Side Effects: Bir takım psikolojik sıkıntılar yaşayan genç bir kadına verilen deneysel bir ilaç ve ortaya çıkan yan etkilerin sebep olduğu. Başrolde Jude Law, Rooney Mara, yan rolde Catherine-Zeta Jones'un olduğu psikolojik gerilim. Başlarken yaygın antidepresan kullanımına bir eleştiri diye düşünüyorsun, bittiğinde çok alakasız bir yerde buluyorsun kendini.
Music Within: Richard Pimentel adlı Amerikalı ünlü konuşmacının hikayesi. Gençliğinde Vietnam'da savaşıp yaralanıyor ve sağır oluyor. Evine dönüp özürlüler yararına çalışmaya başlıyor. Amerika'da bir dönem engelli insanların topluma karışması hoşgörülmediği gibi bazı kısıtlamaları da varmış. Bunları hiç bilmiyordum. Film akıp giderken bu konulara değiniyor hep. Cerebral Palsy denen beyin felcinden muzdarip Art Honeyman rolünde bir Michael Sheen var ki çok sonradan tanıdım onu. Öyle bir oyunculuk yok. Gerçek hayat hikayesi ama hiç öyle belgesel tadında değil, çok da keyifli bir film.
The Informant: Başrolünde başarılı ve kendisinden beklenmeyecek kıvraklıkta bir rolle Matt Damon olan şirket yolsuzlukları filmi. Çalıştığı şirkette bir takım yolsuzluklar döndüğü için FBI ile işbirliği yapan adam ve dallanıp budaklanan olaylar. Kim suçlu kim suçsuz belli olmayan, bu sefer kim yanacak diye düşündüren, komplo teorileriyle dolu eğlenceli film. Başladığı gibi gidiyor, tempo ne yükseliyor ne düşüyor ama izletiyor kendini.
Only God Forgives: Yukarıda illnino da yazmış, Drive'ın yönetmeninin yeni filmi. Spor salonu işleten, arka planda uyuşturucu kaçakçılığı yapan iki kardeş var. Bunlardan biri küçük yaşta bir kız çocuğuyla para karşılığı ilişkiye giriyor ve onu öldürüyor. Polis teşkilatı cinayeti çözmesi için intikam meleği lakaplı eski bir polisi çağırıyor. O da kız çocuğunun babasını getirtip katille başbaşa bırakıyor. Adam elemanı döverek öldürüyor ve bir tür intikam kovalamacası başlıyor. Hikaye Bangkok'da geçiyor ve aşırı şiddet içeren izlemesi zor sahneler içeriyor. Görsellik gene çok iyi, her karesi fotoğraf gibi ince işlenmiş. Diyaloglar çok geri planda. Baştan sona bir takım soyut anlamlar, metaforlar içerdiği için biraz zor film. Sevmeyen olacaktır ama izlemeye değer, mümkünse yüksek görüntü kalitesiyle.
Liberal Arts: Josh Radnor'dan gene Ted Mosby'nin maceraları tadında ama çok tatlı bir film. Hani beklentiyi yükseltmek için söylemiyorum ama Before Sunset serisini seven bunu da sever. Konusu da her erkeğin başına gelebilitesi olan ilişkilerde yaş farkı üzerine kurulmuş. 35 yaşındaki Ted Mosby (filmdeki adı Jesse), yıllar sonra mezun olduğu üniversiteye ziyarete gidiyor ve orada 19 yaşında bir kızla tanışıyor. Bol bol kitaplardan, müzikten konuşuyorlar. Konuştukça birbirlerine kapılıyorlar. Adamı yormadan diyaloglarıyla akan, kaave eşliğinde pazar sabahı filmi. Biter bitmez kitaba sarılıp saatlerce okuyasın geliyor. Olsen ikizlerinin küçük kızkardeşleri varmış çok da güzelmiş. Başrolde kendisi.
Oblivion: Aylardır kaliteli ripini beklediğimiz Tom Cruise'lu bilim-kurgu. Dünyaya uzaylılar saldırmış, savaşı insanlar kazanmış ama gezegen yaşanmaz hale gelmiş. Dünya halkı başka gezegenlere göç etmek zorunda kalmış. Geride dünya yörüngesinde bir gemi ve o gemiye bağlı dünya yüzeyinde bazı görevlere çıkan ekipler bırakılmış. Adamımız Tom bu ekiplerden birinde görevli.
Eleştiri de aldı, beğenen de çok oldu ve bence içerdiği bütün klişelere rağmen iyi film. Yönetmen filmi çekerken gerçek mekanlardan görüntü almış. Misal faal durumdaki bir volkanın tepesinde çekim yapıp bulutların tepesinden bakma hissini o görüntüyle vermiş, efekt kullanmamış. Morgan Freeman burda da oynamış, oyunculuğu ağır bile kaçmış bence.Çok daha düşük kalibrede bir rol kastorsa da olurmuş. Tiyatro sahnesi gibi ağdalı ağdalı oynamış gene. Yan rollerden birinde bizim Jamie Lannister da var.
http://www.imdb.com/title/tt1872818/
Nihayet orjinal Death At a Funeral'ı da izledim. Pek güzel pek keyifli film. Hollywood'a da o kadar giydirdikten sonra şunu itiraf edelim ki neredeyse diyaloglara kadar bire bir uyarlamış adamlar. Remake olduğu için yapay duruyor sadece.