaktansa hayalgücünü işlerlikte, ruhu ve yaratıcılığı aktif tutacak bir yol izlemenin pratiğini yapmış olarak konuştuğumu da söyleyeyim: Konservatuarda teknik ve teorik eğitim alıyor olmama rağmen, o sıralarda birkaç sene temel müzik dersleri verdiğim bir çocukla ilgilenirken öylesi bir yol izlemiş, majör minör gamları a, b, c diye sıralamaktansa onu en baştan beste yapmaya alıştırarak, seslerin doğal düzenini deneyip uygulayarak ‘ve duygulanarak’ öğrenmesini istemiş, sekiz sene sonra döndüğümde onu süper bir flemenco gitarcısı olmuş bulmuştum. Bu öncelikle kendi yeteneğiyle ilgili bir şey tabii, ama bu bana izlediğim yolun yanlış olmadığını da gösteriyor doğrusu.)
Benden şimdilik bu kadar beyler.