Turkrock Sinema Kulübü

Purgatory'nin de yorumları doğrultusunda United'ı gayet beğenerek izledim. David Tennant'ın İskoç aksanı oyunculuğu falan muhteşem lan. Charlton'ı sahanın ortasına getirip anlattıklarını biz ülkece anlayabilsek futbolda çağ atlayacağız. Filmin renk seçimleri de soluk ve kahverengi ağırlıklı. Olayların 50'li yıllarda geçtiğini eski bir fotoğrafa bakar gibi hissettiriyor insana.

Star Trek Into Darkness düşmüş internetlere ve onu da izledik. Bir kere bu yıl çıkmış en güzel bilim-kurgu filmi olmaya adaydır. Oblivion ile aynı günlerde vizyona girdiler galiba, Star Trek bir adım daha önde diyebiliriz. Bir puan daha fazla verilir. Eski serilere yapılan göndermeler, Marvel filmlerinde Stan Lee'nin görüdnüğü gibi Leonard Nimoy'un her filmde görünmesi hoş detaylar. Khan rolündeki herife ayrı parantez çok güzel oynamış. Sherlock dizisindeki adammış galiba o da. Ve fakat hem senaryo, hem karakterler bazında eksiği gediği falsosu da yok değil filmin. Karakterler arası ilişkiler olsun, senaryodaki bazı bölümler olsun can sıkıcı olabilir ama hiç umrumda değil. Onu da trekkyler düşünsün bana ne lan 😀

Spock mock hikaye, Alemin kralı gene Obi Wan Kenobi. May the force be with you...
 
Son düzenleme:
Ya bu Wolverine'i izleyen oldu mu? Baya izlemek istiyorum ama sinemalardan da gitti sayılır, adam gibi versiyonunu ya da dvdsini filan bulsam edineceğim ama yok henüz. Hay mk.

Ben de geçen hafta içinde izlediklerimden bahsedeyim;

The Guard,

İrlanda'da geçen polisiye bir film. Ortada cinayetler var ve İrlanda polisi FBI'dan gelen ajan ile koordine şekilde yürütüyor işi. Hani çok orjinal bir olayı yok fakat kadro güzel; Brendan Gleeson, Liam Cunningham (Soğan Şovalyesi), Mark Strong (bu adamı sürekli Andy Garcia ile karıştıyorum, çok benziyorlar bence) ve Don Cheadle var. Brendan Gleeson müthiş herif lan, bayılarak izliyor insan, Troy'daki Menelaus'u filan da çok iyi oynamıştı. Orlando Bloom'a see the crows? deyişi ve sonrasında Helen'e dönüp is this what you left me for? diye bağırışı akıllardadır. Bu abinin güzellikleri saymakla bitmez esasında; In Bruges'de Colin Ferrell'a Purgatory is kind of like the in-betweeny one... You weren't really shit but you weren't all that great either... Like Tottenham diyen abimiz olduğunu hatırlatayım. Müthiş replik, bayılıyorum ben buna. 😀

Mongol,

Yolda yürürken müzik dinliyordum, Maiden'ın Killers'daki şarkısı var ya Genghis Khan, o denk geldi ve dinledikten sonra Cengiz Han ile ilgili film izlemek istedim. Eve gelip baktım ve bu filmi buldum. Fetihlerden öncesini, o hale gelişini anlatıyor. Temuçin (Cengiz Han)'i Japon Tadanobu Asano oynuyor - ki onu da tanırsınız zaten görünce. Ben beğendim filmi, adamla ilgili bir film daha var "To the ends of the earth and sea" diye ama ona ulaşamadım.

Ironclad,

Bir güzel kadrolu film daha, bunun kadro daha da güzel, fenalar fenası. Film öyle ahım şahım değil ama bir durun hele, hemen itiraz etmeyin, Paul Giamatti'yi bir de İngiltere tahtında izleyin: James Purefoy, Brian Cox, Kate Mara, Charles Dance, Jason Flemyng ve elbette Paul Giamatti. Bu saydığım isimler arasında bana bir filmi tek başına izlettirmeye yetecek kişiler var. Brian Cox yılların ustası, Troy'da Agamemnon'u oynamıştı ve genelde tarihi filmlerin adamıdır, çok yakışır bu rollere, yukarıda yazdığım Rob Roy filminde de var hatta. Kate Mara o isimlerden biri değil ama al-evine-aşık-ol kadını, başka türlü tanımlanamaz, Shooter'da gönlümüzü fethetmişti zaten, seneler sonra bu filmde denk geldim. Jason Flemyng zaten İngiliz yapımlarının bilinen adamı; LS&TSB izleyip de sevmeyen yoktur. Charles Dance şerefsiz Tywin'in ta kendisi, yolda görsek dalma isteği uyanacak kadar hakkını veriyor rolünün. James Purefoy sessiz sakin rollerin adamı; Paul Giamatti ise kelimelerle anlatılamaz, hani Kevin Spacey seviyesinin yarım burun ardında diyebilirim, müthiş bir herif, psikopatlığın Gary Oldman ile birlikte en çok yakıştığı adam bence. Bu kadar yazdık da filmden bahsetmedik; efenim 13. yüzyıl İngiltere'sinde Kral John'a karşı bir grup insan Rochester Kalesini savunmaya çalışıyorlar, bu. Dönem filmlerini sevenler izlesin derim.
 
Psycho_(1960).jpg


Bates motel dizisine başlamadan önce bu klasiği adam akıllı bir daha izlemek gerekti. sadece meşhur duş sahnesiyle değil baştan sona diken üstünde tutuyor. adını hakeden "vay amk" dedirten nefis bir eser. norman bates'i oynayan adamın performansı ayrı bir vaka.

tumblr_inline_mfviv1o3ec1qzwf3a.jpg
 
Ya bu Wolverine'i izleyen oldu mu? Baya izlemek istiyorum ama sinemalardan da gitti sayılır, adam gibi versiyonunu ya da dvdsini filan bulsam edineceğim ama yok henüz. Hay mk.

Ben de geçen hafta içinde izlediklerimden bahsedeyim;

The Guard,

İrlanda'da geçen polisiye bir film. Ortada cinayetler var ve İrlanda polisi FBI'dan gelen ajan ile koordine şekilde yürütüyor işi. Hani çok orjinal bir olayı yok fakat kadro güzel; Brendan Gleeson, Liam Cunningham (Soğan Şovalyesi), Mark Strong (bu adamı sürekli Andy Garcia ile karıştıyorum, çok benziyorlar bence) ve Don Cheadle var. Brendan Gleeson müthiş herif lan, bayılarak izliyor insan, Troy'daki Menelaus'u filan da çok iyi oynamıştı. Orlando Bloom'a see the crows? deyişi ve sonrasında Helen'e dönüp is this what you left me for? diye bağırışı akıllardadır. Bu abinin güzellikleri saymakla bitmez esasında; In Bruges'de Colin Ferrell'a Purgatory is kind of like the in-betweeny one... You weren't really shit but you weren't all that great either... Like Tottenham diyen abimiz olduğunu hatırlatayım. Müthiş replik, bayılıyorum ben buna. 😀


Son yıllarda en büyük keyfim The Guard tarzı mütevazi filmler zaten. Ben izleyeli epey oldu ve çok net hatırlamıyorum ama ne kadar keyif aldığım aklımda kalmış çok net. Bunu seven In The Loop da sever. Bi izleyin şunu da geyiğini çevirelim hep beraber be.

Wolverine izlemedim ama zevkine güvendiğim birkaç kişinin yorumundan hareketle uzak dur sinemaya para harcama diyorum. O serinin hiçbir filmi başarılı sayılmaz zaten.
 
2 tane hoşuma giden film oldu, onlardan bahsedeyim kısaca.

Max Manus,

Yaşanmış hikayeler ve 2. dünya savaşı ilginiz varsa göz atın diyeceğim bir film. Normalde bazı diller film izlemek için çok itici geliyor bana fakat Norveç dili öyle değil. Norveç'in Alman istilası sırasında isyan eden bir grup arkadaş/asker, sabotajcıya dönüşmeleri ve mücadeleleri.

Rob Roy,

William Wallace'ın 500 yıl sonrasında İskoçya... Klanlar yok olmaya yüz tutmuş, geriye kalanlardan biri onur diyor başka bir şey demiyor, hayatlarını bu şekilde yaşamaya çalışıyorlar. Soylular tarafından kurulan bir komplo ile olaylar gelişiyor... Film biraz kişisel mücadele halini alsa da bence başarılı. John Hurt var, Tim Roth var, Liam Neeson var; daha ne olsun. Bu film, böyle aralarda/ufak rollerde bir çok tanıdığı gördüğünüz filmler olur ya hani, onlardan işte... Damned United'dan Dave Mackay'ın gençliği bu filmde. The Boat That Rocked'daki Lemmy misali, 10 saniyeliğine Jason Flemyng bile gözüküyor. : )
Rob roy hakikaten güzel filmdi. Braveheart 'ı hissettim yani, Underrated diyebilrim.
 
Evet abiler bakınız, dikkatle bakınız; yalnızca 17 saniyede tamam bu iş...

True Romance,

Geçen hafta yeni izlediğim klasiklere bir yenisini ekledim. Tarantino yazmış, Tony Scott yönetmiş. Christian Slater oynuyor başrolde, biliyorsunuzdur zaten, fakat ben bilmiyormuşsunuz gibi bahsedeyim yine. Brad Pitt'in toy zamanları, gerçi toy diyorum ama bu filmden 1 sene öncesinde River Runs Through It filminde başrolü var, o nedenle bu filmde toplasan 10 dakikalık rolü olan kafası güzel ev arkadaşını oynaması enteresan geldi bana. Ev arkadaşı olduğu kişi de Michael Rapaport (Rapaport'u anınca filmlerinden ziyade Boston Public dizisi gelir aklıma, hani bir okul üzerine çevrilmiş belki de en güzel dizi bence, eski dizi, bulmak epey zor). Ha unutmadan, yukarıda Ironclad'ı yazarken Paul Giamatti için "psikopatlığın Gary Oldman ile birlikte en çok yakıştığı adam" demiştim; valla onun üzerine bu filmde Gary Oldman'ın triplerini görünce ne kadar haklı olduğumu anladım. Onun rolü de Pitt gibi kısa ama süper eğlendiriyor adam, müthiş oynuyor. Gerçi kısa rol enteresan diyorum da epey tanıdık simanın kısa rolleri var bu filmde; Samuel Jackson (gerçi o tarihteki her filmde var), James Gandolfini (Alabama yengeyle kapışma sahneleri müthiş) ve Christoper Walken bile öyle. Neyse efenim işte Slater bu Oldman'ı vurunca mekandan kokoyu da aşırıyor ve bunlar hatunla birlikte başlıyorlar kaçışa, film o şekil kopuyor. Ama esas dikkat çekmek istediğim nokta şu ki, Christoper Walken'ın Slater'ın babasını sorguladığı bir sahne var, böyle 15 dakikalık filan. Ulan adam rol kesiyor be, hayran hayran izlemekten başka yapacak hiç bir şey yok... Herhalde o kazanacak milyonları, ben mi kazanayım?

Arn Tempelriddaren & Arn Riket Vid Vagens Slut,

Evet sırf bu filmler için Norveççe ve İsveççe öğrendim desem... Evet evet desem... Arkadaşlar benim şöyle bir zayıf noktam var; film ne kadar kötü olsa da, kılıç-kalkan-şovalye-12/13. yüzyıl öğeleri etrafında dönüyorsa izlerim. Kısacası çok severim bu dönem filmlerini. Bu Arn'ı da yeni duydum, esasında romanmış, Jan Guillou yazmış, kitaplar 3 cilt olsa gerek, filmler ise 2007 ve 2008 olmak üzere 2 adet. Tapınak şovalyesinin çocukluğundan başlayarak tüm hayatını anlatıyor. Kudüs savaşı yılları, Selahaddin Eyyübi filan var... Yavaş bir seri fakat diyorum ya işte, ben seviyorum, bunu da severek izledim. Fakat özellikle 2. filmin alt yazıları konusunda biraz araştırma yapmanız gerekebilir, bu konuda en sık kullandığımız malum sitenin alternatifleri yetersiz, "İngilizcem iyi, koy götüne alt yazının" demeyin; zira filmde İngilizce, İsveççe, Arapça, Fransızca ve Latince kısımlar var. 2. filmde bunlara Norveççe ve Danca da ekleniyor. Bizim Parreira zamanındaki gözlüklü çevirmen abiye bile bu filmler için alt yazı şart yani anlayacağınız.

The Town,

Genelde yakışıklıkları ve ilişkileri ile insanların farkına vardıkları aktörler yönetmenliğe filan geçtiklerinde sıçıyorlar fakat Ben Affleck bu kervana katılmadı. Son dönemlerdeki filmlerinin çoğu kalburüstü. Bu da bence gayet güzel bir soygun filmi. Boston'da geçiyor, meğer burada soyguncular yetiştirmesi ile ünlü bir semt varmış, bunlar oranın çocukları olarak bazı profesyonel işlere kalkışıyorlar, sonra Mad Men'deki abi FBI ajanı kimliği ile peşlerine düşüyor. İzleyin mutlaka, filmin gideri bence tartışılmaz... Bir başka şey söyleyeyim; filmin kadrosuna bakınırken üzücü bir detay fark ettim, hani biliyorduysam da unutmuşum; Usual Suspects, In the Name of the Father, Amistad, Last of Mohicans gibi filmlerden bildiğimiz Pete Postlethwaite abi bu filmden yalnıca 1 sene sonra, 2011'de vefat etmiş. Bu film de sondan bir önceki filmi... Pete abi değişiktir, görüp hatırlayınca "evet" diyeceksiniz; pek kendini hissetirmez ama çoğu filmden hatırlarız onu, güzel yan rollerin adamıdır... Bu filmde de vurgulu İrlanda aksanı ile çiçeği ayıklayıp Ben Affleck'e ayar verdiği sahnesi takdire değer. Huzur içinde uyusun diyelim.

Kendisinden bahsederken saydığım filmlerden biri, In the Name of the Father, mutlaka daha önce yazmışımdır bu başlıkta fakat belki görmeyen/aramıza yeni katılan arkadaşlar filan vardır diye tekrar yazayım istedim... Benim hayatımda izlediğim en güzel ve etkileyici filmlerden biri. Filmi bitirdikten sonra, "bu başrole Oscar vermeyeni skerim" dedirten filmlerden biri. Daniel Day Lewis'in belki de en unutulmaz performansıdır benim için. İzlemeyen varsa izlesin diye 2. kez yazıyorum bakın.

Gerçi bir filmi bu kadar fazla övmek de iyi değil lan... Bir kaç hafta önce kafası kıyak bir kesim arkadaş grubuna "Death at a Funeral izleyelim, ben çok güldüm" dedim, herifler 25. dakikada oflayıp kapatalım dediler, beynini sktiklerim. Allahtan güldüm derken "ben güldüm" kısmını vurgulayıp, sizi bilemem demiştim, oradan kurtardık. Herifler sabredemedi lan : )
 
İnsanın biraz olsun boş zamanı olması ne güzel. İyi yazmışsın kardeş emeğine sağlık. Başta tapınak şovalyeli film olmak üzere aldım listeme filmleri. Hem iskandinav filmi hem konu güzel, bir pazar günü öğleden sonramı ayırırım buna.

Konu güzel demişken bu tarz filmlerden hoşlananlar için Ring Of The Nibelungs'ı önereyim http://www.imdb.com/title/tt0387541/?ref_=sr_1. Alman-Norveç ortak yapımı. Meşhur nibelungen destanını anlatıyor. Demirci çırağı Sigfried'in hikayesi. Şimdi yazmaya kalksam hakkını vererek anlatmam zor, adı üstünde destan. İzlerken farkedersiniz ki çok orjinal bir hikaye değil, bilinen diğer büyük destanlara efsanelere benzerlikler taşıyor. Almanların da destanı bu kadar demek ki. Gene de keyifle izlemiştim ben zamanında. Paganlar var, Saksonlar var, İzlanda kraliçesi brunhild rolünde Kristanna Locken var ki terminator abla kendisi zaten.
 
Hah işte bana böyle filmlerle gel birader!

Arada boş zaman diye lafı da çakmışsın ama canın sağolsun kurban. 😀 Aile şirketinde çalışır misali aile işlerine koşturuyoruz. Para vermiyorlar ama. : )

Bu arada bu Siegfried, Django Unchained'de Christoph Waltz'ın Jamie Foxx'a bahsettiği Alman destanı mı?
 
Şimdi Jango'daki sohbeti (sohbet ne lan, pilavlı?) hatırlayamadım ama Alman destanı diyorsa o destan bu destan. Truva'daki Aşil'den tut İskandinav mitolojisine kadar pek çok yerden malzeme çalmış gibi bir hali var ama dediğim gibi Almanların da destanı bu kadar. Filmi ben beğenmiştim, hatta evime kadar geldin bizzat tavsiye ettim şimdi hatırlamıyorsun Purgator bey. Ben de bu şekil tavsiyeleri çok unuttuğumdan hak da veriyorum bir yandan.
Boş zaman vurgusu da aslında laf çarpma değil özenme ifadesi be kardeşim. Gerçekten özeniyorum şu ara vakti olan insana. Değerini bil bak işe başlayınca özlüyor insan.
 
3 İdiots,21 Blackjack,Argo,Slumdog Millionaire,Dead Poets Society(Ölü Ozanlar Derneği),Ayı Ted,Abraham Lincoln şimdilik önerebileceğim filmler. (aklıma gelen bunlar bir sürü film izledim ama isimlerini tam hatırlayamıyorum).
 
Arn Tempelriddaren & Arn Riket Vid Vagens Slut,

Evet sırf bu filmler için Norveççe ve İsveççe öğrendim desem... Evet evet desem... Arkadaşlar benim şöyle bir zayıf noktam var; film ne kadar kötü olsa da, kılıç-kalkan-şovalye-12/13. yüzyıl öğeleri etrafında dönüyorsa izlerim. Kısacası çok severim bu dönem filmlerini. Bu Arn'ı da yeni duydum, esasında romanmış, Jan Guillou yazmış, kitaplar 3 cilt olsa gerek, filmler ise 2007 ve 2008 olmak üzere 2 adet. Tapınak şovalyesinin çocukluğundan başlayarak tüm hayatını anlatıyor. Kudüs savaşı yılları, Selahaddin Eyyübi filan var... Yavaş bir seri fakat diyorum ya işte, ben seviyorum, bunu da severek izledim. Fakat özellikle 2. filmin alt yazıları konusunda biraz araştırma yapmanız gerekebilir, bu konuda en sık kullandığımız malum sitenin alternatifleri yetersiz, "İngilizcem iyi, koy götüne alt yazının" demeyin; zira filmde İngilizce, İsveççe, Arapça, Fransızca ve Latince kısımlar var. 2. filmde bunlara Norveççe ve Danca da ekleniyor. Bizim Parreira zamanındaki gözlüklü çevirmen abiye bile bu filmler için alt yazı şart yani anlayacağınız.

Normalde dönem filmleriyle aram yoktur, daha doğrusu moduna girip izlemem zor oluyor ama bu filmler güzel, bu filmler olmuş arkadaş. Holywood'dun elinden çıksa belki bu kadar beğenmezdik ama İskandinav sineması işte mütevazi bütçeler ve senaryolarla izletiyor kendini. Aslında kitaplarını alıp okusaymışım keşke diye düşündüm. Selahaddin Eyyübi kazandığı bütün savaşlardan sonra esir aldığı şovalyelere çok iyi davranır ve serbest bırakırmış. Kısa da olsa o konuya da değinip reyize saygı duruşunda bulunmuşlar. Purga bir an önce İstanbul'a gelse de içki masasında geyiğini çevirsek şu filmin 😀
 
21 Jump Street - Çerez komedi. Jonah Hill oynuyor. Yalnız elemanı takdir ettim, öyle bir zayıflamış ki yarısı gitmiş. Tankard'dan Gerre'yi görmüştüm daha önce bu kadar zayıflayan... Liseden sonra polisliğe adım atan, sonrasında genç görünümlerine istinaden uyuşturucu satılan bir liseye gizli görev şekli öğrenci kılığıyla sızdırılan iki arkadaşı anlatıyor. Esasında vasat bir film diyebilirim ama tuvalette bir kusma sahnesi var orada gözümden yaş geldi.

21 Jump Street izledik, evet öyle çok muhteşem değil ama birkaç yerde çok sağlam güldürüyor. Channing Tatum iyi de biraz zorlama olmuş gibi sanki. Jonah Hill'in yanına Seth Rogen'ı koysalardı neler olurdu kimbilir. Orjinali 87 yapımı Johny Depp dizisiymiş. Bu filmde de Depp'in görünmesi güzel sürpriz olmuş.
 
The Arrival,

Charlie Sheen'in 1996 yapımı The Arrival diye filmi varmış, yeni gördüm ben bunu ve izledim. Uzay, macera filan böyle çerezlik film arayanınız olursa bir göz atsın.

Get the Gringo,

Uzun süredir ortalarda gözükmeyen (ya da en azından bana öyle geliyordu) Mel Gibson, Meksika'da kodese tıkıldığı bir film ile geri dönmüş. Geçtiğimiz senenin filmi, seyrettiriyor kendini. Bu adamın adı çok farklı skandallara ve işlere karıştı ama ne olursa olsun oyunculuğunu seviyorum ya. Böyle farklı mimikleri var, nasıl anlatayım, taşak geçermiş gibi oynuyor, bazı yerlerde acayip rol kesiyor.

The Messenger,

Woody Harrelson oynuyor, ABD ordusunda şehit ailelerine oğullarının/kocalarının şehit düştüğünü bildiren birimdeki asker ve partneri, birlikte cozutuyorlar, onu anlatan bir film. Çok da tavsiye değil hani, yapacak daha iyi bir işiniz yoksa izleyin.

The Iceman,

Mafya tetikçisi Richard Kuklinski'nin -sözde- hayat hikayesini anlatan bir film fakat vakit bulabilirseniz adamın yutubda 2 küsür saatlik röportajı var, filmi filan sallayın onu izleyin. Çok sinir bozucu bir herif, takma adını neden hak ettiğini görüyorsunuz izleyince.

The Blind Side,

Bu gerçek bir öykü, Sandra Bullock oynuyor, evsiz bir çocuğun zengin bir aile tarafından evlat edinilişi sonrasında gelişen olaylar anlatılıyor. Çocuk derslerinde zayıf ve içine kapanık fakat zaman geçtikçe mezun olmayı başararak Amerikan futbol liginde çok önemli savunma oyuncularından biri haline geliyor, onun gerçek hayat hikayesi.

Mother Night,

Nick Nolte'nin filmi bu. Yanlış hatırlamıyorsam bu da gerçek bir hikaye olması lazım; 2. dünya savaşında Almanya'da radyo propagandası için aktif olarak kullanılan bir Amerikalı, aynı zamanda ajan olarak Amerika adına çalışır, sonradan İsrail tarafından yakalanış öyküsü ve olaylar olaylar. Denize gidicem lan uzun uzun yazamam şimdi, izleyin görün. 😀

Ayrıca Philadelphia Experiment ne acayip bir olaymış lan, 1984'te bir filmi var başka da bir bok yok o mevzu hakkında, böyle bir olaya (söylenti olsa bile) Hollywood tarafından pek el atılmaması çok enteresan. Neyse daha derine inmeyelim, bu akşam izleyeceğim bu filmi.
 

Geri
Üst